Ayna Mahruti
“O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.
Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Yaşar Kemal
Bu sabah otomobil fiyatlarına şöyle bir göz attıktan sonra bugüne kadar sahip olduğum otomobillerle olan ilişkimi, hikayelerini düşündüm. Türkiye’de gerek sıfır gerekse ikinci el otomobiller artık birçok insan için ulaşılmaz fiyatlarda. Fiyatlarının uçup gitmesinin belli sebepleri var; Türkiye’deki vergilerin yüksek olması nedeniyle otomobil üreticilerinin talebin yüksek olduğu Avrupa ülkelerini hedeflemeleri, çip tedarikindeki sorunları, dövizin alıp başını gitmiş olması, bayilerle anlaşan galerilerin sıfır otomobilleri kapatıp, piyasada bulunmadığı için yüksek fiyata satması, doğal olarak sıfır otomobil fiyatları artında başta galericiler olmak üzere otomobilini satacak olan herkesin aracını buna göre konumlandırması…
Elli beş yıllık hayatıma altmışın üzerinde otomobil sığdırmışım. Bu rakamın yarısı kadar da motosikletle yoldaşlık etmişim ama konumuz motosiklet değil. İlk gençlik yıllarımdan itibaren otomobiller bir tutku oldu hayatımda, özellikle “eski” ve “klasik”, özelliği olan araçlar, çoğunlukla da Amerikan otomobilleri. Günümüzde satıcılar araçlarını yüksek fiyatlara satabilmek için her eski araca “klasik” dese de on beş yıl öncesine dek bu ayrım çok netti. Şimdilerde 1980 modelin altındaki her aracı “klasik” diye yutturmaya çalışıyorlar.
Bu nedenle bu kadar çok araca sahip olmanın, alıp satmanın, değiştirmenin, çok büyük bütçeler ayırmadan haşır neşir olabilmenin temelinde yatan unsurların başında “eski” ama özelliği olan araçların bir zamanlar uygun fiyatlara alınabilmesiydi. Gerçi bir tek “eski” araçlar değil, “klasik” araçlar da ulaşılabilir rakamlara satılıyordu. (Bir farklı unsur da benzin fiyatlarının uygun olmasıydı, yoksa 4-5.000 cc.lik motorlu araçlarla dolaşmak imkansız olurdu) İkinci ve en önemli unsur, bu yazının da konusu olan gerçek “usta”ların varlığıydı. Eğer çok büyük bütçeleriniz, yurt dışında komple parça getirebilmek gibi bir şansınız yoksa eski ve/veya klasik bir araca sahip olmanın, onu yürütebilmenin olmazsa olmazı iyi bir ustadır çünkü.
Günümüzde büyük, havalı, şık bekleme salonları, lezzetli ikramları olan servislerde çalışan “teknik personel”den ciddi anlamda bir farklılıkları vardır ustaların. Her şeyden önce usta yalnızca arızalı parçayı bulup, yenisiyle değiştiren insan değildir. Günümüzün kapitalist sisteminde büyük araç satış noktaları ve yanlarında yer alan servisler ustaya ihtiyaç duymazlar. Otomotiv sektöründe asıl para satış sonrası hizmetlerden kazanıldığından dolayı, parça değişimi esastır. İyi ustaların küçük, kimi zaman tek otomobilin sığacağı kadar da olsa bir dükkanları ve sadık, devamlı müşterileri vardır. İyi ustaları servislerde pek göremezsiniz.
Yanılmıyorsam 2010-15 yılları arasıydı. 96 model bir Mustang Cobra’m vardı. Birlikte iş yaptığımız çok sevdiğim bir abim, o zamanlar üniversitede okuyan oğlu için İstanbul’da dünyanın önde gelen bir Alman otomobil markasının Avrupa’nın en büyük satış ve servis istasyonunu kurmuştu. İki binli yıllara doğru eski iş hanlarının cephesini camla giydiren herkes hanına “plaza” dediği gibi galeri, yedek parça satış noktası ve servis eklenince bunlara da plaza deniyor artık. Plazanın açılış davetine gittiğimde otomobillere meraklı oğlu; “Ulvi abi, son teknoloji bir servis kurduk, dükkan senin, bir şey olursa aracını artık buraya getirirsin, hallederiz” dediğinde, “ben serviste arabamı yıkatmam bile bırak elletmeyi” deyince çok bozulmuştu. “Seninkiler benim arabamdan zaten anlamazlar, üstelik çoğu servis hırsızdır” dediğimde ise bozuntusu yavaş yavaş öfkeye dönüşmeye başlamıştı bile. “Abi ağır konuştun, bizde öyle şey olmaz” dediğinde, kolundan tutup servise indirdim. Servis müdüründen o gün kestikleri faturaları istedik. Yanlış hatırlamıyorsam birkaç gün içinde yaklaşık üç yüz aracın yağ değişimini yapmışlardı. Fatura kalemlerine baktım, aşağılarda aradığımda buldum ve servis müdürüne “yağ değişimi yaparken yukarıdan vakumla mı çekiyorsunuz, yoksa aşağıdan kartelin yağ boşaltma bölümünü açıyor musunuz? diye sordum. Açmadıklarını zaten biliyordum, zamandan tasarruf etmek için yukarıdan vakumla çekip, yeni yağ dolduruyorlardı. Karteldeki eski yağ da orada kalıyordu. Servis müdürü anladı mahçup mahçup önüne bakmaya başladı. Faturada kartel contası o zamanın parasıyla 2,5 TL yazıyordu. Ellenmemiş kapağın, değiştirilmemiş contasının fiyatını üç yüz araçla çarpın, sonra aylık, sonra yıllık rakamı bulun, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Faturadaki “araç yıkama” bedelinden bahsetmiyorum bile, iyi bir ustanın dükkanında araç yıkamaya para alınmaz.
