Savaş yorgunuydu Paris. Ağır bir kuşatmaya direniyor, zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum derinleşiyor ve Paris derinleşen yoksulluğa rağmen ayakta kalmaya, bir yandan da itiraz edenlerin tepesinde sallanan giyotine rağmen hayatta kalmaya çalışıyordu.
Prusya kuşatmasına teslim bayrağı çeken Versailles hükümetinin başı Thiers Parislilere “silahları bırakıp Prusya ordusuna teslim olun” çağrısı yapmıştı. Paris’i savunan emekçilerden aldığı tepki şaşırtıcıydı: Asla!
Paris’in emekçileri 18 Mart günü kırmızı-beyaz-mavi Fransa bayrağını indirip ilk kez kızıl bayrağı çektiler göndere. Ve sadece 72 gün sürmesine rağmen tarihe “Paris Komünü” olarak geçen ve derin bir iz bırakan müthiş, görkemli bir serüvene imza attılar.
18 Mart’ta başlayan isyan 26 Mart’ta Komünal Konsey’in kurulmasıyla tarihin ilk “işçi devleti” deneyimine dönüştü. Kısacık ama sarsıcı bir deneyim!
92 üyesi vardı Komünal Konsey’in. İşçiler, doktorlar, gazeteciler, cumhuriyetçiler, sosyalistler, jakobenler… Seçildiler ve Parisliler (tabii o dönem kadınların oy hakkı olmadığı için “sadece erkek” Parisliler) seçtikleri Konsey üyelerini “geri çağırma” hakkına sahiptiler ki “seçtiğini geri çağırabilme hakkı” 151 yıl sonra bugün bile sahip olamadığımız bir hak!
Marx “Komün, şehrin çeşitli semtlerinden genel oyla seçilmiş, sorumlu ve her an görevden geri alınabilir belediye meclisi üyelerinden oluşuyordu. Komün üyelerinin çoğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının ünlü temsilcilerinden oluşuyordu.” sözleriyle anlatıyor bu yeni deneyimi.
O 2 aylık serüvende olabildiği kadar hızlı ve derinlikli reformlara imza attı Komün.
Zorunlu askerliğe son verildi. Düzenli ordu yerine silahlı halk milisleri oluşturuldu ki Komün’ün ilk kararnamesiydi bu.
Yoksullar üzerindeki kira yükü hafifletildi.
Giyotin uygulamasına son verildi.
Borçlar ertelendi, faizler kaldırıldı.
Yoksullaştıkları için el aletlerini rehine vererek hayatta kalmaya çalışan işçi ve zanaatkarlara aletleri iade edildi.
Kiliselerin ibadete devam edebilmesine, akşamları “politik toplantılara” kapılarını açmaları kaydıyla izin verilirken Kilisenin tüm mülküne el kondu.
Kilise okulları kapatıldı, eğitim dini unsurlardan temizlenerek “laikleştirildi”.
Polis teşkilatı dağıtıldı, güvenlik hizmeti her ilçede oluşturulan özyönetim birimlerine devredildi.
Bazı bölgelerde okul malzemeleri, öğrenciler için giysiler ücretsiz dağıtılmaya başlandı.
Savaş sırasında kurulan acil yardım istasyonları, yiyecek kantinleri yaygınlaştırılarak kalıcı hale getirildi.
Oy hakları olmamasına, Komün’de temsil edilmemelerine rağmen işçi kadınlar ve mülteciler Komün döneminde ön saflarda yer aldılar ve görünürlüklerini artırdılar.
Bir Louise Michel çıktı mesela… Efsanevi kadın lider! “Kızıl Bakire” idi lakabı… Sert, müdanasız, direngen bir kadın. Yargılandı, sürgün edildi 1880’e kadar…
Bir Andre Leo vardı, La Sociale’de editörlük yapıyordu.
Elizabeth Dmietrieff vardı, cinsiyet ayrımcılığına karşı baş kaldıran.
Tamamı kadınlardan oluşan bir tabur oluşturdu Paris’in işçi kadınları ve Komün’ün savunmasında etkin rol üstlendiler. Komün “yenildiğinde” hayatta kalan direnişçi kadınlardan 168’i yargılandı ve mahkûm edildi.
Versailles, topçularını 21 Mayıs’ta Paris’in zengin mahallelerinin bulunduğu Batı kapısından içeri sokmayı başardı. Komün’ün merkezi olmayan gevşek örgütlenmesi bu saldırıya topyekûn bir yanıt vermeyi imkânsız kıldı.
Her mahalle, her sokak kendi başının çaresine bakmak zorundaydı artık.
Barikatlar… Versailles topçularının hedefindeydi. Dağıtıldılar.
Yoksul emekçi mahallelerinin bulunduğu kentin doğusunda direniş 8 gün sürdü. Tarihe “Kanlı hafta” (La Semaine sanglante) olarak geçen 8 günlük destansı bir direniş! Komünün savunulması sırasında 30 bin, sonradan idam edilenlerle birlikte 50 bin Parisli katledildi.
