Bir süredir özellikle sokak röportajlarında, çoğunlukla iktidara destek veren vatandaşlardan sıkça duyduğumuz bir fiil var: algı yapmak. İktidarı zorlayabilecek bir mevzu olduğunda vatandaş hemen yetişip büyük oyunu bozuyor: “Algı yapıyorlar! Algı yapmayın, yok öyle bir şey!” Hangi maksatla ve ne anlamda kullanılıyor bu kalıp emin olmamakla beraber, mezkûr vatandaş(lar)ın kaçırdığı noktayı görmek zor olmasa gerek: Kitle toplumunda, kitlelere yönelik siyaset yapmanın temelinde “algı yapmak”, hadi doğru ifadeyi kullanalım “algı yönetimi” yatıyor. Yani sadece muhalifler “algı yapmıyor”, iktidar da bu aracı hem de tepe tepe kullanıyor. Bir kitleyi yönetmek demek, aslında tam da kitlenin algısını yönetmek demek zira. Bunun için bir teknik ya da teknikler bütünü bile var: Siz deyin siyasal iletişim ya da halkla ilişkiler, ben diyeyim propaganda.
Propaganda ilk olarak Katolik Kilisesi tarafından 17. Yüzyılda kullanılmış bir kavram. Sacra Congregatio Cristiano Nomini Propaganda Fide adı verilen ve temel amacı Katolikliği yaymak olan bir komitenin adında ve belgelerinde geçiyor propaganda. Hem sözcük hem de sözcükle ifade edilen faaliyet daha sonra insanlığın macerasından hiç eksik olmamakla beraber 1. Dünya Savaşı’nda değeri iyiden iyiye anlaşılıyor ve 2. Dünya Savaşı’nda tanklar, tüfekler, uçaklar, mermiler vb. kadar önemli bir silah hâline geliyor. Nazi Almanya’sı ve Hitler’in bu işten sorumlu bakanı Goebbels propaganda konusunda o kadar başarılı oluyor ki propaganda sözcüğü olumsuz bir çağrışıma sahip hâle geliyor. Nazi Almanya’sında kullanılanlara çok benzer teknikler kullanılsa da “Özgür Dünya” 2. Dünya Savaşı sonrasında propaganda sözcüğünü çoğunlukla terk ederek “psikolojik operasyon, siyasal iletişim, halkla ilişkiler, kamu diplomasisi, reklamcılık” gibi kavramları kullanmaya başlıyor. Propaganda sözcüğünün kullanımdan düşürülmesinin bile esasında bir propaganda tekniği olması ise kaderin cilvesi. Sonuç itibariyle propaganda, kitleler üzerindeki etkisi konusunda rüştünü ispat ettiği için bugün de tüm dünyada işlemeye devam ediyor.
“Bir kitleyi yönetmek demek, kitlenin algısını yönetmek demek”
Propaganda, propaganda… Peki nedir bu propaganda? En basit tabirle, duygu ve düşüncelerine etki ederek hedef kitlenin istendik davranışlara yöneltilmesi ve sonuçta algının yönetilmesi faaliyeti. Bu faaliyet öyle bodoslama, kendiliğinden ya da bilinçsizce gerçekleşmiyor tabii ki. Önceden planlanmış, araç ve gereçleri belli, bilinçli; hülasa sistematik bir faaliyet bu. 1920’lerden itibaren propaganda faaliyetleri üzerinde önemle durulmuş ve propaganda teknikleri hakkında sayısız çalışma yapılmış durumda. ABD’de 1937-1942 yılları arasında faaliyet gösteren The Institute for Propaganda Analysis (IPA) adlı kuruluşun listelediği yedi temel propaganda tekniği hâlâ geçerliliğini koruyor, daha sonra bu yedi tekniğin üzerine birkaç tane daha teknik eklenmiş durumda. Hâlihazırda yürütülen propaganda kampanyaları da genel olarak bu teknikler üzerinden yürütülüyor ve ülkemizde de bunları bol bol görüyoruz. Bunları uzun uzun açıklamakla uğraşmayıp sadece ülkemizde iktidarın sıkça kullandığı örnekler üzerinden gideceğim.
