“Ben meselemi hiçe bıraktım… Ben boşluk anlamında bir hiç değilim, ben yaratıcı bir hiçim ve bir yaratıcı olarak, bu hiçten her şeyi kendim yaratıyorum.”
Günümüzde yeni medya kullanıcıları, kendisinden önceki medyanın ürettiği ve/veya yeni medyanın tecimsel kullanım niteliği taşımadığı ve çıkış noktası belli olmadığı; çok hızla yayılıp, bir virüs gibi sürekli mutasyona uğradığı ve niceliksel büyüklüğü gibi nedenlerle telif haklarından muaf kalarak ürettiği sonsuz görsel, işitsel, yazılı içeriği kopyalayıp, değiştirip, çarpıtıp, kesip, biçip, birleştirip, dağınık içerikleri birbirleriyle ilişkili hale getirerek, “yeniden dolayımlayarak” (remediation) paylaşmakla, kültürel bir değişimi temsil etmektedirler. Jenkins’e göre bu değişim “kullanıcılara kendilerini sanatsal bir biçimde ifade edebilme; sivil katılım; yaratma ve yaratılarını paylaşma; önemsenme ve önemsedikleri insanlarla iletişim kurabilme gibi olanaklar sağlayan katılımcı bir kültür [participatory culture]’ yapısı oluşturmuştur. Gerek görsel içerik gerekse metin avcıları olarak tanımlanabilecek bugünün internet ve sosyal medya kullanıcıları yeniden, hatta tekrar tekrar üretimlerle “kullanıcı-katkılı” içerikler olarak tanımlanabilecek “internet memleri”ni (Türkiye’de genellikle daha dar bir kapsamda ‘caps’ olarak adlandırılmaktadırlar) yaratmaktadırlar.
Mem (meme) sözcüğü Yunanca Mimeisthai “taklit etmek” ve Mimeisthai’den türetilmiş Mimos “taklit eden”, Mimema ‘taklit edilen’ anlamına gelen sözcüklerden Richard Dawkins tarafından 1976 yılında yazdığı Gen Bencildir (The Selfish Gene) kitabında gen (gene) sözcüğüyle uyumlu olması için türetilmiştir. (İronik olarak bu sözcüğün türeyişi, tek heceli genle ses benzeşi olması, akılda kalıcılığı, yayılma potansiyeli bile mem olarak tanımlanabilir.) Dawkins memleri ezgiler, fikirler, düşünceler, sloganlar, moda, mimari, zanaat vb. gibi biçimlerle örneklendirmiştir. Genlerin spermler ya da yumurtalar aracılığıyla bedenler arası geçişleri sonucu çoğalması gibi memler de taklit süreçleriyle beyinler arası geçiş sağlarlar. Bu noktadan hareketle memleri bireyden bireye, kuşaktan kuşağa genlerin etkisi olmadan; taklit yoluyla aktarılan, dil gibi kültürel özellikler, fikir, tarz veya davranış biçimleri olarak tanımlayabiliriz. Dawkins’ten çok daha önceleri de (adı bu kadar net konulmamış olsa da) literatürde benzer saptamaları görebiliriz. Max Stirner’in milliyetçilik ve dinin bireyler arasında tıpkı memler gibi aktarılıp geliştiğini söylemesi gibi.
“Kültürel evrim, kültürel bilginin ve know-how’ın veya “kültürel yazılımın” insan zihnine aktarılması ve yayılması yoluyla gerçekleşir. Bireyler kültürel yazılımı somutlaştırır: onlar gerçek anlamda etten yapılmış bilgilerdir. Bunu iletişim ve sosyal öğrenme yoluyla başkalarına yayarlar. İnsan zihni ve kurumları, kültürel yazılımın içinde büyüdüğü, geliştiği ve geliştiği ekolojiyi sağlar. İnsan kültürü yazılımı, “memler” olarak da bilinen kültürel aktarımın çeşitli öğelerinden yaratılmıştır.
