Yarım Yarım “Bir” Mayıs

0
373

Geçtiğimiz yüzyılda kapitalizmin en önemli başarısı emeği parçalara ayırmak ve toplu hak arayışını bir daha yeniden sağlanamayacak şekilde sonlandırmak oldu. Bir önceki yüzyılda üretiminden yabancılaşan emeğin, yakalarının rengi ile kendisine de yabancılaştığını ve kendi bütünselliğini göremez olduğuna şahit oluyoruz.

İki yaka bir araya gelmeyince…

Önce beyaz ve mavi, sonrasında gri, pembe, kırmızı, siyah, turuncu, yeşil, altın ve kızıl ve son olarak da yeni yakalılar ile yakasızlar… Kapitalizmin parçalanmış emek menüsünden yeteneklerinize göre dilediğiniz rengi seçebilirsiniz. Kendinize sermayenin küresel sömürüsü karşısında “emek” demedikçe ne dediğinizin bir önemi yok. Yeter ki kendinizi emeğin bir parçası olarak görmeyin.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, sermayenin kendisini her zaman koruyan devletin yanı sıra bir de onu kollayan müttefik ihtiyacı doğmuştur. Bu müttefiki, artı değerini çaldığı karşıtından, emekten devşirmesi ise en iyi çözüm olacaktır elbette. Refahtan verilecek küçük bir bedel karşılığında bu devşirmenin yapılması çok da zor olmamıştır. Hatta oldukça da ucuza çözülmüştür iş.

Çocuklukları babalarının iş elbiseleri ile neredeyse aynı biçim ve ucuzlukta kirli elbisler içinde geçen, zenginliğin kötü kopyası takım elbiseleri ve beyaz gömlekleri ise ancak kiliselerde pazar sabahlarının rutini dualarda ve sonrasındaki kısa tatil günlerinde giyebilen az eğitimli gençlerin ofislerde beyaz yakalı elbiseler ile çalışmaya başlaması… Para yerine sanal bir itibarın hediyesi ile emeğin mavi ve beyaz yakalılar olarak ayrıştırılması geçen yüzyılın başlarına dayanır.

Beyaz yakalı işçileri, sözde mavi yakalı işçilerden daha iyi eğitimli oldukları için, daha iyi ücretli ve her yönden daha iyi koşullarda olacakları önerilmiş olsa da, bir kısım üst düzey çalışanların dışında durum hiç de böyle olmaz. Sunulan görece yüksek bedel ise talep edilen yaşam biçimi ile de fazlasıyla geri alınmaktadır beyaz yakalıdan. Bu geçici gelir, farklı yaşam tarzı ve sözde itibarın karşılığı ise örgütlenmek ve hak aramaktan vazgeçmek olmuştur. Kendi kaybının farkında olmayan ancak buna karşılık bu kaybı derinlikli olarak hisseden bu yeni kesim, içinden doğduğu mavi yakalıların sendikal hak arama çabasına da hep mesafeli olmuş, sahip olamadığı bu hakkı kıskanmış ve hatta bu sinsi duygunun tesiri ile onu küçümsemiş ve sendikal örgütlenme karşıtı olmuştur.

Emeğin yaşam alanındaki ayrıştırması iş yaşamına da olduğu gibi taşınmıştır veya, tam tersi. İş ortamlarında ofisler ve üretim alanları, yemekhaneler, sohbet alanları, uzantısında sosyalleşmeye ve birlikte olmaya olanak sağlayacak tüm etkinlikler ayrıştırılmıştır. Mavi yakalılar üretim baskısı ile mücadele ederken, beyaz yakalılar da kendi içlerinde ve istihdam alanındaki tüm benzeleri ile rekabet baskısı altına alınmıştır.

Mavi yakalılar ile iletişimi topyekün kopartacak bir ofis dili üretilmiş, üstüne üstlük üretim alanlarında mavi yakalılarda uyum aranırken, ofis katlarındaki birimler arasında tam bir uyumsuzluk tesis edilmiştir.

Patronun sırdaşı ve gözdesi insan kaynakları, birbirine düşman mali işler ve muhasebeden oluşan finans, finans ile anlaşamayan pazarlama, pazarlama ile uzlaşamayan satış, satışa kızgın satın alma, hepsi ile kavgalı planlamanın beyaz yakalıları ile ne olduğundan habersiz üretimin mavi yakalıları. Hepsi birden bu yeni düzenin parçalanmış emeği olarak kendisini kurtarmanın çabası içinde yok olup gitmiştir. Yakalar bir türlü bir araya gelememiştir.

Tüketim yakaları…

Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreği, insanlığın daha önce hiç şahit olmadığı yüksek nüfus artışının da başlangıcına karşılık gelmektedir: 1804’den 1922’ye kadar geçen 118 senede bir milyardan iki milyara çıkan nüfus, 1922-59 arasında, sadece 37 yılda iki milyardan üç milyara, takip eden 15 yıl sonucunda ise 1974’de dört milyara ulaşmıştır (Grafik 1).

