Yıl 2015, henüz bizi fişlemeye ve sicilimizi bozmaya çalıştıkları ama doğrudan işimize emeğimize saldırının olmadığı yıllardı. Dersteyiz öğrencilerle tatlı tatlı ders işliyoruz. Konuyu tam hatırlamıyorum ama çocuklardan biri konuştuğumuz bir konuda “kader hocam” dedi. “Nedir kader” dedim. Halk nasıl biliyorsa öyle cevaplar geldi. Yazı, defter, münkir-nekir, sağ omzumuzda iyilik melekleri, sol omzumuzda kötülük melekleri, şeytana uymak… Birisi İslâm’ın şartıdır kadere inanmak dedi. Dedim şimdi birisi birini bıçaklayıp öldürse sonra bu benim kaderimde yazılıymış benim bir suçum yok dese ne yapacağız? Ya da hırsız dese ki “Allah yazdı ondan çalıyorum”? Kafaları karıştı haliyle. Dediler “yazılmış ama Allah bize akıl vermiş kullanalım diye, iyiyi kötüyü göstermiş, yapmamak elimizde”. Dedim “nasıl yazılmışsa yaşayacağız demek ki?”. Sustu öylece bakakaldılar. Daha fazla uzatmadım. Kafaları açılsın, rahatlasınlar istedim.
Üniversitedeyken İslamcı bir öğrencinin anlattığı ve aklıma yatan bir örneği anlattım öğrencilere. Dedim kader önceden yazılmış bir defter değildir. Şimdi bir otobanda giden arabaları düşünün. Bu yolda herkes trafikteki hatalarından kendisi sorumludur. Hatalı sollamak, kazaya neden olmak, hız yapmak, ölmek, ölmemek, makul hızda gidip evine sağ salim varmak… Yukarıda da bir helikopter düşünün yolun başını ve sonunu görüyor, neyi yanlış neyi doğru yaptığını izliyor ama müdahale etmiyor, seni uyarmıyor. Çünkü kuralları zaten baştan koymuş. İşte çocuklar bu yolu hayatınıza, Allah’ın kader olarak ortaya koyduğunu da helikopterin yukarıdan trafiği izlemesine benzetebiliriz. Yani kader Allah’ın yolun başından sonuna kadar görmesi, İslâmi terimle ezelî ve ebedî, senin ne yapacağını bilmesi ama dünyada idareyi sana bırakması anlamına gelir. Alnıma yazılmış zaten, ben bunu yaşayacakmışım derseniz ne günah ne de sevap diye bir şey olur. Ne iyiliğin ne de kötülüğün anlamı kalır. Ne iyi insan ne de kötü insan olur; kural, kaide kalmaz. Öyle işimize gelince “kader” deriz, işimize gelmeyince “insan iradesi” deriz. Kimse suçlu ya da masum olmaz eğer yazılmış bir kaderden bahsedersek.
Bu açıklama onların da hoşuna gitti. Bazıları duygularını açıkça ifade ederek “hocam kafam karışıyordu zaten, şimdi her şey yerli yerine oturdu” benzeri şeyler söylediler. Zil çaldı, öğretmen odasına indim. İki din kültürü öğretmeni oradaydılar. Onlara yaşadıklarımızı ve açıklamamı anlattım. Doğru anlatmış mıyım diye sordum. İkisi de “hocam ne kadar güzel bir örnek bunu biz de derslerimizde kullanalım, ağzınıza sağlık” dedi. Ben de “valla ben Komünistim ama hiç olmazsa inandıkları dini insani bir akılla yaşasınlar isterim” dedim. Gülümsedik ve başka konuları konuşmaya daldık.
Olay burada böyle bitti sandım ama öyle olmadı. Birkaç hafta sonra müfettiş geldiğini ve beni soruşturduklarını öğrendim. Neden olduğunu söylemediler. İki müfettiş ve ben müdür odasında görüştük. Dediler “hocam öğretmen ihbar hattına sizin çocuklara kader diye bir şey yoktur” dediğinizi bildiren bir şikâyet gelmiş. Onu soruşturmaya geldik.”