Eğer çok pahalı, orijinal, klasik bir otomobiliniz değil ama özellikli eski bir aracınız varsa aracınızı ancak iyi bir usta ile yürütebilirsiniz. İyi bir usta parçayı tamir eder, yoktan var eder, daha uygun fiyatlı başka bir marka aracın benzer parçasını sizin aracınıza uygun hale getirebilir. İyi bir usta otomobilinizle olan ilişkinizin dolgu malzemesidir, otomobilinizi daha çok sevmenizi sağlar, kötü bir usta iste otomobilinizden nefret etmenizi…
İyi bir ustanın dükkanına yalnızca tamir, bakım için gidilmez. İyi bir ustanın dükkanı sosyalleşme alanıdır, sohbete, çaya, rakıya gidilir… Otomobil muhabbeti yapılır, benzer araçları olanlarla tanışılır, deneyimler paylaşılır. İyi bir usta berber gibidir, dert ortağındır, sırdaşındır, keyifle saatlerce sohbet edebileceğin biridir. İyi bir usta demli çay ve uzun sohbetler demektir, iyi bir usta sanayide, esnaf lokantasında birlikte yenilen bol kepçe lezzetli yemek demektir, iyi bir usta; “ustam şanzıman senkromeçlerden bir ses geliyor’ diye aradığında, “ölmedik ya, akşam kap nevaleyi gel, takımımız da var sana uyacak tulumumuz da var Hoca, el ayak çekilince girer altına indiririz” diyendir, iyi bir usta baskı balatayı eline alıp, “hoca orijinaline abuk sabuk paralar verme, atla Taksim’e git, şu markanın baskı balatasını al, o tıpa tıp uyar, uymazsa da yanlardan tıraşlarız” diyendir, iyi bir usta servis veya tamir için bıraktığın otomobilinin işini bitirip alman için aradığında; “akşam üstü gel ama akşama program yapma” diyendir, iyi bir usta akşamüstü otomobilini almaya gittiğinde “Hoca atla Sarıyer’e inip bir şişe rakı, balık, salatalık malzeme, taze ekmek alalım” diyendir, iyi bir usta, karlı bir kış günü, atık yağ sobasıyla ısınan dükkanında sen eski bir yağ bidonundan bozma mangalı yakarken, hayatta yiyebileceğin en güzel salatayı yapandır… İyi bir usta, güzel bir çilingir sofrasından sonra; “Hoca alkol aldın aracın burada kalsın, sen taksiye atla git, yarın ben çocuklarla aracını sana yollarım” diyendir
İyi bir usta kimi zaman dosttan ziyade sevgili gibidir, kıskançtır… İyi bir usta aracına başka ustanın elleri, gözleri değsin istemez, seni başka bir ustayla paylaşmak istemez. İyi bir usta aradan yıllar geçse de otomobiline ne zaman ne yaptığını hatırlar, iyi bir usta insan sarrafıdır, önce sana kuşkuyla yaklaşır, aranızdaki güven ilişkisi zamanla ilmik ilmik örülür. Türkiye’nin başta Jaguar olmak üzere İngiliz otomobillerinin piri sevgili Deniz ustanın, ilk kez kendine bakıma veya tamire gelen araçların motor, yürüyen aksamlarındaki bazı cıvatalarına önlüğünün üst cebinde taşıdığı ojeyi gizli gizli sürdüğünü bilirim, araç bir daha geldiğinde başkası dokunmuş mu, başka servise gitmiş, kurcalamışlar mı anlamak için…