Romanların konuştuğu Romanes dilinde “yutan” anlamına gelen ve zulmün şiddetini ifade eden Porajmos, 2 Ağustos 1944 gecesi yaklaşık 3.000’e yakın Roman ve Sinti’nin Naziler tarafından soykırıma uğradığı günü ifade etmede kullanılmaktadır. Porajmos, düşünceye gereksinimin duyulmadığı bir dönemde çığlıkların ve gürültülerin gölgesinde, kırılgan kanatlarla çırpınanların hikayesidir. Hepimizin izledikten sonra unutamadığı o meşhur “Çingeneler Zamanı” filminde şöyle bir replik bizi karşılar;
“Kanatlarımı koparmak istiyorlar, kanatları olmayan bir ruh nedir ki? Benim ruhum özgür. Bir kuş gibi özgür.”
Zordur bir tarihe tanık olmadan anlatmak. Hele ki tarih yeni yeni yazılıyorken. Tarihi anlatmanın zor olduğu kadar insanlık tarafından kabullenilmesinin de bir o kadar zor olduğunu gördük. İlerleyen kısımlarda buna da değiniriz. Yaşadığımız dünya üzerinde önemli tarihlere ve olaylara normal akışında bakarsak bir takvim yaprağından öteye gitmeyecektir. Belirli bir tarihte gerçekleşen olayları hatırladığımızda, bir bütüne bizleri götürebilmeli. Sadece geçmişe değil, aynı zamanda geçmişe bakarak geleceği de değerlendirebilmeliyiz.
“Avrupa’da Roman Karşıtı İlk Uygulamalar”
Avrupa’da oluşan Roman karşıtlığı, Avrupa’daki Romanların yaşamı kadar uzun ve zulüm barındırmaktadır. Orta Avrupa coğrafyasına ilk Roman göçünün 1000 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor. Göç bölgelerinden biri olan Avrupa’ya gelerek burada yıllar içerisinde Avrupa halklarının bir parçası oldular. Romanlar kendilerini “Roman, Sinti ve Manouches” gibi birçok adla tanımlamaktadır. Ülkemizde ise kuzeye göç edenlere “Lom”, batıya göç edenlere “Rom”, doğuya göç edenlere “Dom” deniyor. Bir de İç Anadolu’da Romanlar gibi yaşayan “Abdallar” mevcuttur. Tüm bu gruplar Roman olarak adlandırılsa bile her grup kendi isimleriyle kendilerini tanımlıyor. Çünkü her grubun farklı dilleri ve kültürleri var ama mağduriyetleri hep aynı olmuştur. Çoğu toplum bu grupları “Çingene” olarak adlandırmakta ve bu kelimeye olumsuz çağrışımlar yüklemektedir. Romanlara karşı nefret ve güvensizlik gibi tüm olumsuz çağrışımlar, Roman karşıtlığı olarak adlandırılmaktadır.
17. Yüzyıl’dan itibaren Roman karşıtlığı birçok Avrupa ülkesinde başlamış, çeşitli yasa ve yönetmeliklerle hedef haline getirilmeye başlanmıştı. Romanlara yönelik baskı ve saldırılar, göç ettikleri yerlerde yerel halk ile olan iletişimlerindeki farklılıklardan kaynaklandı. Ortaya çıkan karşılıklı güvensizlik duygusu iki tarafın da hatalar silsilesi ile devam etti. Genellikle suçluluk, hastalık yaymak ve casusluk gibi suçlamalarla toplumun dışına itilmiş ve belirli yerlerde uzun süre kalmaları, mal sahibi olmaları yasaklanmıştı. Bazı Avrupa ülkelerinde dilleri ve kültürleri yasaklanmış; erkeklerin infazı, kadın ve çocukların ise zorla göç ettirilmesi gibi kötü muamele görmüşlerdir. Bu dönemlerde bazı yerel otoritelerin Romanlar ile ilgili çıkardığı infaz belgeleri de o dönemi araştıran tarihçiler tarafından ortaya koyulmuştur.