Olayı ve anlattığım sınıfı hemen hatırladım. Gülümsedim. “Velev ki böyle bir şey söylemiş olayım, bu benim ifade özgürlüğüm olmaz mı? Ebeveynleri de kaderin olduğuna ikna etsinler öğrenciyi ne çıkar” dedim. “Ben onlardan kaderin varlığını anlattıklarından şikayet ediyor muyum?” Bunları gülümseyerek söyledim ama birazdan daha ciddi ve biraz da çarpıtılmasına duyduğum öfke ile olayın akışını yukarıdaki gibi anlattım. Hatta din kültürü öğretmenlerinin beni onayladıklarını ve desteklediklerini de söyledim. “Öğrencilerle konuşun bunun dışında bir şey söylemişsem ne gerekiyorsa yapın” dedim. Müfettişler bile anlatımımdan sonra mahcubiyet içinde “teşekkür ederiz hocam” dediler ve görüşmeyi bitirdiler. Sonrasında tabii ki ceza filan çıkmadı. Soruşturma kapatıldı.
Soruşturma sonrası olan biten üzerine ve bu haince şikayet hakkında günlerce düşündüm. İhtimal ki öğrenciler evlerine gittiklerinde öğrendiklerini heyecanla ailelerine anlattı. Ama bu ailelerden biri bizlere kader kavramını sömürünün bir parçası olarak öğretmek isteyen zihniyetin mensuplarından biriydi. “Heh! Allahın komünisti yakaladım, yaktım çıranı” gibi düşündü ve sarıldı ihbarcılığa. Neyse “ucuz” atlattık dedim. Bir süre buna benzer saldırıları göğsümde yumuşatıp gole çevirebildim. Ancak KHK ihbarcılığına kısa süreli bir şey yapamadım. Önümüzdeki günlerde bunu da gole çeviririm diye düşünüyorum!
Başıma bir müfettiş daha gelmeyecekse şu kader meselesine yine değinmek isterim. Şimdi beni ihbar eden bu şahsın ihbarcı olmasını Allah istemiş olabilir mi? Ya da adımızı KHK listelerine yazanları Allah yönlendirmiş olabilir mi? Çocuklara tecavüz edenlere Allah bunu yap demiş olabilir mi? Haşaaaaa! Ya da kadınları öldürüp, cesetlerini yakanlara… Haşaaaa! Tüm bu suçları işleyip adliyeden dönenlere Allah izin vermiş, defterine suçlarından yırtma fırsatı yazmış olabilir mi? Haşaaaa! Sen açlıkla sınanacaksın, sen de servete boğulacaksın, paraya para demeyeceksin diyen bir kader? Haşaaaa! Nereye varacağımı biliyorsunuz. Söyleyeyim… 41 madenciye sen madende parçalanarak öleceksin ama bundan kimse sorumlu tutulmayacak herkes beni suçlayacak demiş olabilir mi Allah? Haşaaaaa!
Siz siz olun Allah’ı suçlamayın! Herkes inandığı dini ve inandığı tanrıyı vicdanına benzer tanımlar. Allah’ı, tanrıyı nasıl tanımlıyorsa adaleti de öyle işler. Çocuklarını eşini döven, şiddete meyilli birine sorun Allah’ın cezalarından, cehennemde yakacağından, korkulardan bahseder. Çocuklarına, eşine, çevresine sevgi dolu davranan biri Allah bağışlayandır, merhametlidir diyecektir. Deneyin göreceksiniz…
Siz siz olun, dünyadaki tüm işlerden birilerinin sorumlu olduğunu bilin, bilelim! Yoksulluk adaletsizlik kader değildir! Kader de öyle onların inanmamızı istediği gibi değildir. Bir şoför ağabeyimiz kamyonun arkasına ‘KADER SATILMIYOR Kİ İYİSİNİ ALAYIM’ yazmıştı. Kader satılıyor ağabeycim satılıyor ama sen başkalarının yazdığını alma, kaderini kendin yaz!