Takvimler 1820’li yılları göstermektedir. O vakitler Mısır valisi olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa Osmanlı ile henüz iyi ilişkiler içindedir. Tahtta olan II. Mahmud’a etkileyici bir hediye göndermek ister. Bu öyle bir şey olmalıdır ki herkes kendisini ve hediyeyi konuşmalıdır. Sonunda bulur. İstanbul halkının hiç görmediği, Habeşistan’da yakalanmış bir zürafayı göndermeye karar verir.
Haber İstanbul’a zürafayı taşıyacak olan gemiden önce gelmiştir. Büyük bir kalabalık, “başı öküze, boynu deveye, gövdesi kaplana” benzediği söylenen bu beygiri görmek için Beşiktaş sahildeki Çiniliköşk Meydanı’nda toplanır. Taassubun dibini bulmuş Osmanlı halkı Allah’ın kudretinin bir işaretine daha tanıklık edeceğinden merak içindedir.
Hediyeden memnun olan padişah halkın ilgisini eksik etmemek amacıyla 27 Kasım günü bir ferman buyurur ve hayvanı görücüye çıkarır. Bu kez ahali zürafayı izlemek için Gülhane’de toplanmıştır. Böyle bir canlıyı ilk kez görenler için olay büyüktür. Toplanan büyük kalabalığın, gürültünün, hengamenin içinden bir ses duyulur.
‘Zürafa uğurlu ve mübarek bir hayvan olup onu eliyle tutarak, bir kere gezdiren Müslüman, yeryüzünde hiçbir zarar ve ziyan görmez.’
Bu Habeş Ahmet Ağa’nın sesidir. Herkes pür dikkat kesilir. Habeş Ağa devam eder:
‘Haydi, Müslüman olan gelsin, zürafayı şöyle bir gezdirelim. Kim bu hayvanı gezdirirse cennete gidecektir.’
Dedim ya koyu bir din taassubu içindeki halk için bunlar etkileyici sözlerdir.
Yaptığı şakalarla tanınmış olan bir saray görevlisi, Küpeli Abdi Bey de oradadır. Habeş Ağa işaret edercesine ona doğru bakar. Epeyce korktuğu her halinden belli olan Abdi Bey daha ne olduğunu anlamadan padişahın ‘memuldür-cesaretlidir’ sözü üzerine kendini önce eller üstünde ardından zürafanın sırtında bulur.
Kalabalık, çıkan gürültü, şamata derken ürken hayvan can havliyle İshakiye Köşkü’ne doğru koşmaya başlar. Aklı başından gitmiş, ne yapacağını bilemeyen Abdi Bey ise sonunun geldiği düşüncesiyle Padişah’a doğru dönerek bağırır: “Ahiret hakkını helal eyle efendimiz. Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete”.
“Teşbihte hata olmaz” derler, demem o ki halkımız da Abdi Bey gibi bindi bir alamete gidiyor kıyamete. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullara, toplumun içinde bulunduğu taassuba bakınca akla bu hikâye geliyor. Dünyanın bugün içinde bulunduğu dinamikleri, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri anlama yeterliliğinden uzak bir toplum ve bunun üzerine çöreklenmiş bir taassup düzeniyle kıyamete doğru bir yol alıyoruz.
Son yüz elli yıllık dünya deneyimini, bizim de yaşadığımız kapitalist ekonominin yarattığı tahribatı anlatmakta hala zorlandığımız bir gerçek. Hele hele içinde bulunduğumuz yıllarda, yüz elli yıl öncesine göre olağanüstü değişimler yaşadığımız halde eskinin aklıyla hareket etmekteki ısrarcılığı anlamak ise hiç mümkün değil.
Cehaletin, taassubun tarumar ettiği topraklarda ekonomi ve buna bağlı gelişmeler nihayet başka bir boyuta savruldu. Sömürü ekonomisi ABV vitesine geçti. Şimdi çok bilmiş ekonomistler “ne bu kardeşim” diyebilir. Azalan Birikim Varlıkları, Artık Bütçe Varlıkları ya da Açık Bütçe Varlıkları gibi farklı türden isimler uydurabilirler. Kendilerini yormasınlar. Hemen halkın anlayacağı dille söyleyeyim: “Allah Belamızı Verdi Ekonomisi”. Yaşanan düpedüz budur. Küpeli Abdi Bey gibi hepimiz bir zürafanın üzerine bindirildik, sonumuz hayrolsun. Umarım sırtından atmaz.
Kutlu Olsun!
Millet insansız uzay aracı keşfeder, insansız ulaşım araçları keşfeder, robotlar yapar insansız üretimin yollarını keşfeder, biz onca yıllık çaba, bir ton para ve iş bilmez kadrolarla insansız devleti yarattık. Büyük marifet doğrusu, kutlu olsun!
