A’dan Z’ye Memleket: ADALET

0
315

En çabuk bozulan, bozulduğunda kötülüğe hizmet eden sözcük Adalet… Bir kadınla temsil edilir. Neden? Çünkü kadının yaratan, besleyen, seven bir tarafı var… Eğer kadın varsa bunun bozulması kolay olmaz diye düşünüyorsanız, yanlış… En çabuk öldürülen, en çabuk manipüle edilen, tecavüze uğrayan, tecavüz edildiğinde “namusu elden giden” iffetsizlikle suçlanan, alınan, satılan, kolayca köleleştirilen cins kadın tarih boyunca… Erkek zihniyet kadını timsal olarak seçmiş boşuna değil…

Çarşamba günü HEDEP milletvekili Hüda Kaya ve Gazeteci Tolga Şardan tutuklandı. Sırf yapmak istedikleri yeni Türkiye profilini bozdukları için… Yıllar önce ÇHD’li avukatlar tutuklanmış ve 18 yıldan başlayan cezalar verilmişti kendilerine. Gezi tutsakları vardı. Devrimci gençler, Kürt aktivistler, belediye başkanları, direnişçiler ve binlerce insan tutuklanmıştı. Adaletsizliğin tokadını yemiş Biz KHK’lılar, Çorlu aileleri, Gülistan Doku, Rabia Naz, Nadira Kadirova, Burak Oğraş, Umut Gündüz, katledilen kadınlar, tecavüz edilen çocuklar, Aladağ, vakıflardaki çocuklar, öğrenciler, işçiler emekçiler, adını duyuramamış binlerce insanımız var adalet bekleyen. Bakın nasıl o Adalet denilen kadının ırzına göz dikmişler…

Adalet kadının gözü bağlı… Bu sembolde güya diyorlar ki adalete ihtiyaç duyanı görme. Görme ki kıyafeti, zenginliği, yoksulluğu, siyah ya da beyaz oluşu, ırkı, milliyeti seni etkilemesin. Cinsiyetine bakma, dış görünüşü seni etkilemesin! Bana kalırsa erk sahipleri bizim Adalet denen kurumu tarafsızmış gibi algılamamız için bu mizanseni kullanmışlar.

Adalet bunları görmezdi gözü bağlıyken ama her şeyi gözünün içine soka soka söyleyen bir iktidar vardı… “Bu bizden, sakın ceza verme, tahliye et…” “Bu bizden sakın ceza verme beraat ettir…” “Bu bize düşman, kim olursa olsun tutukla, göz açtırma…” diye kulağına fısıldayanlar vardı. Ve savcılar-hakimler bunu itiraf ediyordu. Tolga Şardan bunu yazdı, tutuklandı…

Selçuk Kozağaçlı demişti; “Hukuk diye helvadan bir put yapmışsınız acıkınca yiyorsunuz.” Gözümüzü korkutmak istediklerinde kutsallaşan yasalar canları isteyince, işlerine gelince yiyebilecekleri bir put oluyordu.

Yazımı hazırlarken tam burada Yargıtay’ın #CanAtalay davası ile ilgili AYM üyeleri için suç duyurusunda bulunacakları haberi düştü gündeme. “Annem” dedim, “bak” dedim “sen yavru bir Yargıtaysın, Anayasa Mahkemesi senin deden sayılır, yapma” dedim ama işin içinde başka şeyler vardı dinletemedim!

Bir kısım gazeteci MHP orijinli bir grup ile AYM içinde güçlü HakYolcular arasındaki güç savaşının yansıması dedi. Kimi gazeteciler anayasayı değiştirmek iktidarın özellikle hukuki ortamda gerginlik yaratarak değişikliğin gerekliliği için yine mağduriyet yaratmak istediğini düşünüyor. Hangi düşünce doğru olursa olsun Adalet kurumunun, üzerinde oynanabilir bir alan olduğunu bize açıkça gösteriyor. Hani güveniyoruz-güvenmiyoruz dediğimiz hukukun güven hislerinin çok ötesinde açıkça “sopa” olarak kullanıldığını görüyoruz.

