A’dan Z’ye Memleket: İnci Taneleri

0
682

Kızımı doğumdan üç ay sonra bakıcıya vermek zorunda kaldım. O dönem Çubuk’ta çalışıyorum. İki memur geçinemeyeceğimizi düşündük demek ki. Bu nedenle ücretsiz izin alamadım. Mayıs ayında doğum yaptım. Doğum iznini ve yaz tatilini kullandım. Okul açılmaya yakın bakıcı aramaya başladım. Temiz, güler yüzlü bir kadını tanıştırdılar bana. Zübeyde Hanım. Kızı da benim öğrencim. Sordum soruşturdum. Zamanında zenginlermiş. Kocası olacak dangalak servetini, tarlayı tapanı satıp pavyonda yemiş. Kocası evde ama aralarındaki ip kopmuş. Kadıncağız geçinmek için çocuk bakmak zorunda kalmış, onca zengin hayattan sonra. İki kız çocuğuna bakmak için kocasına rağmen uğraşıp didiniyor. Verdim çocuğumu kadına. Kreşe gidene kadar misler gibi büyüttü benim İpek kızımı. Zübeyde Hanım inci tanesi…

Çubuk Ankara’nın bir ilçesi… ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ hesabı ayıbı da gayıbı da kasabanın sınırlarında saklı bir ilçe… Dışarıda ne olup biter bilmez halkı. Ankara büyük şehir… Oralarda siyaset nasıl döner bilmez. Dünyayı kasabadan ibaret sanırlar. Kasabanın dışına çıkan da ya bürokrattır ya da pavyona giden zengin tayfası… Tarlayı satıp bir kadına harcayacak Bolu belediye başkanı Tanju gibidir çoğu erkeği de… Kadınları erkeklerinin ne halt ettiğini bilmez. Başındaki erkektir, eve ekmek getiriyordur, dantelini örüyor, yemeğini yapıyor, komşu gezmelerine, yazın Çubuk barajında pikniğe gidebiliyordur, yeter onun için. Hepsi dünyadan bihaber ama insandır, hepsi birer inci tanesi…

80 darbesi olmadan önce kayınvalidemin anlattığına göre, mini etek giyerlermiş kadınlar. Açık hava sinemaları varmış. Kadınlar gayet özgür, parklarda oturup çekirdek çitler, gezip tozar hatta yazın deniz kenarına tatile giderlermiş. Yine kayınvalidemin anlattığına göre “bu sıkma başlar” daha işgal etmemişmiş Çubuk’u. O zaman keyifleri yerindeymiş ama ne olmuşsa AKP ile beraber olmuş. Tarikatlar gelmiş, yayılmış kasabada, alkol, kumar, pavyon kültürü de o zamanlardan sirayet etmiş kasabaya. “Eski Çubuk değil şimdi gördüğün” diye anlatırdı. Rahmetli kayınvalidem de bir inci tanesi…

Ne oldu da “Dilber evin barkın yok mu” demeye başladı bu kasabalar? Ne oldu da tarikatlarla, alkol, kumar, pavyon kültürü aynı zaman diliminde ve aynı hızla girdi mahallelerimize?

Ben son dönem 2005-2006 filan Çubuk’ta açılan Gazi Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’nda İnkılap Tarihi derslerine giriyorum. Öğrencilerimden bazıları bir gün ağlayarak yanıma geldiler. “Hocam dün otobüs durağında bizi linç edeceklerdi zabıtalar” dediler. “Neden” diye sordum. “Hocam Ramazan ayında askılı tişört giymişiz diye bize etmediklerini bırakmadılar. Az daha dayak atacaklardı bize” dedi kızlar. Her biri birer inci tanesi…

