Hayatımın muhabirlik dönemi insan hakları (yargısız infazlar, gözaltında kayıplar), işçi, kadın, çocuk, azınlık haberleri yazmakla geçti.
Sivil toplum ve aktivizm bölümü ise haberlerini yaptığım insanların yaşadığı derin yoksulluğa karşı mücadele ederek geçiyor. Yerinden edilen, yıkılan, horlanan aşağılanan çocukların, kadınların yanında on yıllardır ve onlar istediği sürece.
Birlikte belediye, kaymakam, vali, bakan, milletvekili ve çeşitli başkanların kapısına gittik. Ellerinden alınan “hakları” için birlikte mücadele ettik. Benim için de gittiğim, girdiğim her kamu kapısının anlamı da bundan öteye gitmedi.
İşte bu kapılarda ve bütün bu yol hikayeleri arasında hayatıma çok güzel insanlar girdi, tanımadığınız, yolunuzun hiç kesişmediği çok özel insanlar, dip mahallelerden, dip yoksunluktan. Mücadele ederken de mücadele sonunda da ve hayata veda ettiklerinde de hep kalbimde oldular… Geceler boyu konuştuğum, sabahın köründe kapılarını vurup birlikte kahvaltı ettiğim, sabahladığım, şarkı söylediğim düğünlerinde oynadığım, ağladığım bir “umut” için, bir “çare” ve bir “başka çözüm” için uzun yolculuklara çıktığım. İşte bu kişilerden biridir geçenlerde hayata veda eden, Sulukule’de kentsel dönüşüme karşı direnen Asım Hallaç.
Şimdi biraz filmi saralım geriye…
Sulukule yıkılmadan önce sur kapısından içeri girip yürüdüğünüzde iki katlı tarihi, cumbalı tipik bir Osmanlı evi ile karşılaşırdınız. Pencerenin önü sarmaşıklardan gözükmezdi, karşısındaki sur manzarasıyla mahallenin en güzel eviydi belki de. Orada doğup büyüyen 80’e merdiven dayayan “Necati Amca” karşılardı sizi. Ak saçlarıyla ömrünün sonuna kadar evini yıktırmamak için direndi. Ama olmadı, çabalarının üçüncü yılında hayata ve verdiği mücadeleye veda etti. Sarmaşık sokağın tam orta kısmında bir kahvehane vardı, “Şükrü’nün kahvesi”. Çiçekler ve güvercinlerle dolu bir avludan geçerek girdiğim kahvehanede duvarda asılı bir fotoğraf dikkatimi çekmişti. Kaytan bıyıklı, eli tespihli bir adam. Hem kahvehane sahibi hem de Şükrü’nün büyükbabasıydı. Sonra büyük babası babasına devretmiş, o da kendi fotoğrafını koymuştu. Şimdi ise ne bu üç nesil devam eden kahvehaneden ne de köşedeki sarmaşıklı evden eser yok. Yerlerinde lüks konutlar ve konutlarda yaşayan yeni sahipleri var. Kahvehanenin çaprazında bir sokak vardı, sokağın köşesinde bir çeşme. Sokağın adı da Küçükçeşme sokak.
Sokakta sokak hani! Kapı önlerinde oynayan kadınlar, cıvıl cıvıl çocuk sesleri, pencere önlerinde çamaşırlar, bir evden gelen Müslüm Gürses şarkısı.
Sokağın tam ortasındaydı Asım Amca’nın bakkalı. Küçük bir bakkal, içerde çocuk hiç eksik olmazdı ama aynı zamanda bizim belediye yıkımına karşı yapacağımız toplantıları, etkinlikleri, protestoları birlikte tasarladığımız yerdi. Asım amca uzun beyaz sakalları ve hiç değişmeyen kıyafeti ile kafasında takkesi, ayağında beyaz şalvarı ile karşılardı beni. Bakkalın içindeki küçük bir tabureye oturturdu. Bir yandan konuşur, bir yandan gelen kadınlara bir tane çocuk bezi, 200 gram peynir 150 gram zeytin, çocuklara gofret satardı. Çikolata parası çıkışmayan çocuğa da istediğini verir gönderirdi. Veresiye defteri kabarıktı. Bir de Asım amca mahallenin de her konuda en bilgili olanıydı. Bu yüzden onun bakkalına gelerek, mahallenin durumu ile ilgili bilgi alırlardı.