Böylece Adalet ya da hukuk kavramına nasıl bakmamız gerektiğini, Adaleti beklediğimiz yerin neresi olduğunu, kim ya da kimler olduğunu iyi değerlendirmek lazım. Okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan yola çıkarak Adalet kurumuna nasıl bakmamız gerektiğini söyleyeceğim. Çok basit sade bir dil kullanacağım izninizle.

Adalet hassas tartı ister biliriz. Ama teraziyi kim-kimler elinde tutar biliyor muyuz?

Bir esnafın satışında terazi kullandığını düşünelim. O terazinin iki kefesi boşken birbirine uç uca denkse bu adil bir tartı olacağı anlamına gelir. Bu esnafa güvenebiliriz. Ama daha önceki alışverişlerimizde aldığımız ürünün eksik çıktığını gördüysek terazi ne kadar denk görünürse görünsün kazıklanacağımızdan şüpheleniriz.

Esnaf, müşteri kalabalığını fırsat bilip el çabukluğu ile dara koyduğu kefenin altına bir mıknatıs yapıştırabilir. Böylece alışverişte adalet aleyhimize bozulmuş olur. Biz bunu göremeyebiliriz. Eğer aldığımız ürünü başka bir yerde yeniden tartmazsak kandırıldığımızı anlamayız. İşte birinci kural; Görünüşe şovlara, gösterilere, reklamlara, dikte edilene aldanma! Adaleti görünüşe göre değil akla göre tanımla!

Kefeye mıknatıs yapıştırmadı ama daraların ölçüsü olması gerektiğinden fazla hazırlandıysa, üzerinde 1kg yazıyor ama dara 2 kg ise aslında… Denetlenmiyorsa, denetlenip göz yumuluyorsa, esnaf karından denetleyene pay veriyorsa ne yapacaksın? Kadı’ya gidersin mutlaka. Kadı da esnafın suç ortağı ise ne yapacaksın? Padişaha gidersin. Padişah da işin içindeyse… Yandın oğlum!

Gelsin ikinci kural; Adaletin olmadığı yerde ne şah kalır ne padişah!

Yok ablacım, ben köşelerin tutulduğu yerde korkarım, susarım diyor da olabilirsin. Sen bilirsin kardeşim. Ömrünün sonuna kadar eksik mal alıp, fazla para ödemeye mahkum kalırsın! Bu da tercihtir. Ama bu tercihin sende kalmaz emin ol! Adaletsizlik öyle gürültülü, öyle debdebeli, o kadar zorbadır ki… Gün gelir o esnaf seni suç ortağı olarak görür, başka illegal işlerinde de seni kullanmaya, şahit göstermeye kalkar. Mesela “bakın yıllardır benden alışveriş yapar, bana dair bir şikayetini duymadım, di mi kardeş” dediğinde ne yapacaksın? Artık pisliğin içindesin. O esnafın ortağı say kendini!

Demem o ki sevgili okuyucu ya adalet ya kirli bir hayat, açlık, yoksulluk, zulüm. Başka seçeneğimiz yok! ADALET sözcüğünü iktidarların çıkar ilişkilerinin kaderine terk ederseniz ondan bize ait bir şey çıkmayacağını anlamış bulunmaktayız. Oysa halkın adaleti diye bir gerçek var. Aslolan halktır ve ondan gelen adalettir adalet…

Brecht der ki;

Bilin; Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt…
Bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat…
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yoğrulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire…
Bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek,
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene…

Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde birçok kez gerekli.

Sabahtan akşama dek, işyerinde, eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.

Madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?

Öteki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.

Bol, pişkin, verimli…

Artık o bayat, küflü, köhnemiş adalete razı gelmeme hakkımızı kullanma zamanı gelmedi mi? Kendi ununu, kendi mayanı bir teknede yoğurup kendi fırınında kendi ekmeğini yapma zamanı gelmedi mi? Halkın ekmeğini yapma, halkın adaletini sağlama zamanı gelmedi mi?

Siz de hayal ettiniz mi? O taze adaletin mis kokusu geliyor, duyuyor musunuz?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz