Uzun zamandır birçok şey anlatmak istesem de hiçbirini yazamadım. Evet, belki bunu bir çocuk söyleseydi, yetişkinler olarak vereceğimiz cevap; “bu, işin bahanesi, yapabilirdin!” olurdu ama gerçekten çok çalışıp, az dinlenebildiğim bir süreç geçirdim. Hâlâ yapmam gereken çok şey var, yazmak da bunlardan bir tanesi. Tüm bu yoğunluk arasında, nihayet küçük bir fırsat bulup, “yazabilirim” dedim ve kelimeleri ekrana dökmeye başladım. Sevgili editörümün bana karşı sabrı için özel teşekkürlerimi iletmek isterim.
Okulların açılma telaşesi, pandemi algoritmaları ne oldu, açık kalıyor muyuz, kapanıyor muyuz, çocuklara aşı yok mu derken 1.dönemi bitirdik bile. Bu arada eğitime hiç ara vermedik, sürekli öğrendik öğrettik ve ne öğrendiğimizi görebilmek için sınavlarımızı tamamladık. Bu koşturmaca arasında ben ise, merkezine öğrencilerin kalıcı anlamalarını koyan, sınıfta anlamak için gayret eden çocuklara öğretmenlerin rehberlik etmesini hedefleyen bir eğitim modeli (UbD) ile ilgili eğitimler aldım. Yeni yüzyılda bilgiyi bulmak çok kolay ama onu anlamak ve hayata transfer etmek çok zor. İşte bu eğitim modeli de bunun üzerine bakış açısı geliştirmeyi hedefliyor.
Her yazımda çocuklar üzerinden düşünüp, olaylara onların gözünden bakmaya çalışıyorum. Elbette böyle bir bakış açısıyla aynı konuda birçok yazı yazılmış ya da yazılacaktır ama bu sefer konuyu yetişkinler üzerinden ele almak istiyorum. Yazının başlığında da belirttiğim gibi yeni yüzyılda yetişkin olmanın en önemli argümanı, hiç durmadan bir şeyler yapmak, biten her şeyin yerine başka bir şey, her görevin yerine yeni bir görev, her öğretinin üzerine hoop hemen başka öğretiler. Yetişkinler olarak ikiye ayrıldığımızı gözlemliyorum; bir taraf sürekli, durup düşünmeksizin hareketin içindeyken, diğer taraf buna karşı koyan ve uzun soluklu alışkanlıklarından vazgeçmeyerek sadece bulunduğu yeri korumaya çalışıyor. Ben mi? ben hareketçilerdenim, hep öğrenmek isterim, yapabileceğim yeni aksiyonlar, yürüyeceğim yollar ararım. Hatta, şu bir koltukta 3 karpuz taşıyor dediklerindenim ben. Yeniliklere açığımdır, iyi niyetle işlere koyulur, bitirmek için hep çok çalışırım. İşte bu dönemde yine böyle arka arkaya aksiyonun olduğu güzel başlangıçlar yaptığım, zor işleri tamamlamaya çalıştığım bir dönemdi. Tüm öğrenciler gibi çok çalıştım. Ve tabi ki ara dönem tatili için bir sürü aktivite planladım. Okuyacağım makaleler, yapacağım araştırmalar, kitaplar, filmler, diziler ve geziler…
Dönem biterken yaşadığım gerilim ve tamamladığım işlerden o kadar yorulmuşum ki tatil başladı hatta bitti, ben ise sadece durdum. Durduğum yerde düşündüm. Yaptığımız eğitimi, çocukların neyi ne kadar öğrendiğini, girdikleri sınavları, açıklanan sınav sonuçlarını, tüm bunlara ek, her bir çocuk için ayrı ayrı öğretmenleri tarafından titizlikle hazırlanan gelişim raporlarını, kaç çocuğun bunları dikkatlice okuyup kendi için sonuçlar çıkarabileceğini düşündüm. Sonra da aynada kendime baktım, katıldığım eğitim ne idi, hâlâ devam eden eğitimlerim neye fayda sağlayacak, bu eğitimlerden öğrendiklerimizi nasıl uygulayabiliriz, bu dönem tamamlayacağım kalan işlerim neler. Aslında öğrendiklerimizi hayata transfer edemediğimizi, bir şeyi ya yapmadığımızı ya da yaptık mı, onu uygulayabileceğimiz sahalara ulaşmadan tüketip, yerine hızlıca yenilerini koyduğumuzu fark ettim.
Anlamak, o işin manası idi ve bir kelimeden, bir sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne idi. Anlamak, aslında içselleştirmek demekti. Bizler, ezberlemeden, aceleye getirmeden daha sonra güzelce hatırlayabileceğimiz şekilde neler yapıyoruz ki çocuklardan da bunları bekliyoruz. Herkes yapılacak işler konusunda lider, başkalarından beklentiler hep en üst düzey, görevini lâyıkıyla yerine getiriyorsan tebrik edilmek yerine olan görevlerine yenisi ekleniyor. Baktığımız zaman eğitim sistemimiz de böyle değil mi? Çocuklara hep sorumluluklarını hatırlatıp hep eksiklerini vurguluyoruz. Hem eğitimci hem de ebeveyn olarak farkındalıklarını sağlamak için onlara doğru rehberlik eden kaç kişiyiz?
Diyeceğim odur ki, çocuklarınızla konuşurken acele etmeyin, onları germeyin, sorumluluklarını hatırlatmak yerine, neleri eksik yapıyor olduklarını kendilerinin anlamalarını sağlayın. Çocuklar umut ve hayatın neşesidir. Sorumluluklar altında ezerek değil, sabırla, gereken zamanı tanıyarak, öğrendiklerini anlamalarına yardımcı olmalıyız.
Bu yazı okul bahçesinde Sefo’nun “Bilmem mi?” şarkısını söyleyerek bize hayatın neşesini hatırlatan yüzlerce öğrenciye ithaf edilmiştir.