En güçlü değil, en iyi adaptasyonu sağlayabilen hayatta kalır önermesini hepimiz biliyoruz. Eğer gerçekten en güçlüler hayatta kalabilseydi şu an dünyamızın hâkimi dinozorlar olurdu zaten. Her canlının çevresel faktörlere uyumlanma durumu hayatta kalma macerasının belirleyicisi konumuna geldiğinden, değişen şartlara uyum sağlayamayan dinozorlar tahtlarını hayvanlarının en acımasızı olan insanlığa bırakmak durumunda kaldılar. (Gerçi “değişen şartlar” kavramı biraz naif kalıyor, sonuçta kafalarına göktaşı düşmüş bir güruh.)
Evrimsel süreçlerin işlediği canlılar dünyasında çevresel faktörlere uyumlanabilmek büyük bir meziyet. Bu uyumlanma süreci, ister avlanan-avlayan ilişkisi içerisinde ister direkt olarak doğanın kendisiyle olsun mücadelenin gücünü ve devamlılığını belirleyen bir kavram olarak karşımıza çıkıyor ve konunun uzmanları tarafından “adaptasyon” olarak adlandırılıyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki genel kanının aksine adaptasyon herkesin yapabileceği ya da çevrenin etkisiyle oluşabilen bir durum değil. Birkaç satır yukarıda çevresel faktörlere uyum cümlesini okuduktan sonra bu ne perhiz ne lahana turşusu yorumunuzu anlayabiliyorum ama işler burada ilginçleşiyor. Adaptasyon doğal seçilim yoluyla oluşur. Adaptasyona konu olan özellikler canlıda hâlihazırda mevcuttur. Aslanlar tarafından avlanan ceylan sürüsü içinde en hızlıların hayatta kalması ve sürünün bu genetik faktörler sebebiyle kümülatif olarak hızlanması buna örnektir. Özünde genetik yapı değişmez, ceylan aynı ceylandır. Sadece çevreye uyumlanmayı sağlayan genetik özellikler daha baskınlaşır. Genetik yapı değişirse buna mutasyon denir. Adaptasyonu sağlayabilecek genetik yapıya sahip olmayan canlılar ise ya içinde bulundukları koşulları terk eder ya da ölürler.
Lise-2 biyoloji dersimiz burada biterken aslında bahsetmek istediğim konu olan hayattaki adaptasyonlarımıza değinmek istiyorum. Önceki yazılardan birinde teknolojik yetersizlikler yüzünden kullanıcının hızlı yazamamasını sağlamak için tasarlanan “Q” klavyeden bahsetmiştim. Bir süre sonra teknolojik yeterlilik sağlanmış ve kullanıcıların daha hızlı yazabilmeleri için “Dvorak” klavyesi oluşturulmuştu. Ancak adaptasyon konusunda oldukça başarılı olan insanlığın, yavaşlaması istenen “Q” klavyede daha hızlı yazdığı ortaya çıkmıştı. Tam 16 kat hem de… Yani insanlık alıştığı durumu avantaja çeviriyordu.
Bireysel olarak bizler de adaptasyon süreçlerini yaşıyoruz. Karanlığa girdiğimizde gözlerimizin yavaşça alışması, savaş durumlarında üreme içgüdüsü ya da pandemi koşullarında tuvalet kâğıdı sektirmek buna örnek olarak gösterilebilir. Bu örnekler olumsuz durumları ifade etse bile olumlu sonuçlar karşısında adapte olduğumuz durumlar da mevcut. Yeni bir ev aldığımızda ya da uzun zamandır beklediğimiz terfi gerçekleştiğinde inanılmaz bir haz duyuyoruz. Akabinde bu haz yerini normalleşmeye bırakıyor ve bu durum psikolojide “hedonik adaptasyon” olarak adlandırılıyor. Yani hem pozitif hem negatif durumlarda adaptasyonu konuşuyoruz. Piyangoyu tutturan adam çılgınca sevinip onlarca akrabasına iyilikler yapacak kadar coşarken, bir yıl sonra sefalet içinde bulunup Show Haber’e konu olabiliyor. Acılara yürüyor korkmuyoruz, diğer tarafta ise hazlarımızı sönümlüyoruz. Krizleri yönetmeye çalışıyor, mutluluklarımızı standartlaştırıyoruz. Bir döngü içinde dengeye ulaşmayı umut ediyoruz.
Adaptasyon ister hazcı ister yapısal ister fizyolojik olsun bizi dengeye ulaştırmaya çalışıyor alt metniyle yazıyı bitirirken ilerleyen yazılarda “Denge” konusunu işleyelim derim. Siz ne dersiniz? Beğenilerimizi Reportare hesaplarına, eleştirilerimizi günlüklerimize yazmayı unutmayalım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…
Reportare · Adapteyim Adapte! | Onur Uğur