Gelecek Giderse Ne Kalır Geriye?

0
359

Pandemide ruhsal sağlığı korumak için önerilerde bulunan iyi niyetli bazı danışman ve hocaların, aslında hazcılık arayışını meşrulaştıran kapitalizme hizmet ettiğini söylersek yanlış olmaz. Telkin edilen hazcılık, bireylere acıdan kaçarak küçük zevkler aramalarını söylerken, aynı zamanda bireyin kamusal yaşamdan da uzaklaşmasına neden olmaktadır.

Felaket senaryoları promosyonu…

Hemen her gün dünyanın kötü gidişatı ile ilgili haber, yazı ve raporlar okuyoruz. Önlenemeyen iklim sorunu, gözümüzün önünde eriyip yok olan biyoçeşitlilik, kapıda sırasını bekleyen binlerce yeni virüs… Güvenilir bilimsel kaynaklardan gelen bilgiler. Servis edenler de güçlü araştırma bütçe ve kaynakları olan güvenilir kaynaklar. Elbette ki çoğu doğru.

Ancak bu senaryoların neredeyse hepsi cehennemi anlatıyor bize. Neredeyse kaçınılmaz bir sona doğru koşar adım gidiyormuşuz gibi. Birilerinin çaba gösterdiğini ama bu çabanın yetmediğini görüyoruz. Her yıl bir önceki yıldan daha anormal hava olayları, hem kamusal hem bireysel silahlanma yarışı, adaletin kaybolduğu bir dünya, devam eden savaşlar, yok olan türler ve içinde bulunduğumuz bitmek bilmeyen pandemi.

Başta BM olmak üzere, birçok uluslar arası kurum ve platform, yaşadığımız durum ile ilgili iki farklı iletişim tarzını eş zamanlı olarak kullanıyor. Biri kaçınılmaz bir felakete sürüklendiğimizi anlatan olumsuz iletişim, diğeri ise büyük sorunlarımız olduğunu söyleyen ama hala bir şeyler yapabileceğimizi ifade eden nispeten olumlu bir iletişim. Olumsuz iletişim, herkesi ve tüm sistemleri suçlayıcı bir tarza sahip. Olumlu iletişim ise birçok ‘eğer’, koşulsuz ‘değişim’ ve yüksek bir ‘çaba’ beklentisi içeriyor.

Elbette bir fenomen olsun da kapitalizm onu nakde ve karlılığa çevirmesin, mümkün değil. Tarihsel süreçte önce maddi üretimimizi, sonra da maneviyatımızı nakde çeviren kapitalizm, şimdi de gelecek hayallerimizden kar elde etmenin peşinde. Gezegen için daha iyi bir geleceği tesis etmemize olanak sağlayacak hemen her türlü ürün ve hizmetin, bizi felakete taşıyacak olanlardan daha fiyatlı olduğuna şahit oluyoruz. Düşük emisyonlu, çevreye uyumlu, insani yaşam koşullarını ve adil ticareti destekleyen, yerelliğe önem veren her ürün ve hizmet benzerinden çok daha yüksek bir bedelle fiyatlanıyor.

Kapitalizm geleceğe değin endişelerimizi kullanarak, bunun üzerinden bir korku krallığı kuruyor. Bizi kendi yararına kurguladığı kurtuluş planına uyumlu olmaya davet ediyor, daha doğrusu buna zorluyor. Bizleri, birikimsiz, günü yaşayan ve her şeyini yarına harcayan güvensiz bir tüketici olarak tasarlıyor. Konumuz ile doğrudan ilgili olsa da buna fazla odaklanmayacağız. Mesele bu iki farklı iletişim ile karşılaşan insanın neyi yapmayı tercih ettiği.

Kuşaklar savaşının kazananı yükselen hedonizm…

Kuşaklara fazla itibar eden birisi değilim, ancak kapitalizmin farklı kavimler gibi ayırdığı kuşak tanımlamaları üzerinden bir değerlendirme yapabiliriz. Aslında kuşaklar insanın sosyal durumu üzerinden değil, kapitalizmin tüketici tanımlaması farklılaşmasından kaynaklanıyor. Yani bildiğimiz ve çok kullandığımız bu kuşaklar, insani ve sosyal farklılaşma kuşakları değil pazarlama bakışı ile tüketici farklılaşmasının kuşakları.

