Söze uzun bir aradan sonra sezonu şampiyon kapatan Trabzonspor’u tebrik ederek başlayalım.
Bir önceki sezonun değerlendirmesini yaparken, Trabzonspor ‘un Abdullah Avcı ile devam edeceği ve hali hazırda işleyen bir sistemi geliştirmeye çalışacağı için önümüzdeki sezonun en büyük şampiyonluk adayı olduğunu yazmıştık.
Doğru teknik adam ve doğru bir proje ile yola koyulmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Sevgili Berat Kunt’un Reportare sayfalarına taşıdığı yazısında anlattığı gibi , o doğru teknik adamın adı Jurgen Klopp bile olsa başarının gelmesi dört, beş sene sürebiliyor.
Peki bu sene şampiyonluk gelmese Abdullah Avcı ‘yı hala Trabzonspor’ un başında görebilecek miydik?
Bu arada Jürgen Klopp önderliğindeki Liverpool İngiltere kupasını da kazandı. (FA Cup)
Böylelikle Jürgen Klop, o topraklarda futbol takımı çalıştıran bir teknik adamın alabileceği bütün kupaları almış oldu. Premier Lig’de hala yarışın içinde, Şampiyonlar Liginde de finalde olduklarını unutmayalım.
Süperlig 2021-2022 sezonunda 20 takım mücadele etti. Tam 24 Teknik adamın görevine son verildi ya da istifa ettiler. Takım sayısından daha fazla! Bazı takımlar kovmalara doymamış demek! Hangi kriterlere dayanarak teknik direktör belirleyip, hangi kriterlere dayanarak bu kadar hızlı kovmaları ise gizemini koruyor.
Görevine son verilen kişi yerliyse, kariyerine kaldığı yerden devam etmesi gayet mümkün. Çalıştırdığınız takım küme bile düşse, kadrolu süper lig hocası olduğunuz için endişelenmenize gerek yok, kısa süre sonra yeni takımınızla çalışmalara başlayabilirsiniz. Zaten hep aynı isimler, dönüşümlü olarak paslaşıyorlar aralarında. Bu durum alt liglerde de farklı değil. Adam müthiş bir sezon geçiriyor ve takımını Süper Lig’e yükseltiyor fakat o seviyelerde takım çalıştırmak için yetersiz bulunuyor. Yahu bu adamlara hiç şans vermezsen hangi motivasyonla geliştirecek kendisini?
Senin kadrolulardan bir halt olmayacak görmüyor musun?
İşin bir de yabancı teknik direktör kısmı var. Bu adamların işi gerçekten çok zor bizim ülkemizde.
Herşeyden önce kadrolu tayfa istemez onların başarılı olmalarını.
Malumunuz, bu kadrolu tayfanın 15 tanesi aktif olarak çalışıyorsa, geri kalanı da spor programlarında ahkam kesiyor. Yerli hocalardan övgüyle bahseden bu tayfa, yabancı hocaları gömmek için fırsat kolluyor.
İnsanlara nasıl yön vereceklerini çok iyi biliyorlar.
- Süslü cümleler kullan bişeyden anlıyor zannetsinler.
- Yerin dibine sokarken basit ama seviyesiz cümleler kullan herkes anlasın.
Hemen örnek verelim ;
-Bu takım üçlü savunma oynamaz!
– x ülke köylüsü, bizim hocaların bundan ne eksiği var!
-ligimizi küçümsüyor!
-ligimizi tanımıyor, bilmiyor. Ligi bilen hoca lazım!
En çok da bu sonuncusuna bayılıyorum! Yerin 5 kat altında, kamerasız ortamda sabaha karşı 3’de oynandığı için ligimizi tanımıyorlar!
Neyi bilecekler arkadaşım?
Yabancı bir teknik adam Türkiye ‘de ilk defa çalışacaksa şunları bilmesi yeterli olacaktır ;
-kalıcı olmak istiyorsan iyi başlaman gerekir, üst üste puan kaybedersen delik deşik ederler
-Teknolojiye fazla güvenme, akıl almaz hakem hatalarına şahit olacaksın.
-Düşük bütçeli takımlar büyük takımlara karşı şampiyonlar ligi finali motivasyonu ile oynar.
-Klüp başkanları işine karışabilir
-Taraftarların sana olan sevgisinin nefrete dönüşme hızı, Usain Bolt ‘un Altıyol’ daki boğa heykelinden koşarak vapur iskelesine varmasından çabuk olabilir.
Yabancı teknik direktör demişken Vitor Pereira ile bitirelim sözü.
Benim futbol doğrularıma göre Fenerbahçe için en uygun direktör değildir. En azından günümüz şartlarında, mevcut baskılar altında.
Bu durum başkaları için farklı olabilir, bunu sert bir dille reddetmek olmaz. Futbolun belkemiğini oluşturan temel doğruları ayrı tutarsak, hiçbir düşünce yanlış değildir.
Bielsa ayarında bir hoca bekleyen Fenerbahçe taraftarının ” yarım kalan hikaye” romantizmi ile önüne atılan Vitor Pereira, açıklandığı gün büyük tepkilere yol açtı. Tepki gören her transferde olduğu gibi bu gerginlik de kısa sürede bitti ve artık klasikleşmiş süreç başladı.
