Eylül ayını yarıladık ve Ekimdeki meclis açılışı öncesinde yavaş yavaş siyasi karakterleri “bronz tenleri‘’ ile emekçinin ve çiftçinin dertlerini dinlerken görüyoruz!
Hala asgari ücret, gelir artışı rakamları ve ülkenin büyümesi ile ilgili tartışımlar devam ediyor ama sanıyorum bu konuşmalar yalnızca “rating” aldığı için devam ediyor. Ortalıkta saçma sapan , herhangi bir hesaplama tekniğine dayanmayan rakamlar uçuşuyor ki benden size tavsiye lütfen dikkate almayın…
Bu hafta sizlere enflasyon ve fiyat artışları ile bunun yarattığı sosyal ve ekonomik bozulmadan bahsetmeyeceğim, merak ediyorsanız genel akım medyada bolca bunların bozuk, anlamsız örneklerini takip edebilirsiniz.
Bu hafta yani 20 Eylül ile başlayan haftada, iki önemli gelişme olacak. Bir tanesi FED’in toplantısı ve ardından merakla beklenen o tahvil geri alım programındaki azaltmanın ne zaman başlayacağı ile ilgili kararının çıkıp çıkmayacağı. Bir diğer önemli gelişme ise Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu toplantısı. Burada da, önümüzdeki döneme ait politika faizinde bir indirime gidilip gidilmeyeceği konusu merakla bekleniyor.
Peki neden önemli? Hem kredi faizlerinde hem de mevduat faizlerinde değişiklik yaratacak olan bu kararın aynı zamanda döviz kurları üzerinde ne şekilde etki yaratacağı bu haftanın merakla beklenecek konusu olacak. Çok fazla konuşulacak bu konu hafta içerisinde fazlasıyla manipüle edilecektir dikkatle takip edin lütfen…
Geçen hafta, Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), “Küresel Borç Monitörü” raporunu yayımladı. Küresel borcun ülkelerin toplam GSYH’sine oranı ise bu dönemde yüzde 353’e gerileyerek salgının başlangıcından bu yana ilk kez düşüş kaydetti. Küresel borcun toplam GSYH’ye oranı yılın ilk çeyreğinde yüzde 362 ile tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştı.
Burada sevinilmesi gereken bir nokta göremedim ben henüz ancak devam edip bizde durum ne ona bakalım isterseniz?
Türkiye’de ise borçların GSYH’ye oranları dikkate alındığında, yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı çeyreğine kıyasla hane halkına ait borçlar 0,7 puan azalışla yüzde 16,6’ya, finansal olmayan şirketlere ait borçlar 6,2 puan düşerek yüzde 68,7’ye ve kamuya ait borçlar 1,8 puan azalarak yüzde 39,8’e geriledi. Türkiye’de banka gibi finansal şirketlere ait borçlar ise bu dönemde değişim göstermeyerek yüzde 27,8’de sabit kaldı. Heyooo! diyorsanız buyurun buradan devam edin.
Açık icra dosya sayısı ise 22 milyonu aştı. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin verilerine göre de bankalara kredi borcu olan kişi sayısı 34 milyon 500 bine ulaşırken, bunların içerisinde her 4 kişiden 1’i icralık durumda.
Şimdi bu kadar rakamı neden veriyorsun kardeşim, sadede gel diyorsanız kısaca anlatmaya çalışayım, var olan borç olduğu yerde duruyor hatta faiz arttığı için üzerine de katlanıyor. Ekonomilerin daraldığı ve işsizliğin tavan yaptığı hatta işsizlik ile çok sorunu olmayan ülkelerde bile %10’lara gelen işsizlik oranlarında bu borçluluk oranlarının nominal olarak düşmesi kadar normal bir durum yok. Önemli olan borçların ödenebilmesine olanak verecek ve ekonomik büyümeyi halkın da hissedeceği oranlara getirebilmek…
Herhalde “bu yaz çok sıcak geçecek” klişesinden kurtulduğumuza göre ‘’kış yaklaşıyor ve sert geçecek’’ klişesine doğru yola çıkabiliriz…
Merkez Bankası faizleri sabit tutarsa piyasa olarak sevineceğiz ve kur seviyelerinde yukarı yönlü oynaklıkları bir süre daha görmeyeceğiz ancak yüksek faiz ile büyüme ve tüketim harcamalarının piyasaları eski haline döndürmesine olanak sağlanmasını bekleyeceğiz. Beklentiler defalarca ve saatlerce her yerde konuşuluyor ancak bu arada bankaların da kredi oranlarında artış olmasını ya engelleyeceğiz ya da kontrol altında tutacağız. Her siyasetçinin istediği büyüme artışı ve işsizlik düşüşü nasıl sağlanacak o kısmı ben bulamadım!
Ya da faiz oranlarında indirime başlayıp enflasyonu bu sayede kontrol altında tutacağız hatta düşüreceğiz… Yani aslında anlayacağınız yine Dünya’da bir ilke imza atacağız gibi duruyor.
İzleyip göreceğiz ancak bundan önce herkes sıkı sıkıya oturduğu yere tutunmayı unutmasın.
Sağlıkla kalın…