Menü: Teknik Direktör…. Afiyet Olsun…

0
310

Teknik direktör bir futbol takımı için en önemli noktalardan birisidir. Nasıl bir kadro yapısı kuracağından, lig sürecinde hedeflediğin sıralamaya kadar onlarca, belki yüzlerce hedefi birlikte belirlediğin kişi… Ülkemizde maalesef teknik direktörlerin önemi yeteri kadar bilinmemekte. Bunun sebebini futbolu, futbolculardan ibaret görmeye bağlıyorum. Bir teknik direktör düşünün 30 yıldır şampiyon olamayan Liverpool’u şampiyon yapan… Jürgen Klopp. 15-16 sezonunda göreve başlayan Klopp, 19-20 sezonunda Liverpool’u şampiyon yapabilmiş. Bugün dünyanın en iyi takımlarından birisi olan, belki en iyisi olan Liverpool’u koca bir beş sezon sonra şampiyon yapabilmiş. Bunun bizim ülkemizde olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Futbol içinde bir sirkülasyon barındırır. Sürekli yenilenir, değişir ve bir yapılanma gerektirir. Ülkemiz ligi oldukça küçümsenmekte. Küçümseyenler haksız da sayılmaz aslında. Oyuncu satışı yok denecek kadar az, yayıncı hala belirlenmemiş, her iki ayda bir yeni hoca değiştiren kulüpler mevcut… Saymakla bitmez aslında. Fakat bu ligi geliştirmek için kulüplerimiz ne yapıyor? Evet bir senede şampiyon da olunabilir fakat hangi kulüp bir sezon şampiyon olmayıp, yapılanarak senelere ambargo koymayı amaçlıyor? Kendim soruyorum, kendim cevaplayayım: HİÇBİRİ.

Ülkemize onlarca futbol ismi geldi. Aragones, Lucescu, Del Bosque, Löw… Bu isimlere baktığımızda ülkemizde başarısız olduklarını söylemek mümkün. Bu onları kötü antrenör mü yapar? Asla. Bu isimler buraya gelirken normal bir futbol ikliminde çalışacağını düşünerek geliyor aslında. Belki de yanıldıkları en büyük nokta burası. Biz normal bir futbol ikliminde değiliz. Saha içinden tutun da saha dışına kadar. Hakemlerimiz yeri geliyor soyunma odasına kilitleniyor, yeri geliyor saha içinde dövülüyor. Oyuncularımız maçları kaybettiği günün ertesi günü sokağa çıkamıyor.

Osayi’nin açıklamasına bakalım: “Kötü sonuç alındıysa dışarıya çıkmamak en iyisi. QPR’de maç kaybedince arkadaşlarımla dışarıya çıkıp kafamı boşaltabiliyordum, düşünmüyordum. Burada aynı şeyi yaparsam insanlar işime odaklanmadığımı düşünür.” 

Futbol iklimi derken kastettiğim de bu aslında. Teknik adamlar seçilirken belirli kriterler göz önünde bulundurulur. Yıldızları yönetme konusunda ilk sırada Ancelotti gelir herkesin aklına mesela. Topa sahip olma, hücum sirkülasyonunda ise Guardiola. Yine aynı şekilde Geggenpress, yapılanma dediğimizde Klopp. Takımlarımız teknik direktör seçerken ne amaçlamakta mesela?

Fenerbahçe örneğine baktığımızda bir tarafta Alman futbolunu yapılandıran Löw. Diğer tarafta kısa, uzun vadede gittiği takımlarda bütün kupaları toplamayı amaçlayan; yarışmacı takımına bir genç yerleştiren Jesus. Bu iki isim de ülke futbolu açısından buraya getirmesi zor isimler, kabul. Fakat oyun yapıları ne kadar benzer? Yapılanma konusunda vadettikleri ne kadar örtüşüyor?

Beşiktaş örneğine bakalım. Valerien Ismael gelmeden önce anılan hoca Şenol Güneş. Birisi üçlü formasyon oynatır, diğeri kariyerinde belki çok az bu formasyonu denemiştir. Ortak nokta nedir? Neden seçim yaparken sabit bir plan üzerinden bir şeyler planlayamıyoruz?

Bir futbol takımı için teknik direktör elbette önemlidir ancak hocaya göre beklenti ayarlamak da en az onun kadar mühimdir. Yapılanma için akla gelen hocalar farklıdır, kısa vadede kupa kazandıran hocalar; kariyerini kupalar üzerinden şekillendiren hocalar farklıdır. Elbette futbolun yarışmacı kimliği dolayısıyla ilk amaç kupalar kazanmak, başarılar elde etmektir fakat gün gelir geleceğin başarısını elde etmek için kaybedilen yılı da başarıdan saymak gerekir. Biz bunu neden yapamıyoruz? Bence bu konuda en çok kendimizi sorgulamalıyız.

Ben bu yazıyı yazarken Rangers Uefa Finali’ne kaldı mesela. 2013 yılında 4. Lig’de bulunan Rangers’dan bahsediyoruz. Hocası Gerrard’ı Premier Lig’e yollayan Rangers nasıl aynı sistem ile devam edebiliyor? Çünkü oturmuş bir yapı mevcut.

Futbolda elbette felsefeyi belirleme noktasında teknik direktör çok önemlidir ama orada bulunan oyuncu yapısı, yönetimin futbola bakışı da bir o kadar önemlidir. Bulunan personel bile oradaki sistemin temel taşlarındandır benim adıma. Personel mutlu olursa, oyuncuları mutlu eder. Oyuncular mutlu olursa, hocasını mutlu eder. Hocası mutlu olursa, taraftarını mutlu eder. İçinde bu kadar farklı bağlam barındıran bir spor dalını basite indirgemek, bir sene içerisinde her şeyin oturmasını beklemek içinde çok fazla şans faktörü barındırıyor. Şansın varsa hepsi bir arada gider ve şampiyon olursun fakat sistemin varsa belki ilk sene olamazsın ama geleceğini güvence altına alırsın.

Ben bu tarz bir yazı yazarken aklımda çok güzel hayaller barındırsam da bizim tez canlılığımız maalesef değişmeyecek. Belki de bizim en büyük kusurlarımızdan birisi bu. Çok tez canlıyız. O kadar tez canlıyız ki; bir yapılanma oluşturacak sabrımız yok. O kadar tez canlıyız ki; sırf hoca getirebilmek için bütün şıklara aynı anda basıyoruz. O kadar tez canlıyız ki; forvet almak için forvet alıyoruz. Oyun yapısına uygunluğunu sorgulamıyoruz bile.

Demem o ki; biz bu coğrafyada, bu tez canlılıkla daha çok hoca, futbolcu, yapılanma ve fikir yeriz. Ülke puanında günden güne geriye gideriz. En son da her zaman yaptığımız gibi birbirimizi yeriz.

Afiyet olsun…