Dünyanın giderek garip bir hal aldığı bu dönemde, Türkiye bambaşka bir düzende (düzensizlikte). Yurttaşlar insanca yaşamaya, doğa ve hayvanlar da artık sadece hayatta kalmaya çalışıyor.
İlk sosyal medya hesabımı Facebook’ta 2019 yılının Haziran’ında, tekrarlanan İstanbul seçimini paylaşmak için; Twitter hesabımı da aynı yılın Ekim ayında, Facebook’ta olmayanlarla da iletişebilmek adına kullanmaya başlamıştım. Farklı nedenlerle Facebook’u daha fazla kullanmam gerekiyordu, Twitter’da ise çok vakit geçirmiyor, sadece bir haber alma mecrası olarak kullanıyordum.
Twitter’ı Facebook formatında kullananlar, kısıtlı kelime sayısına aldırmadan uzun uzun bir şeyler paylaşmaya çalışanlar, “Twitter’da olmam şartmış” diye yaklaşanlar, sadece politikayla ilgilenenler, sadece Twitter’da görebileceğiniz videolar bir yana; içinde umudun, direnmenin, sevginin olduğu, üstelik bunların hepsini bir arada güzelce büyütüp paylaşabilmenin ortamı haline geldi benim için. Çünkü 9 Mayıs 2022’de Sinan Hocanın Ortak’ı ilk gördüğü ve hikâyeyi paylaşmaya başladığı günden itibaren ben de kendimi bir hikâyenin parçası olarak görmeye başladım.
Ülkenin içinde bulunduğu koşullar uzun zamandır milyonlarca insanı yorarken, ancak sınırlı sayıda insan ses veriyor. Bilmiyorum, belki de Ortak, sesini duyurmak için daha fazla emek vermiş ve direnmiştir. Yaptığım alan çalışmasında, kadınların haberleri izlemeyi bıraktığını gördüğümde kafamda bazı şeyler daha da farklı noktaya geldi. Büyük çoğunluğumuz bizi gerçekten ilgilendiren konulardan haberdar olmayı istiyoruz ancak içinde sevginin, umudun ve direnmenin olduğu hikayelere, filmlere, oyunlara, sohbetlere daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Onca kötü habere dayanabilmek için yüreğimize dokunan samimi ve gerçek paylaşımlara hasret kalmışız. Kadınlar “Ben de dertliyim, komşum da… Birimizin hayatı diğerinden daha iyi değil ki eskisi gibi oturup kahve içip sohbet edelim?” diyordu yaptığım görüşmelerde…
Bir yanda yakılan ormanlar, taş ocaklarıyla kaybettiğimiz ağaçlar, santrallerle kuruttuğumuz dereler, beraberinde kaybettiğimiz belki de nesli yok olan canlılar… Öte yanda, “yaz geldi hayvanlar için bir kap su” duyuruları paylaşanlar, bütün imkansızlıklara rağmen ellerinde mama torbaları ile sokağındaki kedi-köpekleri beslemeye çalışanlar,…
Göç bizim için uzun yıllar boyunca yurt dışına gitmemiz ya da doğup büyüdüğümüz şehirden taşınmak zorunda kalmamız anlamına geliyorken bugün artık bambaşka derin yaralar açarak yaşanan, tek nedeninin de iktidarların yanlış politikaları olduğunu anladığımız bir noktaya geldi. Komşumuzun Alevi, muhtarımızın Kürt, sınıf arkadaşımızın göçmen olduğunu fark edip üzerine konuşur olduk.
Doğup büyüdüğüm ülkeye ve topluma dair giderek yabancılaşmaya başladığımı hissedip sorunlarımızın çözümü için her şeye rağmen emek vermeye çalışıyorum. Samimiyete, umuda, sevgiye, direnme gücüne hasret kaldığım bir dönemde Ortak bütün bunları kendinde birleştirmeyi başardı. Belki de bir çok yerde, bir çok başka Ortak vardır. Olmalı da… Çünkü bu dönemde hepimizin bir Ortak ihtiyacının olduğunu görüyorum…
Sinan Hocanın hakkını teslim etmek gerek, eğer Ortak bugün bir çok insanın hayatını güzelleştiren bir kaynağa dönüştüyse bunda en büyük pay Sinan babasınındır. Nitekim onun duyguları ve aklının ışığında bizleri Ortak ile yoldaş eden davranış ve söylemi olmasaydı, bu mektup başından sonuna yüzümde bir tebessümle yazılıyor olmazdı… Sevgiyle… / Leyla Serin Kırık