Seçim ekonomisi nedir ve erken seçim tartışmaları arasında geçen zamanların faturası kime çıkar?

0
304

Aşağıda yer alan Mahfi Eğilmez’in 2018 tarihli yazısında belirttiği başlıkların hala geçerliliğini koruduğunu hemen fark edeceksiniz.

2017 Anayasa Referandumu ve 2018 yılı Cumhurbaşkanlığı Seçimleri; ardından da 2019 yılındaki Yerel Seçimlerin yaşandığı ülkemizde eğer yasal olarak planlandığı gibi olacak ise 2023 yılında sandık başına gidiyor olacağız ancak anketler ve ekonomik koşulların zorlaştırdığı hayat şartları; bize daha erken bir seçim ortamına doğru gittiğimizi gösteriyor…Bu yüzden bu haftaki yazımı olası bir erken seçime ayırdım.

Öncelikle seçim ekonomisinin ne demek olduğuna dair kısa bir tanımlama yapalım.

Seçim ekonomisi; iktidar da olan partinin, seçimlerde iktidarı kaybetmemesi ve elinde tutabilmesi için ekonominin tüm imkanlarını kendi amaçlarını doğrultusunda kullanması ve yönlendirmesi şeklinde tanımlanabilir.

‘’Memur maaş zamları, emekli maaşlarının artırılması, asgari ücretin yükseltilmesi, tarımsal destekler, vergi oranlarının düşürülmesi, vergi cezalarının affedilmesi, vergi ödemelerinin ertelenmesi maliye politikasının seçim ekonomisine alet edilmesinin temel araçlarını oluşturuyor. Yüksek enflasyona karşın faizlerin artırılmaması, kredi genişlemesini teşvik edici uygulamalar, para arzının artırılması gibi uygulamalar da para politikasının seçim ekonomisinin emrine girdiğinin kanıtını oluşturan gelişmeler olarak sınıflandırılıyor.

Ne kadar da güncel duruyor değil mi.?

Diyebilirsiniz ki, içinden geçtiğimiz Pandemi sürecinde bu yukarıdaki destekler ve uygulamalar hemen hemen tüm ülkeler tarafından verilmekte ve sürdürülmekte…

Kısmen haklı olsanız da en geç 18 haziran 2023 veya daha erken bir tarihte gerçekleştirilecek olan seçimlere ilişkin, ‘’olası şu anda bir seçim olsa’’ anketleri yayınlanmakta ve sık sık gündeme gelen erken seçim tartışmalarının sonucunda ortaya çıkan tartışmalarda zamanlama açısından enteresan değerlendirmelere rastlıyoruz.

Türkiye’nin ekonomik olarak yapısal sorunlarının-işsizlik ve istihdam, yeniden yükseliş eğilimine giren enflasyon, istikrarlı ve kalıcı bir büyümenin zaman içerisinde bir türlü çözüme kavuşamaması ve halen aynı sorunlar ile bu sefer daha fazla uğraşmak zorunda kalıyor olmamız çoğu zaman seçim tartışmalarını gündemde tutmaya devam ediyor.

Neyse politika işini politikacılara bırakıp biz işin ekonomik boyutuna geri dönelim.

Geride bıraktığımız dönemde, özellikle enflasyon inişe geçer mi ya da Merkez Bankası ne zaman faiz indirecek veya faizi indirecek mi gibi uzun soluklu tartışmalar içinden geçtik. Ve bugün de bu konuları tartışmaya devam ediyoruz. Ancak var olan ekonomik iklimde tüm dünyada eksi faizler veya 0% oranında faizler konuşulurken bizim MB’mız tarafından belirlenen politika faizi 19% seviyesinde. FED’in olası bir parasal sıkılaştırma politikası ve ardından faizleri artırma olasılığı ortada dururken bizim atacağımız adımların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Öte yandan tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de enflasyon konusu gündemimizi işgal etmeye devam ediyor ve bu gidişle etmeye de devam edecek.

2001 senesinde 27 bankanın batmasına ,binlerce banka çalışanının bir gecede işsiz kalmasına, ekonomik olarak tarihte ender görülen bir şekilde daralmamıza ve önce kur üzerinde ve sonrasında faizlerde ciddi artışlara yol açan kriz öncesinde Başbakanlık binasına gelen bir esnaf, dönemin Başbakan’ı Bülent Ecevit binadan çıkarken yazar kasa fırlatarak aslında krizin işaret fişeğini atmıştı ve daha sonra Anayasa kitapçığı fırlatma olayı ile Türkiye tarihinin en büyük boyuttaki mali krizlerinden birisini yaşamıştı.

Bu görüntü, aradan 20 yıl geçmesine rağmen  zaman zaman siyasi bir tartışma malzemesi olarak hala gündeme gelmektedir.

O zamanlar Türkiye Cumhuriyeti GSMH 250 Milyar USD civarında idi. Gecelik faizlerde kur krizi öncesinde gelinen nokta 10.000% olmuştu. Sadece bu rakam bile bir ekonomiyi tahrip etmek için başlı başına yeterli… Sonrasında Hazine‘nin kısa dönemli borçlanma için çıkarmış olduğu bonolarda faizler ise 150%’lere kadar ulaşmıştı. Şu an ise tüm dünya ve Türkiye daha farklı bir patikada ilerliyor ekonomik büyüklükler ve rakamlar açısından.

Bunları neden tekrarlıyorum; aslında ekonomide ve finansal piyasalarda bazı göstergeler, gelişmeler öncü olabilir ve yaklaşmakta olan felaketin habercisi olabilirler zaman zaman.

Politikacılar her zaman için ekonomik olarak arzuladıkları başarıyı ;ekonomik büyüme ve istihdam yaratılmasında bulmuşlardır. Seçmenin karşısına çıktığında; onlara nasıl büyüyen ve giderek artan sayıda iş imkanlarının doğduğunu ve ekonomik olarak bunları nasıl hayata geçtiğini anlatarak oy isteyecektir.

Türkiye 2002 yılında kişi başı gelirde elde etmiş olduğu seviyeyi ne yazık ki şu anda yakalayamıyor ve komşu ülkeler ile aramızdaki farkın aleyhimize kapandığını ve daha da gerilere geldiğimiz bir noktada bulunuyoruz.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus; enflasyon seviyesi olarak Türkiye hak etmediği yerlerde bulunuyor; Etiyopya, Angola ve Zambia ile birlikte adı anılan bir noktadayız ve TL’nin değer kayıpları açısından hassas dönemlerden geçiyoruz. Bulunduğumuz bu noktayı hak ettiğimizi çok düşünmüyorum ancak içinden geçilen bu dönemde atılacak yanlış adımların ve  disiplinle takip edilen ekonomik politikaların terk edilmesi durumunda çok daha ağır sonuçlar ile karşılaşma durumumuz söz konusu olacaktır. Ancak her seçim döneminde olduğu gibi bu dönemde de geçmiş döneme benzer kararların alındığını ve uygulandığını göreceğiz.

Ülkemizin özellikle son bir ayda yaşamış olduğu felaketlerin izlerini ve yaraların sarılmasına dair uğraş verdiği bir dönemde kaybolan hayatları yerine koymak mümkün olamayacaktır ancak var olan zararın ve hayatın yeniden kurulabilmesine imkan verebilecek her türlü yardımın bir an önce ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması en büyük dileğim…

Kalın sağlıcakla.