Baby Boomer’ların haklı bireyselleşme çabaları ile Milennials’ın tekbenciliği (solipsizm) arasına sıkışmış olan X Kuşağı ise kendisini bir tampon olarak konumlandırmaya çalıştı. Kuşağın başlangıcında yüksek oranda yaşadığı hedonizmi sosyalleşerek belirli ölçülerde ıslah etmeye çalışırken, çalışma yaşamında da düzenli, itaatkar ve verimli bir üretici oldu. Ancak bu kuşak ortak hareket etme davranışını ideolojik bir zemine oturtma başarısını gösteremedi ne yazık ki. Takip eden Y Kuşağı ise Milennials’dan aldığı tekbenciliği Baby Boomer’ların birlikte bireyselleşme anlayışına yaklaştıramadı. Bugün yaşamın içine giren Z Kuşağı ise tekbenciliğini gezegen ile hizalamaya çalışarak, önceki tüm kuşaklara mesafeli hatta düşman bir pozisyon aldı.

Felaket senaryolarını engellemek için topyekûn bir davranış değişikliğine ihtiyacımız olduğu zamanda ise kuşakların gittikçe birbirinden uzaklaştığına tanık olmaya başladık. X Kuşağı ölmeden önce ondan çalınanların peşine düştüğü bir dünyada, Z Kuşağının hesap soran ve kendisine yaklaşmayan sert yüzü ile karşılaştı. Z Kuşağı ise hala X Kuşağının yönettiği dünyaya nefretle bakarken, gezegeni kurtarmak için harcanan yetersiz çabayı kızgınlık ile izlemeye, kendisinden beklenen ağır yükün altında ezilmeye başladı. Her iki kuşak ve arasındakiler derin bir mutsuzluk ve umutsuzluk girdabına kapıldı. Hepsi için de, kazanılacak bir gelecek yok gibi artık.

Ne kadar kaçsak ve kaçınsak da yukarıda bahsettiğimiz olumsuz iletişim bir tweet veya bir arkadaş sohbeti ile gelip bizi bulur. Kötü haber çabuk yayılır derler. İşte geleceğin ölüm haberi de bize böyle ulaşır. Artık bunu biliriz, ama her sabah uyandığımızda bunu unutmaya ve bize bu acıyı unutturacak uğraşlar bulmaya çalışırız. Öyle ya, gelecek giderse ne kalır geriye? Elbette sadece bugün kalır. Bugün ve bugünden zevk almak, yani daha hedonist bir yaşamı tercih etmek.

Çok yeni tarihli yapılan birçok araştırma, özellikle pandemi faşizmi ile evine kapatılan bireylerin, önce küçük mutluluk arayışları olarak başlayan davranışlarının, giderek daha hedonist bir yaşam anlayışının gelişmesine neden olduğunu gösteriyor. Hedonizme yönelim eş zamanlı olarak acıdan kaçmayı da beraberinde getiriyor. Bireyin kendisine acı veren gelişmelerden haberdar olması, ancak bunlara karşı daha mesafeli ve ilgisiz olmaya başlaması ve kendi hazzına yönelmesi hali ile karşılaşıyoruz.

Her zaman en kolayı seçmeden…

Pandemide ruhsal sağlığı korumak için önerilerde bulunan iyi niyetli bazı danışman ve hocaların, aslında hazcılık arayışını meşrulaştıran kapitalizme hizmet ettiğini söylersek yanlış olmaz. Telkin edilen hazcılık, bireylere acıdan kaçarak küçük zevkler aramalarını söylerken, aynı zamanda bireyin kamusal yaşamdan da uzaklaşmasına neden olmaktadır.

Bugün mevcut sistemin eve kapattığı yeni tüketici tipinden beklentisi, daha çok hazcı bir yaşamı tercih etmesi ve bu bireyselleşme için tasarlanmış ürün ve hizmetleri kullanmasıdır.

Elbette ki küçük mutlulukları tesis etmek topyekûn bir değişim için çaba sarf etmekten daha kolay ve tercih edilebilir bir yoldur. Buna karşılık maddi hazların peşinde koşmak yerine sosyal veya siyasal bir çabanın içinde olarak başarıya ulaşma gayreti göstermek daha kalıcı bir tatmine ulaşmayı mümkün kılacaktır.

Bireyin hayattan zevk alması elbette ki haklı bir taleptir. Ancak bu bireysel zevk talebi ile ortak gelecek için harcanması gereken bireysel çaba ve sorumluluk duygusu arasında da bir denge kurulması gereklidir.