28 Mayıs öğleden sonrasında son barikat da düştü ve merkezi hükümet “Paris sakinlerine. Fransız ordusu sizi kurtarmaya geldi. Paris artık özgür! Saat 4 itibarıyla askerlerimiz son isyancı noktasını da ele geçirdi. Bugün savaş sona erdi. Düzen, çalışma ve güvenlik yeniden sağlandı” sözleriyle Komün’ün resmen düştüğünü ilan etti.
İlk iş meydanlara yeniden kurulan giyotini çalıştırdılar.
Rejimin öfkesi ve kini öyle büyüktü ki “yenilgiden” yıllar sonra bile bedel ödetmeye devam etti Komüncülere.
Père Lachaise Mezarlığı duvarı ki “Komüncüler duvarı” olarak anıldı sonradan, yüzlerce insan kurşuna dizildi önünde.
Kadın, çocuk binlerce Parisli, askeri kordon altında Versailles’a kadar yürütüldü ve “hayatta kalanlar” burada hapsedildi.
7 bin kişi Yeni Kaledonya’da sürgüne gönderildi.
Paris’te sonraki 5 yıl boyunca devam eden sıkıyönetim ilan edildi.
Komün yenildi ama Versailles rejimi ve onun işbirlikçisi zenginleri Paris Komününü hiç unutmadılar. Nefretleri ve korkuları hiçbir zaman son bulmadı.
Tarih Paris Komününü katılımcı demokrasinin, özgürlük mücadelesinin mihenk taşlarından biri olarak not etti.
“Komünün gerçek sırrı şuydu: Komün esasen bir işçi sınıfı hükümeti, üreten sınıfın gasp eden sınıfa karşı mücadelesinin ürünü, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan nihayet keşfedilmiş siyasal biçim idi.” Dedi Marx. Heyecan vericiydi Komün. “Başka bir dünya tahayyülünü” ütopyadan gerçeğe yaklaştırmıştı. “İşçi Paris, Komün’ü ile birlikte yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçi sınıfının soylu yüreğinde yaşayacaktır. Cellâtlarını ise, tarih, daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çiviledi ve rahiplerinin tüm duaları onların günahlarını bağışlatamayacaktır.” Sözleriyle bitirdi Marx, “Fransa’da İç Savaş” kitabını.
Sonraki yıllarda Marx, Engels, Lenin ve diğer sosyalist, komünist liderler Paris Komünü ve yaşanan yenilgiyi analiz ederken “merkezi bir sevk ve idareden, liderlikten yoksunluğun” en temel mesele olduğunu söylediler.
“Enternasyonal onu yaratmak için parmağını oynatmadığı halde, entelektüel açıdan Enternasyonal’in çocuğu olduğundan kuşku duyulamaz” sözleriyle “kendiliğindenliğini, özgünlüğünü, biricikliğini” vurguladı Engels.
Doğruydu… Paris Komünü Parislilerin koyu bir istibdata, derinleşen zengin- yoksul uçurumuna, adaletsizliğe, açlığa, zulme karşı kendiliğinden gelişen isyanıydı. Versailles da biliyordu bunun böyle olduğunu… Ama Komün’e katılıp direndiği halde hayatta kalmayı başarabilen onbinlerce Parisliden “seçtiklerini” düzmece mahkemelerde yargılayıp cezalandırmaktan geri durmadı.
Ne öğrendi insanlık ve 151 yıl sonra bugüne ne kaldı Paris Komününden?
Her şeyden önce sadece 72 güne sığdırabildiği icraatlarına bakarak daha özgür, daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu ve emekçilerin böyle bir dünyayı kurma potansiyeline sahip olduğunu öğretti Komün!
Zorbalığa, dayatmacılığa itirazın mümkün fakat ağır bedelleri olduğunu da…
Muktedirlerin yargısının adalet değil kin ve intikam üzerine kurulu olduğunu…
Dayanışmanın, örgütlenmenin, birlikte mücadele etmenin önemini öğretti Komün!
Örgütsüz, dağınık, merkezileşemeyen isyanların bir orman yangını gibi kasıp kavurup söneceğini…
Geriye, yeniden toparlanmak için yıllar geçmesi gereken ürkmüş, sinmiş, dağılmış, örselenmiş bir toplum bıraktığını… Ama kesintisiz biçimde akmakta olan tarihin, kesintilere uğrasa da toplumsal mücadelelerle ilerleyip değişebildiğini de…
Şöyle bir bakın 151 yıl öncesine… 25 Nisan akşamı ailesi dostları, yol arkadaşlarıyla kucaklaşarak “Son sözüm değil bu! Yaşadığım hayattan onur duyuyorum. Umarım siz de benim yaşıma geldiğinizde yaşamınızdan aynı onuru duyabilirsiniz” diyen kadının fotoğrafına bakın sonra…
Belki de 151 yıl öncesinden tanıdık bir şeyler bulabilirsiniz… Kim bilir?