Bu tekniklerden birincisi “isim takma”. Amacın muhatabı aşağılamak olduğu bu tekniği “Bay Kemal, monşerler” gibi örnekler üzerinden sık sık görüyoruz. İkincisi ise bir lider kültü yaratmakta etkili olan ve “Ümmetin umudu, uzun adam.” gibi örneklerini bildiğimiz “parlatılmış genelleme” tekniği. Osmanlı İmparatorluğu’nun şaşaalı günlerini yeniden ihya etme coşkusu malumunuz, işte o da toplumun önem atfettiği bazı tarihi ya da dini değerlerin güncele eklemlenmesi olarak tabir edilebilecek “aktarma” ya da “transfer” tekniği olarak adlandırılıyor. Bu ara pek sesi çıkmasa da bir dönem Tuğçe Kazaz’ın CHP politikaları hakkında ya da uluslararası ilişkilere yönelik beyanlarına sık sık rastlıyorduk. Geçenlerde de Hakan Ural’ın Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusunda derin düşüncelerini aktardığını gördüm. Kitlelere bir şekilde tesir edebilecek bu tür kişilerin bir kanıyı haklı göstermek üzere işe koşulduğu “tanıklık” tekniği de böyle bir şey. Yukarıda zikrettiğimiz “monşerler”e karşı iktidar üyeleri kendilerini nasıl konumlandırıyorlar peki? Tabii ki “halk adamı” olarak. İzaha muhtaç olmayan bu tekniğin adı da “halktan biri”. İşlerin kötü gittiği, hoş olmayan mevzuların yaşandığı kimi zamanlarda bazen iktidarın önemli görevlileri, bazen de iktidara yakın medya organları tarafından köpürtülerek verilen “1245687 katrilyon metreküp doğalgaz bulduk! Yerli uçak 5, bilemedin 6 aya göklerde! Kısmetse seneye Mars’ta TOKİ projesi başlıyor!” gibi bazı beyanlarla karşılaşırız, buna da “koz toplama” deniyor.
Neyse hepsini sayarak sizi de sıkmak istemem; ama “abartılı iddia, bando vagonu, düşman saptama, ad değiştirme” gibi birçok başka propaganda tekniği var ve bunların hepsi ülkemizde de özelikle iktidar tarafından sıkça kullanılıyor. Bütün bunları yazmamın sebebine gelelim bence artık. Geçtiğimiz günlerde yaşanan iki olay beni propaganda ve algı yönetimi konularında düşünmeye sevk etti. Bunlardan birincisi Sağlık Bakanı’nın artan koronavirüs vakaları sonucu yaptığı “Hepimiz suçluyuz, 84 milyon suçlu.” açıklamasıydı. Herhangi bir kongreye katılmamış, ağzına kadar dolu salonlara girmemiş, tedbirlere mümkün mertebe uymaya çalışırken bir yandan da işine gücüne gitmek zorunda kalan milyonlarca vatandaş, neden durduk yere suçlu olduğunu çözemedi hâliyle. Sayın Bakan’ın bu beyanı “ben yaptım, ama artık sen de ortaksın” şeklinde kavramsallaştırılarak yeni bir propaganda tekniği olarak literatüre geçirilebilir bence.
Bakan’ın beyanından birkaç gün sonra bu defa “Fakir fukaraya, garip gurebaya patates soğan dağıtılması” hadisesi yaşandı. Gece sosyal medyayı takip ederken “Patates yüklü kamyonlar Konya’dan yola çıktı!” gibi paylaşımlar patır patır dökülmeye başladı. Görüntülere göre kamyonlar öyle lalettayin yola çıkmamış, bayraklarla süslenmişti. İstanbul’a ulaşan kamyonları ise vali yardımcısı karşılıyor, vatandaşlara dağıtılan patates soğan adeta bir milli gurur vesilesi addediliyor, kamyonlar ve çuval taşıyan yurttaşlar hatıra fotoğraflarına poz veriyordu. Bakan’ın “84 milyon suçlu!” açıklamasına öyle ya da böyle mantıklı bir açıklama bulabildiysem bile bu patates soğan vakasını çözümlemeye benim fukara zekâm yetmedi. Bu olayı mevcut herhangi bir propaganda tekniğiyle ilişkilendirebilen ya da bunun için yepyeni bir teknik öneren varsa lütfen beni de haberdar etsin.