“Bu çağda olacak iş değil doğrusu. Bir türlü kabul edemiyorum. Dindar olduğunu iddia edenlerin dine dayanarak toplum üzerinde bir baskı kurmasının ne dine ne de dindar insana bir faydası olamaz. Üstelik belirli bir çıkar sınıfı dışında herkese zararı olduğu açıkça görülürken…
Manevi bir otorite olarak dinin insan hayatı üzerinde olağanüstü bir etki yaratması kaçınılmaz. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Ancak burada bahsetmeye çalıştığım şey dinin etkisi değil tabii. Din adamı diye din görevlisi diye ayrıştırılmış, kendilerini bir şekilde ayrı bir sınıf haline dönüştürmüş, dinin öğretilerinden ve toplumdan üstte bir yerlerde konumlandırmış din adına konuşanların etkisi. Din artık içeriğinden, anlamından kopmuş bir yönetici sınıfın elinde, hiyerarşik bir şekilde örgütlenmiş bir sultanın kontrolünde başka amaçlara çalışır hale geldi. Görünen köy budur. Buna lanet etmeyelim de neye lanet edelim!
İnsanların adeta ruhlarının bekçisi gibi hareket ediyorlar. Onlar da çok iyi biliyor ki ölüm düşüncesi, ölümden sonraki hayatla ilgili düşünceler insan aklını esir almış. Bu kaygı ve korku kullanılması en kolay duygular. Sanırım herkes kabul eder. Hal böyle olunca da sanki din temsili olarak ortaya çıkan insanlara, dinle ilgili sözde tılsımlıymış havası verilerek ifade edilen sözcükleri sarf edenlere itaat eğilimi daha bir yükseliyor. Siz ananızın karnından yaratanın temsilcisi olarak mı doğdunuz birader, nedir bu kendinizi ayrıcalıklı kılma halleri?
Hem insanın günahı da sevabı da yaradan katında değerlendirilmeyecek mi? Kendileri gibi düşünmeyenleri dinsiz ilan etmekte ne demek oluyor? Birinin kalbini kim yaratandan daha iyi bilir? Üstelik kendilerini dindar olarak sunanların günahları böylesi görülmemiş bir şekilde ortalığa saçılmışken, kimden şüphe duymalı?
Aracıya ne ihtiyaç? Yaradan konusunda neden sevgi varken korku egemen olsun? Tövbe edecekse bir insan neden sevgisinden dolayı tövbesini etmesin de korkusundan dolayı etsin? Korkuyla tövbe mi olur?
Din temsillerinin kutsal kitabın sözlerinin ötesine geçerek neyin doğru ya da yanlış olduğu belirliyor olması dahası belirlenen bu doğru ve yanlışların da hiçbir şekilde sorgulanamıyor olması çok düşündürücü. Sorgulamak, eleştirmek yasak kılınmış, yapanlarsa hemen dinsiz ya da dine karşı olmakla suçlanıyor. Herkes bu yüksek yerde duran, kendilerini dokunulmaz, adeta ilahi bir temsilci gibi resmeden din sınıfının söylediklerine karşı sus pus bir hale geldi.
İnsan hayatına yön veren en önemli figürler neredeyse din adamı diye ortaya sunulan bu şahıslar oldu. Öyle görünüyor ki bunlar yaratıcı nezdinde iyi ve kötüye ilişkin nasihatleri aşarak sosyal hayata ilişkin karar vermeyi de üzerlerine vazife edinmiş durumdalar. Evlenmek, şahitlik, günahlardan arınmak, hangi yiyeceğin, hangi davranışların helal-haram olduğu ve bilhassa kadınlar başta olmak üzere neyin giyilip giyilmeyeceği gibi konuları din adına belirliyorlar. Kendilerine uymayanlar özellikle durumu daha açık görebilen kadınları şeytan ilan eden sapkın görüşler bile bu kendini bilmez din sultasının diline dolandı. Bir de türlü türlü yorumlar yok mu? İşine nasıl gelirse artık. Din adamı olarak addedilen bu insanlar adeta hayatın her yerine girdi. İnsanlar hayatlarıyla ilgili olarak ne yapıp ne yapmamaları gerektiğini ailelerinden ya da arkadaşlarından önce din adamlarına danışır hale geldiler. Dini otorite diye ortalık yerde dinin bir otoritesi varmışçasına dolaşanlar kendilerini kutsallaştırırcasına yeni yeni kimliklendirmeler yapıyorlar. Sanki yaratana ibadet bir tek onlarla mümkün? Hangi din kitabının hangi sayfasında kendilerinden, makamlarından bahsedilmiş de kendi kendilerine dini bir yer, statü edinmişler? Kutsal mekanlarda ellerini öptürenler mi dersin, kendilerine dokulunca kutsiyet kazanılacakmış gibi bir havaya bürünen densizler mi dersin?
