Merhaba,
Geçtiğimiz hafta önümüzdeki sezonda ülkemiz ve Kıbrıs’ta nerelerde dalınabileceği üzerine yazmıştım ve yazıyı bitirirken bu hafta ülkemizde dalış neden yeterince yaygın değil sorusuna cevap arayacağımı söylemiştim.
Türkiye aslına bakarsanız iki yarımadadan oluştuğu için 6 tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Üstelik insanlığın deniz ile ilk haşır neşir olduğu topraklarda yer alıyor. Dünyanın en eski batıklarının Anadolu kıyılarında keşfedilmesi tesadüf değil. Ancak ülkemiz nedense aşırı avlanma ve şehirlerin kanalizasyonları ve sanayi atıklarının boca edilmesini dışında, denizlerden asla verimli bir şekilde yararlanmıyor. Yararlanmak şöyle dursun üstüne bir de çevreyi kirletiyoruz, habitatı yok ediyoruz.
Durum böyle olunca ülkemiz turizmde de, deniz ürünlerinde de, deniz taşımacılığında da olması gereken yerin çok ama çok gerisinde. Yanı başımızdaki komşumuz Yunanistan örneğin denizler konusunda bizden fersah fersah önde.
Türkiye’nin denizle barışık olmadığını anlatan en ağır görüntü şu: kıyı şehirlerimizin tamamı denize arkasını dönmüş gibi, evet bir çok şehirde sokaklar eninde sonunda denize çıkıyor ama, deniz kıyıları hep dolgu. Sahil şeridi boyunca otobanlarla dolu olan ülkemizin muhteşem kumsallarının neredeyse tamamı ticarileştirilmiş durumda ve bakir el değmemiş plaj neredeyse sıfıra yakınken olanların içinde “halk plajları” bile parayla ziyaret edilebiliyor.
Deniz ulaşımına gelirsek bugün Türkiye’de İstanbul ve İzmir dışında denizde insan taşımacılığı yapan bir ilimiz yok. İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale ve Balıkesir arasında deniz ulaşımı dışında şehirlerarası deniz taşımacılığından söz edemeyiz. Örneğin İstanbul’dan İzmir’e, Samsun’a, Samsun’dan Trabzon’a, Antalya’dan Mersin’e dahi toplu deniz taşımacılığı yok.
Deniz ürünlerinden faydalanma konusuna gelirsek, ülkemizde deniz ürünlerinden faydalanma şekli sadece talan. Bu yazıların ana konusu olan sualtına ve dalışa gelirsek de ülkemizde maalesef her şey ama her şey “Sezon kısa” yalanına sığdırılmış ve bu alışkanlıktan vazgeçilmiyor.
Dalış sektörünün büyümesini engelleyen en önemli konu ülkemizde bir türlü oturtulamayan mantıklı ve doğru kural uygulamaları. Kurallar zorlama, örneğin dünyanın hiç bir yerinde olmayan rehber balıkadam garabeti ülkemizde bir kısım insanın çalışmadan para kazanma kapısı gibi. Ülkemizin maalesef dalış güvenliği konusunda da dünyada pek parlak bir sicili yok. Dünyada bir çok ülkede dalışa genç yaşta başlayanlar bu eğitimlerini akademik eğitimlerinde burs, ekstra not gibi değerlendirebilirken ülkemizde sualtı ile ilgili branşların eğitiminde bile bu konunun kıymeti harbiyesi maalesef yok.
Ülkemizin denizle barışamamasının ardında bir de denizcilik ile ilgili konularda uygulanan ağır vergiler, B segmenti 2. el bir otomobilden bile ucuz tekne sahibi olanların bile “zengin” addedilmesinin de etkisi çok.
Ülkemizde sadece denizler değil dalınabilecek onlarca gölümüz de var ancak bu göllerin bulunduğu bölgelerde bile dalış merkezleri ve dalış okulları çoğu zaman yüksek maliyetler sebebiyle kurulamıyor, kurulsa da 2-3 sezon sonunda batıp gidiyor.
Bütün bunların yanısıra denize ve denizaltına küs olmamızda dalış yönetmeliklerimizin ve dalış merkezlerimizin de payı var ama bu konuyu da gelecek hafta konuşalım.