Türkiye’de manevi danışmanlık projeleri son yıllarda artarak devam etmekte; çeşitli Bakanlıklar ve ilgili kurum/kuruluşlar arasında gerçekleşen protokoller neticesinde ortak çalışma alanları yaratılarak manevi danışmanlık hizmetine dair çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda, “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) protokolü ile İzmir’de 842 okula “manevi danışman” atanmıştır. İlgili projenin hem İzmir hem de başka şehirlerdeki okullarda devam etmesine dair haberler ardından görünür kılınan protokolün, gelişim sürecindeki çocukların yaşayabileceği çocuk hak ihlalleri açısından değerlendirilmesi elzem hale gelmiştir.
İlk olarak, gelişim sürecindeki çocukların hayatı anlamlandırma çabası, manevi olarak gelişimi birçok aşamada gerçekleştiği gibi çocukların hayatı, içinde bulunduğu koşulları sorgulaması, sorması, anlam arayışında oluşu oldukça olağandır. Çocuğun manevi olarak dirayetli olması için çocukta güven duygusunun, sevginin, bağlanmanın, hayatta bir amacının varlığı oldukça önemlidir. Bu durum çocukların tedirginliklerini gidererek ruhsal dünyalarında güvenin ve rahatlamanın inşasını sağlayacaktır. Bunun için ise çocukların bilgi edinmesi ve meraklarının doğru şekilde giderilmesi gereklidir. Çocukların manevi olarak gelişimi için ise aile, çevre, okul gibi kendi çemberine en yakın halkaların çocuğun gelişiminin önünü tıkamaması veya kapatmaması gerekmektedir. Zira, merak etme özgürlüğü ya da merak etme duygusu elinden alınan veyahut dindarlık çatısı altında tek tipleştirilen çocuğun anlam dünyasının zedelenmesi kaçınılmazdır. Bununla birlikte eğitim sistemine entegre edilen protokol ile sorulması zorunlu hale gelen bir soru bulunmaktadır:
“Türkiye’nin değişik yerlerinde yaşayan/okuyan her bir çocuk, aynı anlamın peşinden mi gitmektedir?”
Soruyu ilk okuduğum andan itibaren yüzümde buruk bir tebessüm ile yanıtı aslında ne kadar kolay diyorum. Ancak buna rağmen Türkiye’de her çocuğun sağlıklı gelişimine uygun, kapsayıcı, nitelikli eğitim politikalarının tercih edilmediği “makul olan algısının çoğunluk olduğu” gerçeği ile yüzleşiyorum. Bu kapsamda yazının konusu olan, Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesine tekrar göz gezdiriyorum. Proje, çocuğun kendini keşfetmesine imkan sağlaması, kapsayıcılık ve nitelik yerine, çocukların belirli aynı zamanda Türkiye’de çoğunluk olan kesime göre tek tipleştirildiği, merak duygularının ve sorgulamalarının zayıflatıldığı, kendi hayatlarındaki anlam arayışlarına uygun yanıtlar yerine toplumun geneline uygun yanıtları bulacakları bir proje. Her ne kadar bu projenin amacının “…millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine” imkan sağlayacağı olduğu ifade ediliyor olsa da çocukların aynı anlam, maneviyat peşinde olmadığı, maneviyatın yalnızca din demek anlamına gelmediği, aynı soruları sorup benzer yanıtlar aramadığı kabul edilmelidir. Bu kapsamda, protokolün çocuğun gelişiminin önünü tıkaması veya kapatmasının muhtemel olduğu ise ayrı bir gerçektir.
Hak ve özgürlüklerin teminatı olan laiklik anlayışının adeta üzerini çizen “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” gelişim sürecindeki çocukların yaşayabileceği çocuk hak ihlallerini de gündeme getirmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 2. maddesi uyarınca çocuklar arasındaki ayrımcılık yasağı her bir çocuğun güvencesi olmalıyken ÇEDES projesi her bir çocuğun inanç, düşünce ve değerlerine eşit mesafede durmayarak “tek tipleştirmeyi” dayatan, “tek tipleştirmeyi” doğru bulan bir projedir. Zira, okullarda farklı kimlik, inançlara sahip çocuklar da öğrenim görmektedir. Bu proje, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 2. maddesi uyarınca farklı inanca ya da felsefi düşünceye sahip çocukların ayrımcılığa uğrama ihtimalini arttırarak, çocuklar arasındaki iletişimin olumsuz etkilenmesine sebebiyet verecek ve ötekileştirmeyi bir bakıma damgalamayı keskinleştirmeye neden olacaktır. Laik eğitim, taraf olunan uluslararası sözleşmeler ile Anayasanın bir gereği olarak Devlet eğitim sisteminde ayrımcı olmayan politikaları benimsemekle yükümlü olup eğitim sisteminde kapsayıcı, nitelikli, eşitlikçi, çoğulcu ve bilimsel düşünceleri ana eksenine alarak çocuğun sağlıklı gelişimine katkı sağlayan politikaları hayata geçirmelidir.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 14. maddesi uyarınca sözleşmeye taraf devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı göstermekle yükümlüdür. Bununla birlikte, eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş̧ bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı Anayasanın 42. maddesi ve Milli Eğitim Kanununun 2. ve 56. maddesi ile güvence altına alınmıştır. İlgili maddeler uyarınca, Devlet tarafından çocukların din ve inanç özgürlüklerine saygı gösterilmesi, çocuğun eğitim ve öğretim hayatında çağdaş̧ bilim ve eğitim esasları uyarınca öğrenim görmesi devletin temel yükümlülüğünün gereğidir. Oysa ÇEDES projesi kapsamında “Diyanet gençlik merkezleri, okuma salonu, genç ofis ve camilerde manevî danışmanlık ve rehberlik hizmeti yapan vaiz/vaize, din hizmetleri uzmanı, Kur’an Kursu öğreticisi ve din görevlileri”nin manevi danışmanlık hizmeti vereceği düzenlenmiştir. Okullarda psikolojik danışman ve rehberlik uzmanları bulunmasına rağmen pedagojik donanımı bulunmayan, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına uygun olmayan şekilde manevi danışmanlığı sağlayacak din görevlileri ile çocuğun ana eksene alınmadığını, çocuğun üstün yararının gözetilmediğini bir kez daha görmekteyiz. Yazıda açıklanan nedenler ile çocuğun sağlıklı gelişimini olumsuz etkileyecek bu proje, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 14. maddesi uyarınca da çocuğun inanç özgürlüğüne eşit mesafede durmayarak çocuk haklarını ihlal etmektedir. Bu kapsamda, çocukların din ve inanç özgürlüğünü ihlal eden, ayrımcı, bilimsellikten uzak olan projeye derhal çocuklar ve gelişimleri için son verilmelidir.
Kaynakça:
2- Çocuklarda Hayatı Anlamlandırma Süreci
3- Çocuklar ve Gençler Dinin Siyasallaştırılması Girişimlerinde Araç Olarak Kullanılamaz