Futbolun Evrimi…

0
308

Futbola ilgisi olan herkes mutlaka hayatının bir döneminde şu tarz sorulara maruz kalmıştır:

Gelmiş geçmiş en iyi futbolcu kim?

Pele mi, Maradona mı?

Ronaldo mu, Messi mi?

Bu arada, bahsetmeden geçmeyelim.

Söz konusu spor ise taraf olmayı gerçekten çok seviyoruz. Ve bunu yaparken uçlarda dolaşmaya bayılıyoruz. Kendimi bildim bileli farklı spor dallarından birilerinin hayranlarına denk gelmişimdir ve o sporcuların rakipleri pek sevilmemiştir.

Ivan Lendl’cılar vs Boris Becker’ciler

Schumacher’ciler vs Hakkinen’ciler

(bağlantılı olarak Ferrari’ciler vs Mercedes’ciler)

Michael Jordan’cılar vs Magic Johnson’cular

Örnekler daha uzar gider, seviyoruz taraf olmayı!

Fakat, sosyal medyanın kitlelere yön vermeye başlamasından itibaren özellikle Ronaldo – Messi rekabeti tuhaf bir hal aldı. Birinin hayranı diğerinden nefret eder oldu.

İkisini aynı anda izleyebilen şanslı bir nesil olmanın tadını çıkarmak yerine, yerden yere vurmak için fırsat kollayan tiplerle doldu ortalık!

Penaldo nedir arkadaşım? Diğerine de Pessi diyorlar :))

Kendi adıma, ikisini de keyifle seyrediyorum. Son dönemlerde beni en çok heyecanlandıran futbolcu ise Kevin De Bruyne.

Ronaldo ile Messi aynı dönemde futbol oynadıkları için kıyaslama yapmak, takımlarına verdikleri katkıyı tartışmak ve birinin diğerinden daha etkili olduğunu düşünmek gayet normal. Pele ve Maradona’yı kıyaslamak ise tek kelime ile saçmalık!

Farklı zamanlar.

Farklı sistemler. (Hatta Pele’nin zamanında sistem yok, strateji var sadece. Diziliş ile sistemi karıştırmayalım lütfen)

Farklı antrenman teknikleri.

Farklı beslenme programları.

Farklı spor malzemeleri. (Bu maddeyi küçümsemeyelim, Adidas firmasının Alman milli takımı için yağmur kramponları ürettiği sene Alman milli takımı bol yağmurlu maçların ardından dünya şampiyonu oldu)

Pele’nin zamanında futbol durarak oynanıyordu. Yetenekli olan oyuncuları durdurmaya yönelik savunma yöntemleri yoktu. Formunun zirvesinde bir Maradona’nın o zamanlarda oynadığını hayal edin, saçma sapan skorlar çıkardı ortaya. Yine aynı şekilde Pele, 80’li yıllarda top oynamış olsa, o zamanın tekniklerine yetişmiş olacağı için büyük bir ihtimalle yine en iyilerden biri olacaktı. Bunların hepsinin varsayım olmasından dolayı, farklı dönemlerde futbol oynamış sporcuları kıyaslamayı doğru bulmuyorum.

Dünden bugüne futbolun değişiminden, evriminden kısaca bahsetmeden önce, son yıllarda spor programlarında sıkça duyduğumuz

“1. bölge, 2.bölge ve 3.bölge” hususunda birkaç kelam edelim.

Şundan lütfen emin olunuz efendim, bu tabirlerin asli görevi futbolu çok iyi biliyormuş gibi davranan yorumcuların cümlelerini süslemek değil, oyunun stratejisini ve taktiğini mümkün olduğu kadar hatasız uygulanabilir kılmaktır. Bunu eksiksiz bir biçimde kalabalık bir oyuncu grubuna anlatabilmektir.

Şayet bir yorumcu “x takım 2.bölgeyi çok yavaş geçiyor” tarzı sığ yorumlar yapıyorsa sakın itibar etmeyin.

Hafta boyunca takımla antrenman yapıp maçtan önce de soyunma odasında teknik ekibi dinlemediyseniz, teknik direktörün tam olarak takımından ne istediğini anlayamayabilirsiniz. Maç yorumlarken bölgelerden bahsetmek, süslü cümleler kurmaktan ileri gitmez. Bu profesyonellerin işi!

Biz yine de kısaca bölgeleri tarif edelim, bilmeyen varsa ortamlarda havasını atsın 🙂

1.Bölge

Defans hattı diyelim kolay anlaşılsın.