J.M. Balkin, Cultural Software
Web 1.0 da pasif izleyici konumunda kalmak zorunda kalan bireyler Web 2.0 teknolojisinin hayata geçmesiyle birlikte edilgen değil tam aksine etken, içeriği tüketen değil içeriği üreten konumuna geçmişlerdir. Günümüz dijital kültüründe ise bu mem tanımını internet temelli olarak; internet kullanıcıları tarafından kopyalama, değiştirme yoluyla bağlam dışına taşınarak ve yeniden yorumlanarak üretilen, internette çok hızlı yayılabilen, ağırlıklı olarak mizah unsurları taşıyan resim, video, gif, metin gibi ögelerin birleştirilmesiyle oluşturulan çok sesli amatör yeni medya “yapıtları” olarak değiştirmemiz mümkün. Yayılım hızıyla orantılı ve eş zamanlı olarak kullancılar tarafından her bir özgün içerik türevlenerek mutasyona uğratıldığı için aslında oldukça kompleks yapılardan bahsediyoruz. İnternet memleri resim, resim/alt yazı, video, hyperlink olabileceği gibi sadece bir kelime, bir cümle, hashtag, slogan da olabilir. Sosyal etkileşimler, popüler kültür ögeleri veya durumlar üzerine yaratılırlar. Viral yapıları, sürekli hareket halinde olmaları, mutasyona uğramaları nedeniyle çıkış noktalarının belirlenmesi çok zordur.
Shifman’a göre memlerin üç temel niteliği vardır: birincisi bireylerden topluma ve/veya evrensel kodlar taşıdıkları takdirde toplumlara doğru sürekli ve hızlı çoğalmaları, aktarım hızlarının önem taşıması; ikincisi kopyalama ve taklit olarak, yeniden üretim olarak basitçe tanımlansalar da grift bir süreçten bahsettiğimizi unutmamak gerekmektedir. Kopyala/Yapıştırın ötesinde ‘remix’, metin metamorfozları, çarpıtmaları gibi kavramlarla farklı materyallerin (fotoğraf, illüstrasyon, gif, eskiz, video, ses gibi) iç içeliği ve geçişkenliği söz konusudur. Üçüncü olarak ise rekabet ve seçilim aracılığıyla yayılmalarıdır. Dawkins’in genetik yayılımıyla benzer özellikler taşıyan bu nitelikte her mem başka memlerle ve hatta kendisinden türeyen, başkalaşan memlerle rekabet halindedir ve çok geniş bir coğrafyada tercih edilerek yayılma güdüsüne sahiptir.
Her memin ‘görünme’ (biçem, görüntü, fiziksel algılanabilen varlığı, biçim), ‘davranış’ (memi üretenin durduğu yeri, bakış açısını), erek (memin iletmek isediği kavram ve/veya fikri) gibi farklı unsurları vardır. Diğer kültürel üretimlerden farklı olarak, memler yayılırken farklı üreticiler tarafından mutasyona uğratılırken bu unsurlar üretimi yapan kişinin sosyo-ekonomik yapısı, mizaha bakış açısı, ideolojisi çerçevesinde sürekli evrilir.
Memler ağırlıklı olarak sosyal medya ve/veya topluluk bazlı siteler (e-posta, bloglar, forumlar, imageboardlar, anlık mesajlaşmalar, video paylaşım siteleri) üzerinden gündem ağırlıklı (gündemden beslenen ve aynı şekilde gündemi belirleyen) veya gündem odaksız olarak üretilebilmektedir. Gündem odaklı memler tepkisel üretimler olarak diğerlerine oranla özellikle sosyal medyada, gündemin bir anda her şeyin önüne geçmesi ve ardından gelen bir diğer gündem maddesiyle etkisinin sönmesi yüzünden çok daha hızlı yayılır ve aynı hızla tüketilerek sönümlenirler. Gündem odaksız memlerin ise yayılma hızları daha yavaş olmasına rağmen sönümlemeleri daha geç olmakta, sönümlenseler de yok olmayıp dönem dönem yeniden ‘trend’ olmaktadırlar. Memlerin yayılma hızını belirleyen en önemli unsur, memler arası rekabet koşullarında diğer tüketiciler tarafından taklit edilmeye ve paylaşılmaya değer bulunmasıdır.
Memlerin ilk çıktığı yıllarda üreticilerinin dil ve görsel arasında yaratıcı bir bağ kurabilecek, dönüştürebilecek, fikir oluşturabilecek mizahi bir birikime sahip olmasının yanı sıra, minimum bir teknolojik alt yapıya ve belli programları kullanabilme yetisine de (photoshop, video editing vb.) sahip olması gerekirken; basitleşen teknoloji, kullancı dostu aplikasyonlar ile teknik bölümü artık yetkinlik gerektirmezken, rekabet ortamında kabul görmesi için yaratıcılık, okur/yazarlık, dönüşümsel okur/yazarlık ve mizah duygusu daha önemli hale gelmiştir. Aynı zamanda üretilen memlerin yayılacağı evrenin beklentilerine, kültürüne, kabulüne yönelik olarak da yayılabilmesi için üreticinin dijital kültürün kendi doğasında geliştirdiği yeni dil ve söylem biçimlerine (bilerek çarpıtılmış kelimeler, kısaltmalar, emojiler vb.), Burgess’in ‘kültüre içkin yaratıcılık” dediği kavrama hakim ve yetkin olmasını gerektirmektedir.
