Büyülü Bahaneler…

0
204

Edebiyatta ve içinde söz barındıran sinema, tiyatro gibi alanlarda anlatımı güçlendirip okuru/izleyiciyi etkilemek için kullanılan bazı söz sanatları vardır. Bunlar sadece edebi metinlerde değil, günlük hayatta da kullanılır; ama genellikle edebi metinlerden bunlara ilişkin örnekler getirilir. En temel söz sanatları mecaz (metafor) ve teşbihtir. En kısa hâliyle bir sözcüğün ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamı dışında kullanılması olarak tarif edebileceğimiz mecazın birçok farklı türü vardır. Aralarında bir ya da birden fazla benzerlik bulunan iki şeyden birini, bir yönüyle diğerine benzetmeye ise teşbih adını veriyoruz. Derdim klasik söz sanatlarından bahis açmak değil. Zaten meraklıları, söz sanatlarıyla ilgili küçük bir google taraması yaparak bile çok daha fazla bilgiye ulaşabilir bu konuda. Benim derdim yeni yeni icat edilen bazı söz “sanatları” daha ziyade.

Steve Biko

Geçtiğimiz haftaki yazıda Yeni Şafak’ın Twitter’da paylaştığı bir gönderiye atıfta bulunarak bu yeni söz sanatlarından bahis açmıştım ki üstüne çok daha acayip başka örnekler geldi. 24 Mart 2021 tarihinde yapılan AKP’nin 7. Olağan Büyük Kongresi’nden yansıyan lebalep görüntülerinin ardından insanlarda haklı olarak bir tepki oluşunca TBMM Grup Başkanvekili de olan AKP’li Cahit Özkan bize yepyeni bir kavram tanıtmak durumunda kaldı: Yatay çekim. Sayın vekilin ifadesine göre aslında kongrenin yapıldığı spor salonunda sıkış tıkış bir ortam falan yoktu, yatay çekim yapıldığı için kalabalıkmış gibi bir görüntü ortaya çıkmıştı. Yatay çekimle kastedilenin ne olduğunu biliyor olmalı ki röportajı yapan gazeteci de bu tabirin ayrıntısını sormadan işine devam etti. Acaba ben mi bilmiyorum diye düşünerek gerçekten yatay çekim diye bir teknik var mı araştırdım; ama bir grup insanı olduğundan daha kalabalık ve birbirlerine daha yakın gösteren böyle bir çekim tekniği olmadığı sonucuna varmam çok da uzun sürmedi.


Bu olayın sonunda Sayın Vekil Cahit Özkan öyle ya da böyle bize yepyeni bir söz sanatı ve birçok yerde rahatlıkla kullanılabilecek bir bahane armağan etmiş oldu. Kayıt altına alınan bir görüntüde işimize gelmeyen ya da görenleri kızgınlığa gark edecek bir durum olduğunda “yatay çekim” diyerek hem bu müthiş performansa telmih yapmış oluruz hem de aksi ispatlanamayacak bir bahaneyle paçamızı kurtarabiliriz. “Hayatım valla yatay çekim, ben aslında yatağın dışındaydım!” Benzer bir durumu daha önce de yaşamıştık aslında. 17-25 Aralık sürecinde başka bir vekil “Bu yayımlanan tapeler, şunlar bunlar günah işleme özgürlüğüne saygısızlıktır.” mealinde bir şeyler söylemişti. Günah işleme özgürlüğüne sığınmak da bir görüntüyü yok hükmüne getirmek için yatay çekim kartını kullanmak da sadece ama sadece muktedirin tekelinde olmasaydı keşke, belki bize de lazım olurdu bir gün.

Tam bu yatay çekim muhabbeti almış başını gitmişken bu defa başka bir kriz patlayıverdi: Pudra şekeri. Bir hafta içinde iki yeni kavram Türkiye’nin siyasi tarihine silinmez harflerle yazılmış oldu. Bir büro personelinin herhangi bir devlet memuru maaşıyla alınması epeyce zaman alacak bir otomobil içinde beyaz bir tabaktan beyaz bir toz çektiği görüntüler daaaan diye ortaya düşüverince insanlar yine huzursuzlandı tabii. Olayın faili, verdiği ifadede arkadaşlarıyla şaka olsun diye bazen pudra şekerini böyle burunlarına çektiklerini, bazen de sanki başka maddeler kullanıyormuş gibi yaptıklarını söylese de -nedendir bilinmez- bu müthiş bahane pek kabul görmedi. Olayın uzandığı yerler açısından büro personelinin yaşadığı lüks hayatın sorgulanması, pudra şekeri tüketiminden daha tehlikeli olduğu için bu defa büyüklerden “Uyuşturucu batağına düşmüş bu masum yavrumuza destek olalım.” tadında açıklamalar bile geldi. Aynı kesimin daha birkaç yıl önce kandil gecesi sosyal medya hesabında bira şişesi fotoğrafı paylaştı diye muhalif bir gencin kellesini istediğini hatırlamasak belki de bu yakarış samimi bile gelebilirdi.

1977’de maruz kaldığı işkence sonunda hayatını kaybeden Güney Afrikalı halk önderi Steve Bantu Biko “Ezenlerin elindeki en güçlü silah, ezilenlerin aklıdır.” derken belki de ezen-ezilen ilişkisine dair bu dünyada duyup duyabileceğimiz en doğru cümleyi kuruyordu. Akılları işlevsiz hâle getirerek, aklı politik eylem alanından silerek iktidarını koruyan muktedirler için en akıl almaz bahanelerin bile kullanılabilir olması bu yüzden bu kadar hayati. Olgusal gerçeklerle, hayatın olağan akışıyla, en basit mantık ilkeleriyle uyuşmasa bile kullanılan argümanlara inanmamız, inanmasak da saygı duymamız, saygı duymuyorsak bile bunların saçmalık olduğunu dile getirmememiz gerekiyor. Fakat akıl da öyle bir şey ki yok sayılmaya direniyor, yok saymaya çalışsanız bile bir şekilde kendini işletmeye ve bireye varlığını dayatmaya devam ediyor. İyi ki de ediyor da toprakta her şeyden habersiz yatan bir marul gibi yaşamıyoruz. Ha bir de… O kadar salak değiliz, kusura bakmayın.