“Nazi Döneminde Romanlara Yönelik Politikalar ve Uygulamalar”
Nazi döneminden önce Avrupa’da var olan Roman karşıtlığı ile ilgili pek çok yasa ve yönetmelik mevcutta vardı. Nazi iktidarıyla birlikte Roman karşıtlığı daha da sıkılıştı. Nazi döneminde Romanların zorunlu tehciri, katliamı ve yok edilmesi hareketlerinin temelini ideologların saf ırk yaratma ve bu saflığı etkileyecek yabancıların, “aşağı” ırkların yok edilme düşüncesi oldu. İlk olarak adeta tüm yabancılara zulmedilmesine ferman veren Nürnberg Yasaları (Alman Onurunu ve Kanını Koruma Kanunu) ile temelleri atıldı. Bu yasalar ile üstün ırktan olmayanların, ari ırklarla evlenmesi yasaklanmıştı. Yahudilere yapıldığı gibi Romanların da seçme hakkı ellerinden alınmıştı. Sinema, müzikhol ve tiyatro vb. yerlerde çalışmaları sınırlandırılmış, ilerleyen zamanlarda bu yasaklar market, postane, hastane ve tren garı gibi yerler olarak genişletilmişti.
Nazi iktidarı açısından sembol haline gelmiş ve propaganda aracı haline dönüştürülen Berlin Olimpiyatları sırasında Romanlara yönelik ilk taramalar gerçekleştirilir. Psikolog Robert Ritter ve hemşire Eva Justin, Romanlardan kafa tası ölçülerini ve kan alımlarını yaparak ırksal profilleri ile alakalı veri tabanı oluşturmaya başlamışlardır. Bu veri tabanı ile Nazi makamlarına Romanlar ile ilgili yapılacak politikalar hakkında tavsiyelerde bulunacaklardı. “Melez Biyolojisi” adını verdikleri araştırmaların amacı ırk ve suç işleme arasında kalıtımsal bir bağ olup olmadığının ortaya çıkarılmasıydı.
Diğer taraftan Dr. Josef Mengele, Yahudi ve Roman çocuklar üzerinde acı veren deneyler gerçekleştiriyordu. Bu hastalıklı kafa ulaştıkları sonuçlar neticesinde Romanların, toplumsal olarak fonksiyonlarını kaybettiklerini ve asimilasyona uğrayarak asosyal bir şekilde kriminalize olduğunu savundular. Bunun kalıtımsal olarak aktarılabileceğini düşünerek önce “genetik hastalıkların önlenmesi” yasası bahanesiyle kısırlaştırma işlemi başlattılar. Sonrasında ise toplama kamplarında zorla çalıştırılmalar ve gaz odalarında katliamlarla devam edildi. O kamplardan bir tanesi de Auschwitz’de bulunan Zigeunerlager (Çingene Kampı) oldu.
2 Ağustos tarihine gelmeden önce ortaya koyulan direnişi az çok anlatmaya çalışmıştım buradan. 16 Mayıs’ta Romanların verdiği mücadele, 2. Dünya Savaşı sırasında direnişin portresi olmuştu. Auschwitz kampında bulunan 6 bine yakın Roman, öldürüleceklerinin haberini alınca kazma, kürek ve sopalarla Nazi askerlerine karşı direnişi başlatmıştı. Nazi askerlerine hiç beklemedikleri bir anda direniş göstererek geri adım attıran bu direniş, iki ay sonra soykırımla geri dönecekti. Romanlar silahlı Nazi askerlerine rağmen ümitsizlik ve çaresizlik içerisinde kendilerini savundular. Bu mücadele Frankfurt’taki Auschwitz davasında bir tanık ifadesine şöyle yansıdı:
“Çingeneler bütün gece çığlık attı. […]. Hayatları için sonuna kadar savaştılar.” (König 1989)
Direnişi başlatan Romanlardan iyi durumda olanlar başka kamplara zorla çalışmaya gönderilirken, hasta ve yaşlı 4.300 insan, 2 Ağustos gecesi gaz odalarında boğularak hayatını kaybetmişti. 2 Ağustos 1944 yılında yaşanan katliam Porajmos (Roman Soykırımı) olarak ulusal anma günü ilan edilmiştir.
“Unutulmuş Holokost”
Soykırım ile öldürülen Romanların sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte tahmini olarak 220 bin ve 500 bin can kaybı olarak belirtiliyor. Avrupa’da ve diğer tüm ülkelerde Romanların çektikleri acılar, varlığı ve hatırlattığı olaylar çok az fark edildi. Almanya, hayatta kalan Romanları belirli bir süre tazminat planına dahil etmedi. 1950 yılında tazminat ödemeleri ile ilgili bir duruşmada Romanların ait oldukları ırk değil, sicilleri ile ilgili olduğu iddia edildi. Almanya ancak 1982 yılında Romanların tıpkı Yahudiler gibi soykırıma uğradıklarını kabul etti. 1992 yılında ise soykırım kurbanları için anıt dikmeyi teklif etse bile ancak 24 Ekim 2012’de Berlin’de Şansölye Angela Merkel tarafından açılabildi.