Geçmişte modernizm “yüksek sanat”ı yüceltirken post-modernizm pop art, edebiyat, müzik, mimari, sinema da “anything goes” (her şey uyar) temelli popülist bir estetiğe sahiptir. Modernizm sırtını geçmişe dönerek ve yüzünü yalnızca geleceğe çevirerek yeni olan her şeyi kutsarken, Post-modernizm geçmişin estetiğini, nostaljiyi yadsımadan yeniyle eklektik bir karmasını oluşturarak daha günlük ve keyifli kültür üretimlerini tercih etti. Sanat ve gündeliğin arasındaki sınırların silikleşmesi, ‘yüksek kültür’ ile popüler kültür arasındaki hiyerarşinin çöküşü, melez yapısı, özgünlüğün değer yitimi, sanatın yineleme olasılıklarının kabulü olarak tanımlanabilecek bu post-modernizm aynı zamanda mem kültürünün de temelini oluşturuyor. Ihab Hassan’ın post-modernizmi “dionysiac bir virüs”e benzer görmesi, okurun öne çıkması, yazarın simgesel olarak geri planda kalması ile özgürleşme alanı oluşması; okurun metni, metnin okuru oluşturması, post-modern metinlerin ‘açık’ ve ‘öznesiz’ olmaları, yeniden yazılabilir olmaları gibi kavramlar memler için de geçerli.
Bir önceki jenerasyonlar tarafından bu yeni mizah odaklı, yeniden üretilebilir, değiştirilebilir ürünler “sıradan”, “sanattan ve estetikten yoksun”, “yüksek sanat üretimleri olmayan”, “sözde mizah”, “gelir geçer” olarak tanımlansa da aralarında bugün için “sanatımsı” denilebilecek, sanat olmaya doğru evrilme potansiyeli taşıyan örneklerine rastlamak mümkün hale gelmiştir. Klasik olarak fiziki evrenden dijital evrene geçiş olduğu gibi, günümüzde artık dijitalde üretilen memlerin fiziksel evrene de geçişli olduğunu görmekteyiz. Son dönemin en önemli memlerinden Grumpy Cat‘in film endüstrisine atlayışı, bir sanat sergisine dönüşmesi bu savı doğrulamaktadır. Yine aynı şekilde “Ecce Homo” freskinin restorasyonunda yapılan bir yanlıştan doğan ve katılımcıların üretimlerinin sergilendiği “Cecilia Prize” projesi ve sergisi, daha doğrudan bir örnek olarak Lauran Kaelin‘in, Walter Benjamin‘in isminden esinlenerek oluşturduğu memleri sanatsal çalışmalara dönüştürdüğü “Benjameme” verilebilir. Memler içerik ve sanat arasındaki çizgiyi bulanıklaştırırlar. Bu geçişkenliğe bir başka örnek olarak da Banksy‘nin çalışmalarını verebiliriz. Sokak sanatı olarak başlattığı çalışmaların çoğu, sokaktan dijital ortamlara geçerek memler halini almıştır. Bu örnekte göreceğimiz gibi yeni dönemin sanat eserleri tekrar üretimlerle değerini kaybetmemekte, hatta bu sayede değer kazanmaktadır. Banksy’nin telif haklarına ve sanatsal sahiplik kavramına karşı duruşu (son dönemde müzayedede satılan eserinin kendi kendini yok ederek başka bir esere dönüşümü) toplumsal sahiplik fikrini yüceltmesiyle memlerin üreticileri ve tüketicileri ile bir bağdaşlık kurmaktadır.