Yıllardır Çubuk’ta oturuyorum. Eşim de Çubuk’lu olduğu için tanıyor devlet memurları beni. Zabıtalardan biri kayınvalidemin komşusu Yeter teyzenin oğlu. Okuldan sonra gidip durumu onunla konuşayım dedim. Olayı sordum. Dedi “hocam onlar öğrenci mi? Orospu onlar… Açık saçık giyinip Ramazan ayında tahrik ediyorlar insanları.” Dedim “Cevat, Çubuk’ta hangi mahallede hangi evde gerçekten meslekleri orospuluk olan, bu işten para kazanan kaç kadın olduğunu siz iyi bilirsiniz. O evlere girer çıkar, yıllardır hiç ses etmeden bu kadınları korursunuz. Ama onlar Çubuk’un orospusu, sizin orospular değil mi? Onlara ses etmezsiniz, kabul görürler ama gencecik üniversite öğrencileri askılı tişört giymiş diye adını orospu koyar, bir de tehdit edersiniz. Bundan zerre utanmazsınız. Çünkü üniversiteden, bu kasabanın dışa açılmasından, gelişmesinden, modernleşmesinden, kadınlarınızın uyanmasından korkarsınız. Asıl derdiniz, asıl rahatsızlığınız burada açılan üniversitenin sizi büyük şehre açması, değişip dönüştürmesidir” dedim. “Hocam ayıp ediyorsunuz” gibi konuştu ama söylediğim gerçekliğin karşısında da geri adım attı.

Biliriz… Biz birbirimizi biliriz. Benim bakıcım Zübeyde’nin kocasından, Cevat’tan ve nicelerinden biliriz pavyon kültürünü. Burnumuzun dibinde, Ulus’a doğru Çankırı Caddesi boyunca sıralı pavyonları biliriz. O pavyonların biraz ötesinde Ankara Valilik binası, daha yukarısında Hacı Bayram Veli Camii olduğunu da biliriz. Pavyonların karşısında Kız Meslek Lisesi, onun yanında erkek öğrenci yurdu olduğunu da biliriz. Hatta Genel İş sendikası misafirhanesinin aynı caddede olduğunu da biliriz. “Devlet böyle şekillendirmiş” der geçeriz.

Gece o yoldan arabayla geçmemeye, orada kapının önündeki kadın ya da erkeklerle muhatap olmamaya çalışırız mecbur kalıp önünden geçersek. Fuhuş ayıp ve yasaktır sözlüğümüzde. O kadınların pavyona tabiri caizse düşürüldüğünü, zorla alıkonduğunu, borçlandırılarak ve tehdit edilerek orada tutulduğunu, başka bir yaşam imkânı verilmediğini biliriz. O mekânlardan uzak dururuz. O mekânları güzel göstermeyiz. Bilakis çocuklarımızı korkuturuz oralardan ki kendilerine oralardan uzak bir hayat kurabilsinler…

Ama kendisine oyuncu-yazar rütbesi takan biri gelir bizim normal hayatımızla o anormal, acı dolu hayatı barıştırmaya kalkar. İçinden uyuşturucu, alkol, mafya, cinayet, kezzap kokusu gelen pavyonları güzellemeye kalkar. Bu güzellemenin adına da İnci Taneleri der.

“İnsanlar dizili inci bir tespihte, inci ne kadar değerli, iplik o kadar ince…” demiş “Dilber’in Yılmaz abisi.” Söz ne kadar güzel anlamı ne muazzam… Tehlikeli olan ne biliyor musunuz? Kötülüğü muazzam sözler söyleyebilme yeteneğine sahip olanların yayıyor olması…

İnsan inci kadar değerli ama onları tutan ip çok ince diyor sözler. Acaba o inci gibi insanları bir arada tutan, değerini koruyan ip neredendir ve kimin elindedir? Bizim cahil filozof iyi cümleler kuruyor ama iyi insanların nasıl korunacağına dair yanlış adres gösteriyor bizlere. Bir öğretmenin de pavyona gidebileceğini, oradaki kadınları alkışlayabileceğini; kabadayılık taslayabileceğini; her iki hayatı da başarıyla sürdürebileceğini iddia ediyor.