Bir takım spor yazarlarının poh pohlamasıyla geleceğe umutla bakma süreci başlar.
” Takımda kolej havası var”
” antrenmanlar kıran kırana geçiyor”
” Fenerbahçe bu sefer çok farklı”
Hele bir de lige galibiyetle başlanırsa bunun dozu giderek artıyor.
Şampiyonluğa susamış taraftarların beklentileri arttığında, olumsuz sonuçlarda fitillenecek kaos ortamı için zemin hazırlanıyor.
İşte tam olarak bu noktada, kadrolu dediğimiz tayfa teknik direktörü eleştirmeye başlıyor.
” Pereira bilimsel yöntemlere inanmıyor” ( Akademisyen bir futbol adamına diyor bunu)
” Takıma topsuz antrenman yaptırmıyor, kondisyon çok zayıf”
Ha bir de, emekli kadrolulardan Lucifer olanın ;
” bu takım 3’lü savunma oynamaz”
Söylemi var ki, Vitor Pereira ‘nın sonunun başlangıcıdır desek yanlış olmaz.
Halbuki Frankfurt ‘ta canlı izlediğim Fenerbahçe, sistem oturtmaya çalışan gencecik bir takım için son derece göz dolduran bir oyun oynamıştı. O maçtaki son saniye penaltısı gol olsa maçı kazanacaktı.
Ve O Eintracht Frankfurt yarın Avrupa Liginde final maçına çıkacak ve belki de sizler bu yazıyı okurken Avrupa Şampiyonu olmuş olacak.
Fenerbahçe ‘yi iki maçta da yenmeyi başaramamış Eintracht Frankfurt!
Vitor Pereira sistematik bir şekilde ayağı kaydırılmaya çalışılırken, şans da yanında olmadı hiçbir zaman.
Bitmek bilmeyen sakatlıklar, akıl almaz hakem hataları.
Ve işin bana göre en üzücü tarafı, şampiyonluk yarışını bir kenara bırakırsak, son derece sağlıklı puan kayıpları yüzünden ayağı iyiden iyiye kaydırıldı.
Üst üste 4 maçta puan kaybedilince, kendisini destekleyen kimse kalmamıştı.
Aslında herkes bilir,
Hiçbir maçı kazanacağınızın garantisi yoktur. Bu demek oluyor ki, üst üste de puanlar kaybedebilirsiniz. Mental çöküş başlar, sıradaki maçlar daha da zorlaşır. 4 maç üst üste kazanınca da tam tersi olur.
Vitor Pereira 1-0 önde götürdüğü Trabzonspor deplasmanından 3 puanla dönse milli maç arasına lider girecekti. Henüz ilk yarının ortalarında Kim Min Jae ‘nin kırmızı kart görmesiyle, maç tamamen farklı bir kimliğe büründü. Buna rağmen karakter gösteren takımı,maçın sonlarına 1-1 lik skorla girmeyi başarsa da, ilki penaltıdan olmak üzere 2 gol yiyip sahadan 3-1 mağlup ayrılıyordu.
Sırada Alanya maçı vardı.
Son derece tempolu ve dominant bir futbol oynayan Fenerbahçe, 25 şut çekip sadece 1 gol atabiliyordu. Rakibin kaleyi bulan 3 şutundan 2’si gol olmuştu ve Fenerbahçe bu maçı da kaybediyordu. Tıpkı Trabzonspor maçı gibi bu da sağlıklı bir puan kaybıydı. Sağlıklız olan tek şey 2 haftada bırakılan 6 puandı!
Sırada Konya deplasmanı vardı. Ligin tartışmasız en iyi oynayan takımlarından biri, en zor deplasmanlarından biri.
Vitor Pereira ‘nın yerinde olmak istemeyeceğiniz bir maç.
Alışılmışın dışında bir kadro, çıkarıyor. Belli ki bir şekilde gol bulup, kontra atak futboluyla etkili olmak istiyor. Maçın hemen başında haftanın golünü yiyince moraller ve planlar alt üst oluyor. Kendisinin em zayıf yanı olan yan top zaafından bir gol daha yiyip maçı ilk 20 dakikada kaybediyor.
Fırtınada savrulan bir tekne gibi Kayserispor ‘un karşısına çıkıp belki de en hak edilmiş puan kaybediyor, hatta 2-2 biten maçta o puanı bile hak etmiyor.
Taraftarlar artık tamamen sırt çeviriyor.
Bunca baskıya dayanamayıp 4’lü savunma oynamaya başlayan Fenerbahçe son derece sevimsiz bir futbol oynamaya başlıyor. Vitor Pereira ‘nın umutla başlayan yarım kalan hikayesi, artık görmekten sıkıldığımız sonla bitiyor!
Kim Min Jae ve Miguel Crespo’ nun olağanüstü futbollarını gördükçe kendinsini, yüzümüzde bir tebessümle hatırlıyoruz.
Bu sezon da güzel Teknik direktörler yedik, afiyet olsun…
Kapak Fotoğrafı: Emerson Vieira/ Unsplash