Küçük Kara Balık

0
274

Keşke yürürken aklımdan geçenleri yazabilen bir sistem olsaydı. Hayır, “Ses kaydı al,” demeyin çünkü aklımdan geçenleri sesim bölünce de akış aynı şekilde devam etmiyor. Aklı hiç konuşmayan insanlar varmış biliyor musunuz? Kimisi hiç ses duymazmış. Benimkisi ise susmuyor. Bir ara yolculuğumuza kısa bir ara vermiştik ama sonra geri geldi. Doktorum o sesi birinin sesiyle özdeşleştirmemi söylemişti. Kemal Sunal’ın sesini denemiştim bir ara, baya eğlenceliydi.

Sinan Abi’ye kitaplar hakkında yazmak istediğimi söylemiştim bir süre önce ama hangi kitaplar hakkında yazacağıma karar verememiştim bir türlü. Bunun nedeni de şu yeni çıkan kitapları okumaktan ve yazmaktan gerçekten usanmış olmam. Dün terapi esnasında doktorla iş yoğunluğundan ve yaptığım işin değerlerinden bahsederken en son ne zaman sadece canım istediği için bir kitap okuduğumu düşündüm. Bulamadım. Ya sadece asistanlığını yaptığım konular hakkında okumak, röportaj yapmak için kitap okuyorum. Üzerine çalıştığım konuları, araştırma kaynaklarını okumaya bir köşeye bırakalım; yazı ya da röportaj için okuduğum kitapların telifleri bir market poşetini bile doldurmayacak ücretler artık. Eli yüksekten açtım değil mi, telif ne, market poşeti ne kadar?

Peki insan yıllardır yaptığı şeyi bir anda bu kadar önemsizleştirirse ne olur? Kitaplar hakkında yazmak ya da kitapların yaratılmasına yardım etmek bana bir önem atfeder mi? Buna tek bir cevabım var: Hayır. Yeryüzünde her şeyin bu kadar önemli olduğu zamanda önemsiz olmayı tercih ediyorum. Bunu narsisistik bir tevazu olarak değerlendirebilirsiniz fakat öyle değil. Tek söyleyebileceğim, geçinmek için okumaktan yoruldum.

Hayat gerçekten zor. Her sabah uyanıp hayatta kalmaya çalışmak gerçekten yorucu. İdeolojilerimi elimden aldılar. Özel hayatımda kimse yok. Kiminle konuşsam dertler derya olmuş ama bir sandalımız bile yok. Herkes yorulmuş yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmaktan. Doktorum hâlâ mutluluk peşinde olan insanlardan bahsediyor, benim hayat enerjim ise tırnaklarıma cila sürmeye bile yetmiyor.

Perşembe günü terapi sonrası, okumayı öğrendiğimden bu yana bana iyi gelen kitapları düşünmeye başladım. Neydi beni iyileştiren, kafamı açan, nefes aldıran, büyüten, içeriği ne olursa olsun okuduğum için kendimi iyi hissettiğim kitaplar? Eğer sıkılmazsanız size bu yazı dizisinde bu kitaplardan bahsetmek istiyorum. “15’te bir,” dedim Sinan Abi’ye ama biraz gazla her hafta da yazabilirim, neden olmasın?

Hafızamda ilk okuduğum kitap olarak kalan Küçük Kara Balık’la başlamak istedim seriye. Kendi hafızam diyorum çünkü çocukluk hafızası işte, başka bir şey de okumuş olabilirim. Ayşe Ablam’ın işyerinden bir arkadaşı hediye etmişti. Mercimek kadardım. Ablam bir dergide çalışıyordu, ben de ne sebeple hatırlamıyorum ama bir şekilde İstanbul’a gelmiştim ve onun çalıştığı dergide ortalığı karıştırıyordum. Bana kitabı alan abinin kocaman biri olduğunu hatırlıyorum. Şimdi yazıyı yazarken de bölünmemek için Ayşe’ye “kimdi, neydi” diye sormuyorum.

Küçük Kara Balık, Samed Behrengi’nin 1968 yılında yayımlanan çocuk kitabı. Şimdiye kadar pek çok farklı insan tarafından resimlendirildi. Storytelde Yiğit Özşener’in sesinden de dinleyebilirsiniz. Kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda sakinleşmek ve uyumak için dinlediğim kitaplardan biri.

Küçük Kara Balık bize en kolay tanımıyla özgürlüğü anlatır. Annesiyle ırmakta yaşayan Küçük Kara Balık, aynı yerde dönüp durmaktan sıkılmıştır. Irmağın dışına gitmek istediğini de annesine olmadık bir saatte, sabahın köründe beyan etme gereği duymuştur. Anne-çocuk arasındaki tartışmaya diğer balıklar da şahit olur. Zavallı veledin ne filozofluğu kalır, ne diğer balıkları yoldan çıkarmaya çalışması ne de annesine akıl veren bir bücür olduğu. Bütün yetişkinler ağzına geleni çekinmeden söylemeye başlar. “Elalem cumhuriyeti” her zamanki gibi işin başındadır.

