Yazan herkesin anlatmak istediği bir derdi vardır ama derdi olan herkes anlatmaz!
Bir atasözünü evirip, çevirip vecize olarak sunabildiğim için çok mutluyum…
Önceki yazılarımda sizi antik Yunan’dan Anglosakson epik şiirlerine, masal diyarlarında gezdirip, fantastik evrenin en yaramaz, utanmaz bıçkınıyla tanıştırdım. Bu sefer, bildiğiniz, ismini duyduğunuz, kitaplarını soluksuz okuduğunuz, bazısının yapımcısı olduğu, senaryosunu yazdığı, kısa da olsa rol aldığı, kitaplarından ilham alınarak çekilen film ve dizilerini seyrettiğiniz bir adamın hayâl dünyasına şöyle bir bakıp çıkacağız. Onun yarattığı evrenin alacakaranlığına uzun süre bakmak (benim için huzurlu bir ortam olsa da) ruh sağlığımız açısından zararlı olabilir.
“The Shawshank Redemption” ismiyle vizyona giren, gişede “eh işte“ şeklinde ifade edebileceğimiz bir başarı elde ettiği halde, aylar, yıllar ve on yıllar içinde git gide hak ettiği yere doğru yükselmeye devam eden, Türkçe ismiyle “ Esaretin Bedeli ” adlı filmi duymuş, izlemişsinizdir. Size filmi anlatmayacağım, bilenler biliyor, izlemek isteyenler de artık neredeyse her platformda bulup izleyebilirler. Benim spot ışıklarını yönelteceğim kişi, filmin senaryosuna taban oluşturan Rita Hayworth ve Shawshank’in Kefareti adlı kitabın yazarı. Hala tanımadıysanız, aklınıza gelmediyse ya da bilmiyorsanız daha fazla kıvrandırmadan adamın ismini de zikredeyim; Stephen King.
Bana göre soyadını isminin önüne unvan olarak rahatça koyabilecek, fantastik evren yaratmada usta bir deha. Ve aynı zamanda da zevzek bir yazar. Yazmak güzel iş ama zahmetli, sonuçta fiziki bir iş, yani beyninizde kurguladığınız bir hikâyeniz var ve bunu okuyucuya aktarırken hem çarpıcı, hem mantıklı, hem de rahatça okunabilen bir metin olarak cümlelere dökeceksiniz. İşte bu “Kral” Stephen, hayâl dünyasının genişliğini ve çeşitliliğini öyle bir üslupla bize aktarıyor ki okurken ürperiyor, benim gibi “bitmesin” diyenlerdenseniz de son elli sayfayı günde 5 sayfa şartıyla okuyorsunuz.
Fantezi dünyasını didiklediğim köşemde fantezi ile alakası olmayan bir kitapla yazıya giriş yapmamın sebebi ise adamın beyninin, okuyucuyu her yeni kitapta ters köşeye yatıracak, beklentilerin ve tahminlerin ötesinde bir eserle çıkacak kadar derin ve geniş oluşuna vurgu yapmak. Çünkü sonrasında sıralayacağım eserlerini ya kitap olarak okudunuz ya da film, dizi olarak seyrettiniz ve eminim o karanlık koridorlarda sizler de dolaştınız. Gayet sıradan bir hayatın ansızın yerle yeksan oluşunu anlattığı kitaplarında ya da kuduz bir köpek tarafından arabasında kıstırılmış birisinin o korku dolu çığlıklarıyla irkildiniz, gözleriniz ekrana kilitliyken. Belki O’nun yüzünden “palyaço” artık size komik gelmiyor, şehrin üzerine Sis düştüğünde içinden çıkabilecek yaratıkları beklemenizin sebebi belki de… Karla kaplı dağlardaki şirin otelde yapacağınız o sessiz, sakin tatile giderken aklınızın bir köşesinden geçmiştir belki de kapıların balta darbelerine ne kadar dayanıklı olup olmadığı ya da idam sırasını bekleyen masum bir adamın, aslında sanılan kişi olmadığını ve şifa dağıtabilecekken “yeşil yol” boyunca ilerleyip ölüme gittiğini seyrederken gözyaşlarınızı tutamadınız. Belki de gündelik hayatınızın değişmez rutini olan o mevsimlik diyetlere başladığınızda aklınızda hep aynı cümle dolanıp duruyor “ daha sıska”…
Fantezi edebiyatının vazgeçilmez ikonu J.R.R. Tolkien’in efsanevi Yüzüklerin Efendisi serisini okuyup, “Kral’ın” yazdığı Kara Kule serisini görmezden gelemezsiniz. Korku, gerilim, fantezi, macera tarzlarının hepsine birden bu kadar hâkim, bu kadar müthiş bir yaratıcı zekâ karşısında eğilip, eli kalem tuttuğu, daktilosunun tuşlarına basabildiği sürece, daha birçok esere imza atmasını da bekliyorum.