(Grafik 1) Bir milyardan on milyara doğru dünyada nüfus artışı.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında artan nüfus karşısında, tam istihdam çözümünü, güçlü sermayenin büyük şirketlerinin istihdam silolarında bulan kapitalizm, bir yandan sermayenin daha da güçlenmesi için önünü açarken, diğer yandan yüksek bir verimlilik baskısına da başlamıştır. Daha çok üretmek ve bu üretimi de tüketim fetişi ile beslemek. Bunun için de yine emeğin iki türlü sömürülmesi gerekmiştir. Fikirsiz ve hedefsiz büyümeyi sağlamak için üretim tarafında mavi yaka baskı altına alınırken, yaşam tarzı talebi üzerinden de beyaz yaka üzerinde tüketim baskısına başlanmıştır. Büyüme zaten ikiye parçalanmış olan emeği, bu sefer de üreten ve tüketen olarak karşı karşıya getirmiştir.

Büyüdükçe oburlaşan sermayeyi doyurmaya mavi ve beyaz yaka bu açlığı doyurmaya yetişemeyince, çoğunluğunu – o güne kadar ekonominin dışına itilen – kadınların oluşturduğu hizmet sektörünün pembe yakalıları da emeğin içine katılmıştır. Ancak her yeni katılım sömürüsü ve ezilmesi daha kolay olan beyaz yakalıların bir türevine dönüştürülmekteydi. Sırasıyla, devlete çalışanlardan oluşan kırmızı yakalılar ile mavinin türevi gri, siyah ve yeşil yakalılar iş yaşamında boy göstermeye başlamıştı. Yaşamları, baretleri, kafe ve yemekhaneleri ayrı bir emek havuzu. Son olarak dijitalleşmeyi de keşfeden sermaye, bu sefer istihdam etmeye bile gerek duymadan, altın yakalıları, yeni yakalıları ve son olarak da yakasızları üretmiştir.

Hem hedefsiz büyüme ve üretiminin hem de bunun sorgulanmayan koşulsuz tüketiminin tüm yükünü üstlenen türlü türlü yakalar, emeğin içinden ayrıştırılmış gruplar olarak oluşturulmaya başlanmıştır.

Sendikalar kaybederken…

Hepi topu bir yüzyıl içinde emek paramparça edilmiştir. Emeğin bu zayıflığı bugün örgütsüz bir toplumun oluşmasına da neden olmuştur. Sermaye karşısında hakkını arayamayan, kendisinden çalınanı geri isteyemeyen ve gözünün önünde gerçekleşen bu hırsızlığa seyirci kalan bir emek oluşmuştur günümüzde.
Bir yanda hiçbir gelecek umudu olmayan mavi yaka ve türevlerinden oluşan kesimi, bir yanda ise bir gün kendisinin de zengin olacağına inandırılmış beyaz yaka ve türevlerinden oluşan kesimi ile paramparça bir emek.

Bu parçalanmışlıkta strateji değiştiren sermaye büyük istihdam siloları oluşturmak yerine emeği serbest çalışmaya zorlamış ve küçük girişimleri eskisinden daha da güçlü bir şekilde sömürmeye başlamıştır. Beyaz veya mavi yaka olmaktan dahi mahrum kalan emek örgütlü hak arayışından ve sendikalaşmadan uzaklaşarak yırtıcının kaptığı üyesini uzaktan izleyerek yaşamına devam etmeye çalışan bir sürüye dönüşmüştür.

(Grafik 2) Sendikalar kaybettikçe %1 zenginleşiyor.

Örgütlülük ve sendikalaşma kan kaybettikçe, nüfusun en üst yüzde birlik kesiminin toplam refahtan aldığı pay gittikçe yükselmiştir (Grafik 2). Friedman Doktrini’nin başarısının zirveye ulaştığı 2000-20 yılları arasında sendikaların küresel ölçekte büyük bir erime yaşadıklarına şahit olunmuştur (Grafik 3). Türkiye’de de, sadece 18 yıl içerisinde sendikalı oranı yüzde otuzlardan yüzde onun altına düşmüştür. Yüksek bir toplumsal refaha sahip olmakla birlikte, örgütlü olmanın öneminin bilincinde olan İsveç gibi ülkelerin dışında kalan hemen her yerde sendikalaşma oranlarının ciddi şekilde düştüğü gözlenmektedir.

(Grafik 3) Son yirmi yılda Türkiye’de ve bazı ülkelerde sendikalaşmanın erimesi.

Mavi yakanın eridiği, diğer yakalıların ise itibar kaygıları ve küçük girişimleri ile yalnızca kendilerini kurtarmaya çalıştığı bu yeni dünya düzeninde örgütsüz topluluklar, her türlü yasal ve yasa dışı uygunsuzluklardan doğan varoluşsal tehditlere karşı savunmasız kalmışlardır.

Günümüzde sendikalar, bu yok oluşa karşı büyük ölçüde ilgisiz durmakta, ilgili olanlar ise çözüm üretmekte aciz kalmaktadır. Emeğin örgütlü bir şekilde bir araya gelemediği bu ortamdan, yaşanabilir ortak bir gelecek de çıkmayacaktır. Ne emek için, ne de başarısının sarhoşluğunu yaşayan sermaye için sağlıklı bir gecelekten bahsetmek artık mümkün değildir.

İçtenlikli bir şekilde istesek de, her geçen yıl biraz daha parçalanan “bir mayıs”ları neden ve nasıl kutlayacağımızı hep birlikte düşünmemiz gerekiyor. Yine de “Yaşasın Bir Mayıs” demek geliyor içimizden…