Benim büyüdüğüm mahallede de bu elalem cumhuriyeti vardı. Herkes başkalarını kendisini düşünmediği kadar düşünür ve yargılardı. Şimdi ise bunun için sosyal medya var ve dünyanın en zengin heriflerine söylentilerimizle para kazandırıyoruz. Ne acayip! Mahallede hiç yoktan kavgalar ve yüze tükürmelerin bir gerçekliği ve eğlencesi vardı. Her neyse…

Küçük Kara Balık’ta bir zaman sonra olaylar büyür, çocuğuna laf geçiremeyen anne suçlanır, çocukla aynı şeyleri düşünen ve vefat eden salyangozun ölümü nasıl hak ettiği konuşulur. Suyun içinde, ağızlarından tükürükler saçarak tartışan balıklar vardır ve anne balık ağlamaya başlar. Ve Küçük Kara Balık kimseyi dinlemez, herkese veda eder, yolculuğuna başlar.

Ah ne güzel yolculuktur o!

Bu ara sadece kafamı dinlemek için iki günlüğüne de olsa tek başıma kalacağım bir yere kaçmayı düşünüyorum. Takvimdeki işlere ve cebimdeki paraya bakınca boş boş evde oturmamım bile günlük maliyetinin altından kalkamıyorum. Bir yandan da bu kaos zamanın öyle hızlı akmasını sağlıyor ki vazgeçemiyorum. Bu yazıyı yazdığım sabah hiç olmadık bir saatte uykumu almış olarak uyandım ve kendime bu kadar uzun bir gün istemediğimi söyledim; kendimi zorladım ve geri uyudum. Çünkü zaman hızlı akmalı. Le petit mort. (Bir küçük ölüm.)

Bizim balık, yolculuk sırasında da ortalığı karıştırmaya devam eder. Karşısına çıkan yavru kurbağaları cahillikle suçlar, yengeçle aşık atar, kertenkeleye dost görünmeye çalışır, bir ceylanın vurulmasına üzülür, yavru balıklarla pelikanlar hakkında konuşur. Ve sonra kendisini bir sürü balıkla beraber bir pelikanın kesesinde buluverir.

Bu pelikan bana yaşadığımız dönemi ve mevcut liderleri hatırlatıyor. “Hemen şimdi sizi yutmak istemiyorum. Depolanmış balığım var.” Biraz daha endişeyle yor kalbimizi padişahım, zaten kalp dediğin artık kan pompalamaya bile güç bela derman buluyor. Biz de işte keseyi yırtmaya çalıştık ama elimizdeki hançer meğerse bileysizmiş. Kendimizi midede bulduk ansızın. Ay zaten pek heves etmiştik neşeye, ne gerek vardı yahu!

Neyse ki bizim Küçük Kara Balık pelikanın kesesini yırtmayı başarıp tekrar denize yollandı. Yollandı da ne oldu? Bu sefer de balıkçılın eline düştü. Allah’tan hançeri hâlâ elinde de bir umudu var veledin. Ve fakat bu masalın sonunda Küçük Kara Balık’ın akıbetinin ne olduğunu maalesef bilmiyoruz.

Ertesi günü düşünemez halimi hatırlatıyor masalın sonu bana. Oysa bundan tam on yedi sene önce, evden kaçmak ne kadar heyecanlıydı. Durun durun, pişman falan değilim. İyi ki yaptım, bugün olsa yine yaparım, o ayrı. Bu kitabı ilk okuduğumda Küçük Kara Balık hakkında ne düşünmüştüm kim bilir? Ama bugün tekrar okuyunca evden kaçmayı asla aklına getirmeyen insanlara şaşırdığımı söyleyebilirim. Sonucu ne olursa olsun, en güzel hikâye kendi yazdığınız hikâyedir. Çünkü hayatta, “Ben yaptım, benim tercihimdi, günahıyla sevabıyla benim,” demekten daha önemli ne var bilmiyorum. İnsan kendi hayatına hakkını helal edemedikten sonra herkes ona hakkını helal etse ne yazar? İçimde Turuncu gemi dönmeyecek geri çalıyor.

Küçük Kara Balık’ın karşısına çıkanlar evrenin kötülükleri içinde ne ki! Bu çağın deyyusları yanında masum bile kalıyorlar. Oysa kötülerin iyiliği temsil ettiğini düşünen kaç milyon insan var, aklımız almıyor. Sihirbazlık yeteneklerine şapka çıkarıyoruz!

Bir dahaki sefere hangi kitapla devam edeceğimi hiç bilmiyorum. İyi değilim, iyi de olamıyorum, olmaya çaba sarf edecek kadar zamanım bile yok üstelik. Ama bu demek değil ki burada neşeli kitaplardan bahsetmeyeceğim. Belli mi olur, gelen yazla belki oynar gönlümün yayları?

Hâl-i pür melâlim budur.