Kalemizden kendi yarı sahamızın yarısına kadar olan bölüm.

2.Bölge

Kendi yarı sahamızın ortasından rakip yarı sahasının ortasına kadar olan bölge. Hani nereye baksak N’Golo Kanté’yi gördüğmüz bölge.

3.Bölge

Birinci ve ikinci bölgeleri anladığınızı varsayarak uzun uzun anlatmıyorum.

Üçüncü bölge sahanın geri kalan kısmı oluyor. Hücum hattı diyelim.

Futbola pek ilginiz olmadığı halde bolca futbol konuşulan ortamlarda sessiz kalmak sizi üzüyor mu?

Artık üzülmeyin!

Az önce öğrendiğiniz tabirler ve biraz sonra öğreneceğiniz cümlelerle, siz de en az kahvedeki Memduh abi kadar konuya hakim olacaksınız.

“1.bölgeden uzun toplarla çıkmak acizliktir”

“Takım adeta akıyor, 2.bölgeyi çok çabuk geçiyoruz “

“3.bölgede çoğalamıyoruz, daha şutumuz yok”

“Yapılan değişikliklerden sonra orta sahaya dinamizm geldi, 2.bölgeyi domine ediyoruz”

Futbolun değişimi futbol sahasının 3’e bölünmesiyle bitmedi elbette. Parça pinçik ettiler o sahayı, satranç tahtasına çevirdiler. (Lukas Podolski beni andı)

Çok fazla detaya girmeden üzerinden geçelim.

Sahayı boylamasına 3 eşit parçaya ayırıp, bölgelerimizi belirledik.

Kanatları ve merkezi ayırt edebilmek adına sahayı bir de dikey olarak parselledik.

Bu iki işlemi aynı saha şablonunda kullanırsak sahamızı 9 eşit parçaya bölmüş oluyoruz.

Bu da yetmemiş, günümüzde daha küçük parçalara ayırmışlar futbol sahasını.

Taktik bilgi ile matematiği birleştirip, istatistik biliminden faydalanabilmek için bu tarz bir değişikliğe gidilmiş futbolda.

Birinci, ikinci ve üçüncü bölgeleri ortalarından ayıracak 3 yatay çizgi ile tam 18 parsele bölünmüş.

İşte tam bu noktada istatistik bilimi devreye girmiş ve 14.parselin adeta bir altın madeni olduğunu ortaya çıkarmış. Gollerin çoğunun  dolaylı da olsa bu bölgeden gelmesi, defansif stratejilerin değişmesine ve gelişmesine neden olmuş.

Sürekli değişen taktiksel futbolda, dikey çizgilerin arttırılmasıyla bugünlerde çokça duyduğunuz “half space” kavramı çıkmış ortaya.

İş artık öyle bir noktaya geldi ki, en üst seviyedeki takımlar mevcut taktiklerin hepsini kusursuz uygulamaya çalışıyor. Maç içinde sürekli strateji değiştiriyorlar, bilimsel metotların hepsinden faydalanmaya çalışıyorlar.

Tarif yapmadan geçmeyelim, “half space” merkez ile kanatlar arasında kalan iki eşit koridora deniyor.

Bir dönem Bundesliga’da yapılan her 103 ortada sadece 1 gol atılması Alman futbol adamlarını farklı çalışmalara zorladı. İşte tam da burada “half space” kullanımının önemi gözler önüne serildi. Orta yapmak yerine bu bölge üzerinden çizilen hücum setleri, gol atma ihtimalini kıyaslanamaz bir şekilde arttırdı.

Futbol gelişmeye devam edecek. Artık sadece yetenekli olmanın futbolcu olmaya yetmediği bir dönemdeyiz. Seneler önce bir futbolcunun maç başına 4 bin, 5 bin metre koştuğu zamanlardan 11 bin, 12 bin metrelerin koşulduğu zamanlara geldik.

Hem atlet olacaklar hem de bütün bu taktiksel karmaşayı anlayacak donanımda olacaklar.

Bütün bu taktik savaşları, dozu katlanarak artan antrenmanlar yüzünden futbolcuların makine gibi olması işin seyir zevkini azaltmıyor değil! Daha önce de dile getirdiğim gibi, işin taktik kısmını anlamaya çalışırsak seyrettiğimiz şeyden çok daha fazla keyif alabileceğiz.