Bu din temsilleri giderek servet yapıp güç ile donanırken toplum her geçen gün fakirleşiyor. Utanmaksızın dini telkinlerle büyüledikleri halka şükretmelerini söylemeleri yok mu? Cennet vaadi ile oyalayan, cennetten bir yer kapabilmenin yalnızca kendilerine itaate dayandığını anlatan bir dini sulta her yere egemen hale geldi.
Devamlı bir din hatırlatma seansı her yeri sardı. Dinin hayatın yer yerine hâkim olması için yapılmadık iş kalmadı. Kutsal emanetler, kıyafetler, saç, sakal gibi kutsallık atfedilen unsurlar büyük bir kutsiyet gösterisi içinde sergileniyor, bunları görmek, dokunmak, yüz sürmek, öpmek gibi ritüeller eşliğinde kutsal törenler adında faaliyetler gerçekleştiriliyor, bu uygulamalar üzerinden insanların olağanüstü desteği sağlanıyor. Bir büyü hali her aklı ele geçirdi. Pek çoğu sahte olduğu düşünülen bu gösterilerde sunulan destek yalnızca inançla sınırlı değil şüphesiz. Para ve bağışlar göz alıcı bir şekilde öne çıkıyor. Kutsal mekanları ziyaret uygulamaları giderek yaygınlaşırken, kutsallık atfedilerek yaratılan türlü türlü yeni mekanlar ayrı bir pazarlanıyor, adak, sadaka kültürü hızla yayılıyor. Yoksulluk ayrı bir şekilde sömürülüyor. İbadetlerden sonra toplanan bağışların nereye gittiği, ne işe yaradığını ise kimse bilmiyor.
Paranın din temsilleri aracılığıyla bu kadar öne çıkarılması, din sınıfının giderek ayrı bir zenginlikle güçleniyor olması gözden kaçacak gibi değil. Oysa din adına bir şeyler yaptıklarını söyleyen bu insanların zenginlik ve şatafat içinde yaşaması, din aracılığıyla yoksul halkı sömürmesi ne kadar da ahlak dışı!
Kısacası din temsillerinin toplumu şekillendirme bakımından büyük bir önemi olduğunu kimsenin inkâr etmeyeceğini söyleyebilirim. Halkın okuma yazma bilmediği yerlerde etkileri öylesine üst düzeye erişiyor ki! Hele bir de söz konusu olan kutsal kitabı okumak ise din kitaplarını anlayamayan halk için din adamlarının önemi kat ve kat artıyor. Kendi dillerinde kutsal kitap okuyamayan halkın din kitaplarının ne söylediğini bilmemesinden yararlanan din temsilleri için ayetlere yorum katarak topluma istediği yönü vermesi işin en kolay yönü bana göre. Kutsal kitabı okuyarak anladığını söyleyen kişi kısa sürede yaşadığı yerin adeta saygın bir kişisi, karar vericisi oluyor. Başına bir sorun gelen bu kişilerden medet umar hale geldi. Bu kişiler ise bu yörelerde kendilerinden başka kimseye güvenilmez olduğunu ise hızla yayabiliyorlar.
Oluşan din sınıfının dışında bu sınıfla ilişki içinde olan zaman zaman çatışan zaman zaman da çıkar birliği yürüten bir dolu farklı insan türemeye başladı. Etraflarında topladığı müritleriyle yeni yeni dinler yaratıyorlar. Üstelik bütün bunlar olup biterken kendilerini dindar addeden kişilerin hiç ses çıkarmaması, bunun bir din sömürüsü olduğunu belirtmemesi ise manidar. Kendileri de aynısını yapmıyor mu yoksa? Din sınıfındaki herkes gibi daha çok kendi kişisel çıkarlarını ve dünyevi ihtiyaçlarını düşünen bu yapılar zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Çoğu farklı politik güçlerle iş birliği içinde gizli amaçlarla örgütlenmiş.
Senin anlayacağın dostum Philip, din dediğin şey para ve güç ilişkilerinin odağı haline gelmiş. Şimdi söyle bana, dinin üzerine kurulmuş böylesi bir ruhban sınıfına, din sultasına karşı ne yapmalıyım? Elimi kolum bağlı, güç, mülk ve iktidar sahiplerinin karşısında herkes gibi öylece susarak oturmalı mıyım?”
“Martin, biliyorum ki söylediklerinde çok ama çok haklısın. Ancak tehlikeli bir sürecin içine de giriyorsun, seni uyarmalıyım. Bu doksan beş madde halinde yazdığın metin var ya bence onu sakla. Ortalığı karıştırır, hedefleri haline gelirsin.”
“Biliyorum dostum, biliyorum ama öylece durmamı bekleme. Ruhban sınıfının yarattığı bu din sultasına baş kaldırmalıyız. Yarın Azizler Günü, eminim herkes orada olur. Wittenberg Saray kilisesinin kapısına o metni çivileyeceğim.”