Fantezi edebiyatını sadece çocuk masalları olarak gören okurların ön yargılarını kırmak ve aslında çok beğendiğiniz, ayakları yere basan, sizi gözyaşlarına boğan ya da irkilten romanları vücuda getirmiş olan yazarların hayâl dünyasının çeşitliliğini gösterebilmek açısından Stephen King nefis bir örnek teşkil ediyor. Çünkü bir yanda hayatın dramını yansıtan kurguları size okuturken bir yandan da hayâlini bile kurmadığınız dünyaların kapısını sizin için aralıyor…
Yazının başından beri “Kral’a” övgüler yağdırışımın sebebi, bu kadar ünlü, yaratıcı ve aslında istediğini okutturabilecek kadar da kemikleşmiş bir kitlesi olan yazar bile sadece gerçek kurgularla yetinmemiş, hayal dünyasının sınırlarını bizler için zorlamış, hayal dünyamızı onun sınırlarına taşımayı tercih etmiş. Eminim ki o eserleri vücuda getirirken de, okurken bizim eğlendiğimiz, şaşırdığımız kadar şaşırarak, heyecan duyarak yazmıştır. Çünkü bir okur için, okuduğu kitabın karakterleriyle empati kurmak ya da hayranlık duymak, mekânlarını sanki oradaymışçasına gözlerinde canlandırmak ne kadar güzel bir his ise, bir yazar için de o hikâyenin kurgusunu birebir beyninde yaşamak ve kâğıda dökmek aynı şekilde müthiş bir tatmin, rahatlama, kaçıştır.
Kitap, film, ya da dizi fark etmez, sizi başka bir boyutun varlığına, imkânsızın, gerçekleşmesi an meselesi bir şeyden öte olmadığına inandıracak onlarca, yüzlerce ve belki de binlerce hikâye sizleri bekliyor.
Hayatın normal akışında, omuzlarınıza yüklenmiş tonlarca yükün altında ezilirken bir kitapçıya girdiğinizde eliniz gerçek hayata dair acıların, yoksunlukların işlendiği kurgulara ya da tarihi şahısların biyografilerine gidiyorsa bir an duraksayıp, bu sefer farklı bir tercih yapmayı deneyin. Şimdiye kadar hiç fantezi edebiyatına merak duymamış olabilirsiniz, o kitaplarda anlatılanları “çocukça hayaller” olarak sınıflandırmış da olabilirsiniz ama bir kez deneyin. Bu kez ayakları yere basan o reel dünyanızda, her gün karşılaştığınız dramları anlatan eserleri değil de, sizce var olmayan, asla var olamayacak bir başka boyutu/evreni konu edinen, sizi biraz olsun gerçek hayatın dertlerinden kurtarıp farklı bir atmosfere sokacak olan diğer taraftaki kitabı elinize alıp sayfalarını şöyle bir karıştırın.
Fantastik dünya, hayatın güçlüklerini göğüslerken üzerinize giyeceğiniz bir zırh gibidir. Ya reel hayata sıkı sıkıya bağlı bir şekilde, tüm acıları, yoksunlukları barındıran ve gerçeğin tıpkısı o dünyanın kopyalarını okur, izler ve bir dakika bile gerçek dünyanın sıkıntılarından sıyrılıp rahatlayamazsınız ya da hayâl dünyanızın sınırlarını hiç düşünmediğiniz kadar genişleten, sizi başka bir evrene taşıyan kitaplar ve filmlerle kendinize nefes alabileceğiniz bir boşluk yaratırsınız. Eğer o dünyanın renkleri, büyüleri, hayatınız boyunca göremeyeceğiniz varlıklarıyla sizi sarmalamasına izin verirseniz; dinlendiğinizi, tazelendiğinizi, uzun zamandır hissetmediğiniz o heyecanın canlandığını, çocukluğunuzda yarattığınız hayâli kahramanların yeniden gün yüzüne çıktığını ve hayatın zorluklarıyla savaşırken size nefes alacak kısacık bir “an” kazandıracaklarını göreceksiniz.
Hayallerimiz kadar var olduğumuz o fantezi dünyasında, hepinizin, kendisi için sınırsızca kurguladığı bir masalın kahramanı olmasını diliyorum…