Walter Benjamin 1936 yılına dayanan “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri” adlı çalışmasında da mekanik olarak yeniden üretimin sanat eserini “aurasından” uzaklaştırdığını, sanat eserinin tarihi kanıtlarını ve dolayısıyla otoritesini tehlikeye attığını, yeniden üretimlerinin gelip geçiciliğini ve sergileme değerinin, kült değerinin öne geçtiğini savunur. Bu bakış açısına rağmen Benjamin, bu fenomene pozitif bakış açısıyla Adorno‘dan ayrılır. Sanat eseri mekanik olarak yeniden üretilerek sergileme değerine evrilmesi, daha önceleri ona ulaşamayan kitlelerle sanat eseri arasında bir bağ kurmasına yol açar. Ulaşılabilinir bu reprodüksiyon çeşitli farklı formlarda bile olsa kitleler sanat eserini edilgen bir şekilde oturup izlemenin, onu takdir etmenin ötesine geçerek etken bir hale gelir, onu kurcalar, içini dışına çıkarır, dokunur, bambaşka hallere sokar. Bu anlamıyla sanat eseri demokratikleşir. Bu haliyle artık yeniden üretilen “sanat eseri”nin değerini belirleyen sadece konuyla ilgili akademiler, uzmanlar değil, bu yeni üretimi yapan ve paylaşan kitlelerin ve özellikle “fikir yönlendiricisi” olarak tanımlanabilecek bir kesimin beğeni ve paylaşım butonlarıyla oluşturdukları kamusal jüridir.
Dijital çağın içinde doğmuş yeni jenarasyonlar için memler, tıpkı okuma biçimlerinin değişmesi (soldan sağa değil, yukarıdan aşağıya, bir metni bütün olarak değil, atlaya atlaya, başka sayfalara geçerek okuma biçimi), yazı yerine görsel ve/veya akan görüntü ve ses ağırlıklı bir algılama biçimi geliştirmesi, ‘kültürel’ üretimlerin hızlı tüketimine alışık bir yaşam tarzına sahip olması, izleyici değil katılımcı olmayı tercih etmesi gibi niteliklerle birleştiğinde, küresel ve ortak bir mizah dili olarak sanıldığından daha önemli olduğunu artık yadsıyamayız. Birbirlerinden farklı inanç, ideoloji, kültür, yaşam tarzlarına sahip olsalar da, dijital ortamlardaki farklı platformlarda, aynı dijital kültüre sahip olmaları, aynı kodlara sahip olmaları, etkileşim odaklı, katılımcı, bireysel, bağımsız ama kendilerine özgü aidiyet duyguları olan, çok sesli, ağ üzerinden farklı ortaklıklara, farklı gruplara dahil, grup içinde kendi varlığını yitirmeyen hatta tam tersi ortaya koyan bir jenarasyonun aslında çok demokratik, eşitlikçi bir üretim sürecini de görmek gerekiyor.
Tıpkı geleneksel kültürel üretimlerde de olduğu gibi, üretilen memlerin arasında popüler, sabun köpüğü, sıradan, ideolojisiz, vasat örnekler olduğu gibi, tam tersine dijital aktivizmi destekleyen, siyasal, ideolojik, felsefi, sistem karşıtı, muhalif örneklerinin yabana atılmaması, bu kültürün içerisinde üretilmesine rağmen, bir önceki jenarasyonların da kültürel kodlarına dokunabilen içeriklerin varlığını unutmamak gerekiyor. Occupy Wall Street, Gezi Direnişi, Arap Baharı gibi kitlesel etkinliklerde, memler etkisini ve hızını, oluşturduğu birlik duygusunu en kısa ve net anlatımlara sahip olmasıyla başarmıştı.
Mizahın globalleşmesi, memlerin hızla yayılabilmesi, daha çok kişi tarafından kabul edilebilir olması, kültürler/coğrafyalar üstü bir biçime ve dile (basit İngilizce gibi) sahip olmasını gerektiriyor. Yerelliğin yok olması, yerel kültürlerden uzaklaşılması anlamına da gelen bu süreci, dijital neslin belli bir coğrafyaya, kültüre ait olmamak, dijital kültür içerisindeki konumuyla fiziksel yaşamı birleştirerek, teknomad olarak yaşama isteği, tüketim üzerindeki seçimleri ile üretim ağırlıklı post-modern bir yaklaşım olarak, birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Elbette ki her mem bir sanat eseri değildir, sanat eseri olma potansiyeli taşıyanları için ise durumu zaman gösterecek, o zaman son sözü Bansky söylesin; “Şehir merkezinde bulunan ve her gün yanından geçtiğiniz halde hiç fark etmediğiniz bir heykel olsun. Ne zamanki birisi onun kafasına bir trafik konisi geçirir ve kendi sanat eserine imza atar, işte o zaman ortaya fark edilebilecek bir eser çıkar.”