Asım amca tek tek anlatırdı gelene gidene 5366 sayılı kentsel yenileme yasasını, kamulaştırma kararını, yıkım tarihini, yapacağımız basın toplantılarını, planlarımızı tek tek, bir bir anlatırdı.
Unutmuyorum. Yıl 2007 Asım amca ile oturuyoruz bakkalında. Dedim ki “Asım amca ne güzel anlatıyorsun her şeyi. Neden yazmıyorsun? “
“Nereye yazayım” dedi.
“Bianet’e? Sen yaz, ben bilgisayara geçiririm.”
Birlikte Bianet’e gittik.
Asım amca bakkalda boş bulduğu kağıtlara yazdı, ben her hafta alıp bilgisayara geçtim gönderdim ve Sulukule Günlüğü başlığında yazıları çıktı…
O kadar çok şey var ki anlatacak… Çok direndik, aylarca toplantı yaptık, davalar açtık, Sulukule Platformu ile birlikte basın toplantılarına, tarihi evlerin tespit edilmesine yardımcı oldu, Alternatif proje için öğrencilerle çalıştı, hakları olmayan kiracılar için Fatih Belediyesi’ne karşı birlikte mücadele ettik, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda mahallesini savundu. Ve hiçbir zaman, kendisini yolundan çevirmek isteyenlere, edilen tekliflere boyun eğmedi.
Bu dünyaya iz bırakarak gitti, bin yıllık mahallesinin yıkılmaması için mücadele ederek direnerek. Bir de kalbime iz bıraktı.
Yazımı 2007 yılında Bianet’e yazdığı bir yazıdan bir bölüm ile bitirmek istiyorum. Bakın nasıl görmüş bugünleri ne yazmış Asım Hallaç :
“Vay vay, diye başlıyorum sözüme. Vay ki vay güzelim, dünyada iki kıtayı birleştiren ve tarih ve çeşitli medeniyetlere beşiklik eden İstanbul’un nasıl yozlaştırılıp peşkeş çekilmesine.
Bizler İstanbul’un tarihi yarımadasının Edirnekapı ve Topkapı arasındaki sur bandının iç kısımları tarafında Fatih ilçesi, Karagümrük nahiyesi, Neslişah ve Hatice Sultan mahalleleri ve Sulukuleliler ile iç içe yaşıyoruz.
Sulukule bölgesi genellikle varoş olarak “çöküntü alanı” olarak adlandırılıyor. Çünkü yaşayanların çoğu fakir fukara kesimi, işçi kesimi, ayrıca eğitim seviyeleri düşük, ekonomik nedenlerle liseye, üniversiteye gidemeyen gençlerimiz var.
Tabii İstanbul’un lüks ve eğitimli ve kapital sahiplerinin yaşadığı bölgelerde bu kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme projeleri uygulanmıyor; uygulamak da o kadar kolay değil. Bu yüzden önce bizimki gibi yoksul varoşlardan başlayıp sonra yavaş yavaş bütün İstanbul’u peşkeş çekecekler.
Zaten bazı alanlarda kamuya ait bazı merkezlerde de yavaş yavaş uygulama başlatıldı ve yeni imar planları çıkartılarak buralarda satılmaya ve bu sayede rantlar edinilmeye başlandı. Allah İstanbul gibi bir dünya incisi şehrimizi bu amaçlar için kullanan yöneticilerin, siyasilerin şerlerinden hem insanını hem tarihini, hem de bu merkezde yaşayan çeşitli kültürleri, yoksulları, azınlıkları korusun; bu benim temennim.”
Hacer Foggo‘nun bu yazısını sevdiyseniz, Sulukule Hakkında Biraz Daha Ayrıntı İsterseniz:
Sulukule: Kentsel Dönüşüme Bir Etno Direniş, Ülke Evrim Uysal