Pavyon kültürüyle öğretmen bir araya gelebilir mi, aralarında hoş-nitelikli bir ilişki gelişebilir mi? Kadının meta olarak satıldığı, zorbalıkla orada tutulduğu, hayatını cehenneme çeviren insanların onu tehdit ettiği bir yerde iyi bir şey gelişebilir mi? Kötü bir otelin sözde resepsiyonistine “Abicim artık müzikolller eskisi gibi değil, beyaz yakalılar da geliyor” detirtilen bir dizi filmle toplumda pavyon kültürü normalleştirilebilir mi? Bugüne kadar olmaz, bu toplum bunu kabul etmez dediğimiz ne varsa, halkın tepesine vura vura yaptılar. Neden olmasın? Yılmaz Erdoğan’ın misyonu da bu; kendi ne kadar yozlaştıysa halkı da o kadar yozlaştırmak…

Hiçbir kadının aşağılanmasına, toplumdan dışlanmasına, küçük görülmesine tahammülüm yok. Ancak onların acı çektiği, bedenlerinden birilerinin para kazandığı ama kadınların sefalet ve yokluk içinde meta olarak kullanıldığı yerlerin normalleştirilmeye çalışılmasına da tahammülüm yok.

İnci tanelerini bir arada tutan ip ince ise incelten ve o ipi kopartan da Yılmaz Erdoğan gibilerdir. Kadının satılamaz ve satın alınamayacak kadar değerli bir inci olduğunu bize pavyon kültürünü güzelleyerek değil onu ortadan kaldıracak bir sistemi överek anlatabilir gerçek sanatçı. İnsan olarak aramızdaki bağı kuran ip ince ise bu ipi incelten zorbalar, insan bedeninden para kazananlar ve bu durumu normal görmemizi isteyenlerdir. O bağ ancak inciler gerçek değerini kazandığında sağlamlaşacaktır. Kadınlar sizin zorbalığınızdan kurtulduğunda, Zübeyde’nin kocası tarlasını zorbalar için satmadığında inciler arasındaki ip kalınlaşacaktır. Bizim kadın satıcılarına, pavyon fedailerine yedirecek beş kuruşumuz olamaz…

İnsanlar dizili inci bir tespihte, inci ne kadar değerli, iplik o kadar ince…

Gel ben sana gerçek inci tanelerini anlatayım Yılmaz Efendi;

Nurten-Ali Ekber Tan çiftiyle oğulları Umut Ulaş Tan birer inciydiler tespihte. 6 Şubat 2023 tarihindeki Adıyaman depreminde İsias otelde aralarındaki ip koptu. Oğulları Ulaş artık yaşamıyor.

Murat Aktuğralı, oğlu Aras ile birer inci tespihte. Aralarında sıkı bir ip var. Depremde İsias otelde onların da aralarındaki ip koptu. Aras artık yaşamıyor.

Kahramanmaraş’ta Ezgi apartmanının enkazında Nurgül Göksu’nun oğlu Ahmet Can, gelini Nesibe ve torunu Asude… O apartmanda ölen 36 kişi… Hepsi birer inciydiler. Aralarındaki ip koptu.

120 avukat ve stajyer avukat depremde ölmüş… Her biri bir inci tanesi… Hayatla, sevdikleriyle aralarındaki ip koptu Yılmaz Efendi…

Devletin söylediği ölü sayısı 50 bin söylemediği 150 bin… 150 bin insanımızın her biri bir inci tanesi ve onları birbirine bağlayan ipi kim koparmış diyeydin hele Yılmaz Efendi.

Katilleri bulunmayan çocuklarımız, katilleri serbest bırakılan kadınlarımız, intihar eden gençlerimiz, tarikatlarda hiç edilen insanımız, iş cinayetlerinde öldürülen işçilerimiz, faili meçhule bırakılan canlarımız, hapishanelerde ömrü çürütülenlerimiz, yoksulumuz, emeklimiz, yaşlımız, göçük altında bırakılan madencimiz, sele kurban edilen canlarımız hepsi birbirinden kıymetli inci tanelerimiz… Bunları anlataydın Yılmaz Efendi… “Tespihteki inci tanelerini bir arada tutan ipi incelten iktidarın, rantı-çıkarı için elinde tuttuğu makasla o ipi kesmesi, inci tanelerini pervasızca etrafa saçması felaketimiz” diyeydin Yılmaz Efendi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz