Kutsal kitapların hepsinde bi cennet tarifi vardır. Irmakları şöyle akar, baldan tatlı meyveleri vardır, ahu gözlü hurileri vardır filan… Dağları, yeşillikleri, değerli mücevherleri, madenleri de anlatılır. Bu anlatıların farklı dinlerde, inançlarda nasıl başladığını, dönüştüğünü Hikmet Kıvılcımlı’nın Tarih Yazıları’nda “Cennet Nedir” başlığı altında ayrıntılı bir biçimde okumak isterseniz linki buraya bırakıyorum.
Orada bozulmamış su ırmakları, tadı değişmemiş süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzülmüş bal ırmakları… Her çeşit meyveler vardır.” (Muhammed Suresi, 15. Ayet)
Dönelim, memleketimize bi bakalım;
Cennette hayal ettikleri su ırmaklarımız, üzerine HES kurulmak, etrafı kurutulmak, itiraz eden Karadeniz köylüsünü jandarmaya dövdürmek, “Allah’ın suyunu” parayla vatandaşa satmak “suretiyle” cennetimizden cinnete kovulmuşuz…
“Tadı değişmemiş süt ırmakları” mı?
Yani bozulmamış, ekşimemiş süt özlemi… Yazın yüzlerce yaylamızda otlayan, kışın ektiğimiz tarlalardan aldığımız ürünle balya balya samanla beslediğimiz büyükbaş-küçükbaş hayvan sürülerimiz nerede? Taze sütümüz yoğurdumuz nerde? Süt-yoğurt cenneti memleketimiz nerde? Köylünün-çiftçinin gelir kaynağı hayvancılığımızı nasıl bitirdiler bir çeyrek asırda? O cennetimizden kovulmamız Marshal yardımı adı altında çocuklarımıza süt tozu dağıtan aklın “cinnet hali” ile başlamadı mı? Ya hu dışarıdan sığır ithal ettiler bu cennet memlekete be!
Her çeşit meyveler öyle mi?
Bu asrın son çeyreğine kadar köylü pazarlarından kilo kilo meyve alırdı halk. Şimdi deprem bölgesi Hatay’da madalinalar dallarında kaldı. Çiftçiyi canından bezdirdi iktidar. Gözümüzün önünde meyveler dallarında çürürken cennette meyve hayali kurdurmak da bu iktidarın cinnetine nasip oldu. Zora düşünce çiftçiye “ananı da al git” denilen yerde çiftçinin zaten anasından emdiği süt burnundan getirildi.
Huriler, huriler…
“Güzel huylu ve güzel yüzlü kadınlar, çadırlar içinde, perde ardında huriler vardır.” “Yeşil yastıklara yaslanırlar.” (Rahman Suresi, 66, 70, 74-76. Ayet)
Sen cennet yurdumun güzel gözlü, iyi huylu kadınlarını aşağıla, küçümse, gün yüzü gösterme, fabrikalarında hiç paraya çalıştır, olmadı bıçakla, kurşunla, döv, fuhuşa sürükle, tarikatların ağzı kokan mensuplarına 9 yaşında nikahla sonra da cennette huri hayali kur! Bu yaptıkları cinnet değil de nedir?
4 mevsim cennet “di” memleketim;
“Ne güneş ne de sert soğuk görecekcekler… Gümüşten şeffaf kaplar, sürahiler, selsebil adlı zencefil katılmış şarap… Her yerde taze çocuklar dolaşacaklar. Onları gördüğün zaman saçılmış inci gibi sanacaksın… Üzerlerinde ince ve kalın dibadan yeşil giysiler gümüşten bilezikler…” (İnsan Suresi, 19-20. Ayet)
Belli ki çölün yakıcı güneşi, sert gece soğuğu zor… Oysa benim cennet ülkemde 4 mevsim yaşanır. Her mevsimi ayrı güzel… İlkbahar’ında dallarımız çiçeklenir, bahçeler hazırlanır oturmalara…
Sonbahar’ında kış hazırlıkları başlar, anneler harıl harıl kışlık hazırlayıp dolaplarına koyar, odun kömür alınır bodrumlara konur, sobalar temizlenip kurulur, turşular kurulur, etler kavrulup kavurmalar stoklanır, sucuklar yapılır kangal kangal, çuvallarla un koyulur kilere…
Kış gelir soba üstünde kestaneler yapılır sıcak evinde, köylerdeki okullarından dönenler ders çalışır, kitap okur yüzü aydınlığa dönük… Yaz gelir bir sahil kenarında tatile gidilir ailecek, pikniklere çıkılır eğlencelik, panayırlar kurulur kasabalara, tatilden istifade akrabalar ziyaretlere gelir… di… Böyleydi memleketimin 4 mevsimi.
4 mevsim cinnete döndü memleket.
Yüzyılın son çeyreğinde işler değişti. İlkbahar’ın yağmurlarında sel basıyor evlerimizi, insanlarımızı kaybediyoruz sular altında. Çünkü dere yataklarımızın yönünü değiştirdi pek “müstesna” müteahhitler…
Denizleri doldurup, otellere verdiler doldurulmuş “deniz arsalarını.” Deniz kenarında tatil mi? Aha işte bu cinnet hali… Tatile gidemezsin artık. Evin yakında da sahile gittiysen taşlı çakıllı bölümlerde gireceksin denize. Kumlu sahilin etrafını oteller çevirdi çoktaaaan. Yassah hemşerim! Paran varsa otele gel, gir kumlu sahilde paşa paşa denize, paran yoksa sen de yoksun gözünde bu iktidarın.
Sonbahar’ımızda kış hazırlığını artık cennet hayaline erteledik. Çünkü üç harfli marketlerden günübirlik alışveriş yapabilirsek kendimizi şanslı sayıyoruz. Bir sonraki mevsimi bırakın, bir sonraki haftaya aç kalmadan ulaşabilirsek kendimizi şanslı sayıyoruz. Çuvalla un almak ne mümkün? Ekmek almak için belediyenin Halk Ekmek büfeleri önünde kuyruğa giriyoruz.
Aç parantez! Eskiden kuyruklar vardı diyen fikirsizlere de açıklayayım. Yağ kuyruğu, tüp kuyruğu, gaz kuyruğu vardı bir zaman. Zira sol bir hükümet es kaza iktidar olursa uluslar arası sermayenin bize sattığı dışa bağımlı olduğumuz ne kadar ürün varsa “örtülü ambargo” uygularlardı ki o hükümet düşsün de memleketi onların pazarına açacak, memleketi pazarlayacak sağ partiler iktidara gelsin… 12 Eylül darbesini bile sırf bu nedenle yapmadı mı NATO’cu askerler? Gümrük kapıları açılsın, sermayeye pazar olsun ülkemiz, kendi yağı ile kavrulmasın diye cennetimize göz dikmediler miydi? İşte sizin “Lobi” diye uydurduğunuz lobiler o dönem vardı da siz böyle konuşasınız diye ekmeğinize yağ sürmüşlerdi. Ekmek kuyruğu olmamıştı hiç memleketimde sizden önce. Kapa parantez!
Kavurmalar filan yapılırdı ya kış hazırlığına, artık İslam’ın kurban kesme “ibadetinin” üstünde durmuyoruz. Konuyu açmıyoruz bile. Konuyu açandan da pek hoşlaşmıyoruz iktidarcek. Yapmasak da olur diyor pek bi uzman imamlar! Bu nedenle ayda 200 gram kıyma alabilen şanslı ailelerden biriyseniz dua adin, bir dahaki aya alamayabilirsiniz. Çocuğunuz ister, eşiniz söylenirse işte tam cinnet hali. Cennette et yiyeceğinizi hayal edin çocuklar…
He, şarap var bi de… Gümüşten şeffaf sürahilerde, alkolsüz şarap o cennetteki… Sarhoş etmeyecek sizi. Ama zaten içmeden sarhoş olacağınız bir yer cennet, o kadar güzel yaniii… Sabredin, ölünce gideceksiniz! Yeri gelmişken şarap- alkollü içki üreten TEKEL noolduydu? Hani işçilerini dört bir yana dağıtıp perişan ettiğiniz kurum diyorum. Özelleştirdiğiniz, alkollü satışına hiç dokunmadığınız TEKEL… Haram filan ama kaymağını da yiyorsunuz diyorum! Evinde alkolle içki yapanların peşine düşüp gelirini kolladığınız TEKEL diyorum… Yine bir cinnet hali…
Tam da burada MARX’ın sözlerini yazmasak eksik kalacak cennet ve cinnet hali;
“Din, içinde çekilen ıstırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ıstırabın bir ifadesi ve gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.”
Bu sözü ve anlamını birçok kez yazdım, yine yazacağım. Zira yobaz takımı halkın bu sözlere ilgisini ve düşünen insanın sorgulamaya başladığını fark ettiğinde sözleri bağlamından koparıp son cümleyi bir silah gibi kullanıp “vayyy dinimize uyuşturucu dedi” vaveylasına başlar.
Marx insanın doğasını açıklamaya ömrünü vermiş bir düşünür iken, yobaz (tüm dünyadaki yobazlar) için insan sadece sömürülecek bir araç kadar derlidir ancak. Bu nedenle Marx’ın sözleri, düşünen insan için hayat kadar kıymetlidir.
Marx’ın bu sözleri bana der ki yani ben anlarım ki; Bu dünyayı kalpsiz olanlar idare etmişler ve hayatı da kalpsiz acımasız bir şeye dönüştürmüşlerdir. Uygarlık tarihi boyunca sömürücü/yönetici sınıf, insanların/halkın tamamına gerçek dünyada gerçek bir cennet sunmak yerine (üstelik sunabilecekken) halka, ölünce kavuşacakları bir cennet hayali pazarlamış, saraylarında, köşklerinde, kalelerinde, şatolarında, villalarında, çiftliklerinde kendi sınıflarına cennet yaratıp halkı da cennetlerinin hizmetkarı yapmışlardır. Bu kalpsiz dünyada insanları cennet hayali ile oyalamışlardır. Bu adaletsizlik karşısında acı içindeki insan, yaralı insana verilen morfin gibi bu hayale sarılarak acısını dindirmeye,uyuşturmaya mecbur bırakılmıştır.
Oysa bu hayalden kurtulabilir isek kendi cennetimizi dünyada yaratabilirdik. Tıpkı cennet vatanımızı cinnet haline sokan iktidarlarla mücadele edebilmiş olsaydık dünyadaki cennetimizi koruyabileceğimiz gibi…
Memleketimin “C” halinin bana düşündürdükleri bunlardı sevgili okur.
Biliyorum ki “kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda…” Ancak biz ülkeyi emperyalist işgalden korumak için toprağın altına girerken meğerse emperyalist şirketlerle kol kola girenler tabutlarımızın üstüne kollarını yaslayıp şehadetimizi, yine bizi sömürmek için hamaset hikayelerine dönüştürmekten, kendi cennetlerini yaratarak bizi cinnete sürüklemekten çekinmiyorlar.
Öyleyse uykudan kalkıp cennetimizi bu dünyada yaratmak çok daha insani ve çok daha adil olmayacak mı?