1989 yılında ise Birleşmiş Milletler de etnik nedenlerden dolayı Romanların soykırıma uğradığını kabul etti. 15 Nisan 2015 yılında da Avrupa Birliği, 2 Ağustos’u “Avrupa’da Roman Karşıtlığı ile Mücadele ve Roman Soykırımını Anma Günü” olarak kabul etti. Bu kararın önemli bir yanı da Roman karşıtlığının her şartta mücadele edilmesi gereken şiddetli bir ırkçılık biçimi olduğunun vurgulanmasıydı.
Katliamdan sonraki dönemler de bile ötekinin ötekisi olma durumu yaşatılarak çoğu Avrupa ülkesi Holokost anmalarında Romanlardan çok az bahsediyor ya da hiç söz etmemektedir. Romanlara yapılan zulümler soykırım olarak kabul edilmiş fakat onlara yönelik oluşturulan algılar hala güçlü kalmıştır. Romanların yaşadıkları zulümlere pek çok akademisyen tarafından ilgi duyulmadığı gibi, bilgi ve belge eksiklikleriyle tam olarak yaşanılanlar da aktarılamamaktadır. Birçok Roman bilim adamı ve aktivist sayesinde Porajmos’a dair bilgilerimiz sürekli güncellenmektedir. Ayrıca her yıl 2 Ağustos tarihinde Auschwitz Birkenau’da anmalar gerçekleştiren Roman sivil toplum kuruluşları ve aktivistler, Porajmos’un Roman kimliğinin oluşturulmasında ve kolektif bilincin yaygınlaştırılmasında önemli bir unsur olduğu belirtmektedirler. Türkiye’den daha önceki yıllarda oraya anma ziyaretlerine giden arkadaşım karşılaştıkları manzaraları zihinlerinde ve bedenlerinde taşıyamadıklarını ifade etmişlerdi.
“Stanislav Tomas ve Romanofobi”
Bugün bile Orta Avrupa ülkelerinde yaşamlarını sürdürmekte olan Romanlar; eğitim, istihdam ve barınma sorunları başta olmak üzere insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Romanlar farklı coğrafyalarda farklı isimlerle anılsalar bile her yerde mağduriyetleri aynı olmuştur. Birçok sivil toplum kuruluşu ve aktivist dünyanın her yerinde Roman karşıtlığı ve insan hakları ihlalleri için sahada oldukça çaba göstermektedir. Özellikle çok yakın dönemde Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde kaybettiğimiz Stanislav Tomas’ın başına gelenler Avrupa’da devam eden Romanlara uygulanan ayrımcılığın bariz örneği durumundadır. Stanislav Tomas, 19 Haziran 2021 günü Çek Cumhuriyeti’nin kuzeyinde bulunan Teplice kentinde polis tarafından gözaltına alındı. Gözaltı sırasında polis tarafından boynuna 6 dakika boyunca diz çökülmesi sonucu yerlerde acılar içerisinde bağırmaya başladı ve sonrasında hayatını kaybetti. O sırada çevrede bulunan insanların polisin bu eylemini durdurmak için çağrıda bulunurken, aynı zamanda videoya alarak bu olayı yaygınlaştırdılar.
Roman örgütleri ile devlet bu olay sonrası karşı karşıya geldi. Avrupa Komisyonu ve dünyanın çeşitli ülkelerinde birçok Roman sivil toplum kuruluşu olayın bariz bir şekilde cinayet olduğunu ve Amerika’da geçtiğimiz yıl hayatını aynı şekilde kaybeden George Floyd’un ölümü arasında bir paralellik kurdu. Fakat bu olay Black Lives Matter kadar küresel bir harekete dönemedi. Roma Lives Matter ayrımcı söylemler ve nefret nedeniyle dünyada çok yankı bulamadı. Videonun yayılmasında sonra Çek Cumhuriyeti makamlarından gelen açıklamada Tomas’ın saldırgan bir şekilde araçlara saldırdığı ve otopsi raporunda kanında uyuşturucu madde olduğunu açıklayarak ölüm sebebinin polisin yapmış olduğu müdahale ile olamayacağını belirtti. Çek Cumhuriyeti’nde bulunan Romanlar aynı görüşte olmadıkları gibi yıllardır ırkçı tutumlara ve saldırılara maruz kaldıklarını belirtiyorlardı. Ülkenin her yanında eylemler başlatan Romanlar, basına yaptıkları açıklamada şöyle belirtiyorlar;
“Bu olay karşısında Avrupa’nın sessizliği kulaklarımızı sağır ediyor. Bugün sokağa çıkmamızın nedeni, kurumsallaşmış ırkçılığın giderek daha fazla ortaya çıkmasıdır. Roman topluluklarına karşı artan bir ırkçı tutum eğilimi var. Biz sayıca fazlayız, gücümüz var ve bu kurumsal ırkçılığa cevap vermek için elimizden gelen her şeyi yaparak karşı çıkacağız”
“Çek Floyd” ve “Irkçılık Öldürür” sloganlarıyla toplanan Romanlar, siyasilerin sessizliğinin kendilerini artık sağır ettiklerini belirttiler. Çek makamları ise olayın içerisinde bulunan polislere sahip çıkarak “Çek Floyd Yok” açıklaması yayınladılar. Yaklaşık 250 bin Roman nüfusun bulunduğu Çek Cumhuriyeti’nde yaşanılan bu olay ilk değildi ve son olmayacağını düşünüyorlar. Sivil toplum örgütleri tarafından benzer bir olayın 2016 yılında başka bir Roman vatandaşın daha yaşadığını ve polis şiddeti ile hayatını kaybettiğini belirtilmektedir.
Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Af Örgütü, Roman vatandaşın ölümüyle ilgili bağımsız soruşturma açılması çağrısında bulundular. Avrupa Komisyonu, AB ülkelerindeki ayrımcılık yasağına rağmen birçok ülke içerisinde Romanların sosyal dışlanma ve ayrımcılık kurbanı olduğunu belirtti. Avrupa Roman Örgütleri Ağı ise Türkiye’den de imzacı derneklerin olduğu 350’den fazla sivil toplum örgütüyle birlikte Roman karşıtlığı ile mücadele ve bağımsız yargılama talebi ile bir mektup hazırlayarak, Avrupa Komisyonu öncülüğünde yayınladı. Dünyanın her yerinde yaşayan Romanlar, eylemler ile sokağa çıkarak var olan ırkçı tutumları ve ayrımcı söylemlere karşı hep birlikte #RomaLivesMatter diyerek dikkat çekmek için çaba gösterdiler.
Bugün 2 Ağustos 2021 ve dünyanın her yerinde Romanlar ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı “Bir daha asla” diyor. Ve görüyoruz ki, dünya üzerinde yaşanan hiçbir acı ve zulüm dilsiz kalmıyor. 77 yıl sonra bile geçmişin acıları bugün yaşayan Romanlara ders niteliğinde anlamlı bir katkı sağlıyor. “Korkoro” filminin hikayesi beni her zaman çok etkilemiştir. “Korkoro” kelimesi Romanes dilinde “kimsesiz” anlamına gelir. Filmin içerisinde Romanların bir kasabaya yerleşmelerine müsaade etmeyen belediye başkanı ile aralarında geçen o diyalog sahnesi yaşananları özetler nitelikteydi. Naziler göçerlik yasağını getirdikten sonra toprak sahibi olmayanların toplama kamplarına gönderilmesini emrediyordu. Bu sebeple “Savaştayız, durum çok ciddi” diyerek yerleşme taleplerini reddedilen Romanlar; “Bu sizin savaşınız, biz hiç savaş başlatmadık” yanıtını verir. Yıllarca ötekiler listesinin bir numarasında bulunan Romanlar, iyi günde de kötü günde de “Korkoro” kaldılar.
Ben de 2 Ağustos’a dair yazımı hayatını kaybeden Holokost kurbanlarına, ayrımcılık ve nefret diliyle zulüm görenlere ve Stanislav Tomas’a adıyorum. Ayrımcılığın ve nefretin olmadığı bir dünya dileğiyle hepinizi selamlıyorum.
Dik He Na Bister! (Bak ve Unutma!)
Meraklısı için kaynakça;
https://www.eternalechoes.org/gb/for-the-classroom/introductory-articles/the-romani-genocide
https://eriac.org/wp-content/uploads/2021/04/Re-thinking-Roma-Resistance-throughout-History-Recounting-Stories-of-Strength-and-Bravery.pdf
https://oeil.secure.europarl.europa.eu/oeil/popups/ficheprocedure.do?reference=2015/2615(RSP)&l=en
https://web.archive.org/web/20161009201241/http://bianet.org/biamag/diger/134801-nazi-almanyasi-nda-roman-soykirimi
https://www.romarchive.eu/en/voices-of-the-victims/genocide-holocaust-porajmos-samudaripen/
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/08/02/2-agustos-roman-soykirimini-anma-gunu-bir-daha-asla
https://www.aljazeera.com/news/2021/6/29/roma-see-little-hope-as-they-mourn-czech-george-floyd