Üniversite 2. sınıftan baktığımda bugün olduğum yeri böyle görmüyordum ancak üniversite bittikten sonra da her şeyin, hayatın daha da zorlaşacağının farkındaydım. 1994 bugünler gibi zorlu bir yıldı, daha cep telefonları devreye girmemişti, Türkiye’de internet sadece TÜBİTAK ve Üniversite ağlarında mevcuttu. Üstelik “Ekonomi Profesörü” Başbakan Tansu Çiller’in meşhur 5 Nisan kararları ile ülke ekonomisi alt üst olmuştu. İletişim Fakültesi’nde okuyordum ve 5 Nisan’da ekonomik krizin basını nasıl sert vurduğuna ilk kez şahit oldum. Üstelik o zamanlar gazeteler 1 milyon tirajı geçebiliyorlardı, haftalık dergiler 5-10 bin satışı rahatça yakalıyordu. Ard arda yeni özel televizyonlar kuruluyordu. 5 Nisan kararları açıklandıktan sonra yaşanan ekonomik krizde çok sayıda gazeteci işsiz kalmıştı ancak sektörün kendini toparlayacağını düşünüyordum çünkü basın bugüne göre çok daha özgürdü ve internet de olmadığı için özellikle televizyonların fiyakası sağlamdı.
Üniversiteye adımımı attığım ilk günden beri iletişim mesleğini öğrenmek için çalışıyordum, önce İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı’nda sonra okulun 4. Boyut isimli dergisinde görev aldım. Dergide çalışırken bir yandan da bir fotoğraf ajansında fuar fotoğrafçılığı yaptım. 4. Boyut için çalışırken aralarında Can Yücel, Atilla İlhan gibi edebiyat çınarlarımız, Yeni Türkü grubunun solisti Derya Köroğlu gibi bir çok insanla söyleşiler yapma şansı bulmuştum. İÜHA da o zamanlar çok ama çok iyi çalışırdı. Ajans için muhabirlik yaparken bir çok önemli olayı takip etme ve bir çok önemli politikacı ile tanışma şansım da olmuştu. Bu insanların arasında örneğin KKTC’nin efsane Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş o genç yaşımda beni derinden etkilemişti. O dönemde beni en derinden etkileyen insanların başında Ömer Madra’nın ayrı bir yeri var. Ömer Abi o zamanlar Arrademento Dekorasyon isimli derginin yayın yönetmenliğini yapıyordu ve “Romanımla Sana Bir Ses” romanı yeni yayınlanmıştı. Ömer Abi ile kitabı üzerine söyleşi yaptıktan sonra telifli olarak Arrademento Dekorasyon için çalışma ve o günlerde bir öğrenci için çok iyi para kazanma şansım olmuştu. 5 Nisan kararlarının ardından Ömer Madra ve ekip arkadaşları da işsiz kalmıştı ve bugün Türkiye’nin en özel radyolarından biri olan Açık Radyo işte o ağır şartlar altında doğmuştu.
5 Nisan’ın ardından o yazın basın açısından hele hle halen öğrenci olan bizler için zor geçeceği ortadaydı ve bugün Clinart Yayınevi’nin sahibi olan, Psikeart ve Psikesinema dergilerinin koordinatörlüğünü yapan Tuna Yıldırım ile birlikte o yaz aylarında uzun bir tatil yapmaya karar verdik. İlerleyen yıllarda belki de böyle bir şansımız olmayacaktı. Tuna’ların Bodrum Ortakent’te yeni bir yazlıkları vardı. Yazlık yeni olduğu için bahçesinde ve evde yapılacak bir sürü de iş vardı,işte hem o işleri halletmek hem de bolca okumak için oraya gitmeye karar verdik.
Dedim ya o zamanlar internet ve cep telefonu hayatımızda değildi. TV kanalları analogdu yani sınırlıydı. Alman Kütüphanesi ve Amerikan Kütüphanesi ve diğer kütüphanelerden kitap ödünç almak mümkündü. Ben hem Alman Kütüphanesi’nden hem de Amerikan Kütüphanesi’nden alabildiğim kadar kitabı ödünç aldım, kendi kitaplıklarımızdan ve aile kütüphanelerinden de topladıklarımızda 2 bavul dolusu kitap ile otobüse bindik ve Bodrum’un yolunu tuttuk. Şimdi yaşı benden ileri olanlar yetmişlerdeki seksenlerdeli Bodrum’u ballandıra ballandıra anlatırlar ama 1994 yazında Bodrum yirmili yaşlarının başındaki Tuna ve Tamer için muhteşemdi. Gençtik, paramız sınırlıydı, o yüzden haftada sadece bir kez Bodrum merkeze iner Perşembe pazarından haftalık yiyecek alışverişimizi yapardık. Çeşmeden akan su içilirdi. Haftasonları da Cuma ya da cumartesi akşam üstü yine merkeze iner barlara takılırdık. Bodrum geceleri o zamanlar da kalabalıktı ama yolda yürümek bugüne göre daha mümkündü. Üstelik dönemin en pahalı gece kulübü olan Halikarnas Disko’ya giriş ücreti bile makul düzeydeydi. Plajlara ücret ödemeniz gerekmezdi. Şezlong-şemsiye parası daha icat edilmemişti.
Tuna ile birlikte o yaz çok güzel zaman geçirdik. Bir yandan evin eksiklerini gideriyorduk. Bahçenin bakımını yapıyorduk bir yandan da her gün gözlerimiz pörtleyene kadar kitap okuyorduk. Televizyonumuz yoktu. Radyomuz ve kasetçalar walkmanlerimiz vardı. Fotoğraf filme çekilir, karta basılır, albümde saklanırdı. O yaz deniz-kum-kitap üçlüsü ile o kadar beslendik ki aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün dönüp baktığımda o yaz öğrendiklerimin okuduklarımın hala faydasını gördüğümü, ekmeğini yediğimi rahatça söyleyebilirim.
Doksanlı yıllar ülkemizin çok zorlu dönemleriydi. Doksanlarda çok acı ve ağır olaylara şahit olduk. Önce cep telefonu sonra internet hayatımıza girdi. Üniversiteye daktilo ile giren bizler mezun olduğumuzda daktilolar neredeyse ortadan kalkmıştı. Gazeteler dergiler televizyonlar dev promosyonların etkisi ile de olsa altın çağını yaşıyordu. Bugünden 1994 yazına bakınca gördüğüm o zamanlar kaynağı sağlam bir gazete haberi, hükümet devirebiliyordu, bugün şahit olduğumuz onlarca yolsuzluk ve sahtekarlıkla ilgili haberler sonucunda suçluların görevden el çektirildiğine bile şahit olmuyoruz.
Şimdi bugün dönüp 1994 yazına baktığımda iyi ki o yaz Tuna ile birlikte İstanbul’da kalıp çalışmak yerine Bodrum’a gidip dolu dolu tatil yapmışız. Keşke ülkemiz siyasetçisi, ülkemiz halkları taa o zamanlar yaptığı hataları bunca yıl sonra yeniden yeniden yeniden yapmasa.