Evet içinde insanın olmadığı, insani değerin neredeyse hiçbir anlam ifade etmediği, insanca yaşamanın savunulmadığı ve artık kimi koşullarda ne demek olduğunun unutulduğu; yakaladığı yerde ama ekonomi politik, ama kültürel sosyal nedenlerle insanın üzerine çullanan; çoluk çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı demeden hepsini birer kapıkulu tebaası gibi gören; izni olmadan değil gösteri, neredeyse tuvalete gitmenin bile suç unsuru oluşturduğu; kafasına gibi davranan ama kimseye hesap verme yükümlülüğü olmayan yüce mi yüce kutsal mı kutsal bir devlet…
Ama o devletin içinde unutmayalım ki insan yok… İnsana dair hiçbir şey kalmamış. Şiddete ve ölüme terk edilen kadınlar, tecavüzcülerinin insafına bırakılan çocuklar, yağmacı katliamcılara teslim edilen ormanlar, nehirler, denizler, suçu kesinleşmemiş olduğu halde cezaevlerinde keyfi kararlarla mahkûmiyet çekenler, toprakları yok edilen köylüler, kaderine terk edilmiş emekçiler, cehalete sürüklenmiş çocuklar ve gençler, hak ve hürriyetleri kısıtlanmış, ekonomik adaletsizliğin pençesinde, ahlaksızların, sırtlanların elinde çürümeye sürgün edilen bir toplum. Manzara budur.
Biz geç kapitalist dönemin ülkelerindeniz. Trene geç de olsa bindik, bindirildik. Her kapitalist düzenin inşasında olduğu gibi devlet eliyle kapitalizm dönemi geçirdik. Sermayenin birikimi için devletin ideolojik ve şiddet araçlarını elinde bulunduranların, egemen bir sınıfın kontrolünde acımasız bir süreç yaşadık. Tabi o yıllarda egemen sınıf bürokrasiyi elinde tutanlardan oluşmaktaydı. Sermaye birikimi için, bir düzene, kurumsal yapı ve yeteneklere ihtiyaç duyulur. İşte bu ihtiyaç devlet egemenlerince sağlandı, gerçekleştirildi. Ve sonrasında bir faz değişikliği ve sermaye sınıfı oluşumu…
Toprağa dayalı sermaye zaman içinde üretime ve endüstriye dayalı sermaye olarak dönüşüm yaşadı. Batıda da aynı şekilde fabrika ile başlayan sermaye birikimi uygulamaları zaman içinde dönüşümler yaşandı. Bugün içinde bulunduğumuz kapitalist aşamaya, yani patron sermayesinden finansal sermayeye, el emeğinden teknolojik emeğe, fabrika kapitalizminden paydaş kapitalizmine belirli dönüşümler sonucunda gelindi.
Üretimdeki, ekonomideki her bir aşama yani endüstri 1.0, 2.0, 3.0, 4.0 gibi dönüşümler beraberinde toplumsal dönüşümleri de getirdi. Teknolojinin başat rol oynağı gelişmeler üretimi, fabrikayı, işçi temsilini ve devletleri köklü bir değişime uğrattı.
Her aşama bir öncekine göre gerek ekonomik gerek yönetim ve gerekse de toplumsal süreçlerde daha katılımcı, daha eşitlik içeren değişimleri getirdi. Demokrasinin niteliğine ilişkin yeni kapılar açıldı, bütün bu değişimler kapitalizmin yaşamasına da fırsat sağladı. Egemen karar vericiler, egemen sınıflar karakter değiştirdi. Son yüz elli yıllık süreçte etkili olan diğer ideolojiler ise üretim ve üretim ilişkilerinde yaşanan değişimleri, teknolojinin getirdiği toplumsal etkileri okuyamadıklarından zaman içinde sahneden ayrıldı.
Ancak bugün çanlar kapitalizm için de çalıyor.
İster batıda ister bizde olsun kapitalizmde salt gerçeklik şudur: üretim ve kontrol araçlarına sermaye sınıfı sahiptir. Yani kapitalizm üretim ve kontrol araçlarının sermaye sınıfının elinde olduğu bir ideoloji ve ekonomi-politik yapıdır. Ve toplum üzerinde bu araçlara sahiplikten kaynaklanan gücünü kullanır, sermayenin birikimi için gerekli her şeyi uygular, insanları koşullandırır. Eğitir, inanç satar, kültürel yapı oluşturur. Düşüncelerin biçimlenmesini, ideolojiye hizmet edecek insanları, sermaye birikimi için gerekli olan egemenliğin kabulünü sağlar. Gerekirse zor kullanır.
Erken kapitalist dönemde toplumsal yapı ile üretim araçlarına sahip olanlar arasındaki ilişki yani üretim ilişkileri kıkırdak bir haldeydi. Feodal çağın içinden ve baskısından kurtulmakta olan insan ve toplum için yeni üretim ilişkileri ve fabrika olumlu karşılanmıştı. Üstelik katı bir taassubun yaşandığı feodal dönemde toplum kesimleri yani sınıflar arasında geçişkenliğin imkânsız olduğu göz önüne alındığında kapitalist düzen adeta bir kurtarıcı konumundaydı. Eşitlik ve özgürlük vaat etmekteydi.
Lakin zaman içinde sermaye egemenliğine dayalı yeni bir ekonomi politik yapı ortaya çıkacak, kıkırdak yapı kemikleşecek, üretim araçlarına sahiplerin yarattığı sınıfsal toplum yapısı olgunlaşacaktır. Yeni sınıflar yeni kurallarını, üretim ve yönetimin kontrolü için yeni koşullarını da beraberinde getirecektir. Balayı dönemi de bir yere kadar…
Cumhuriyetle birlikte bizde de başlayan kapitalizm serüveni, yani sermaye birikimini sağlama ve endüstriye dayalı üretimin geliştirilmesi çabası zaman içinde devlet eliyle sermayenin ve yine bir süre sonra özel sermayenin gelişim yolunu açtı. Tabi tüm bunlar tıpkı batıdaki gibi toplumsal alanı etkilemeye, sınıfsal yeni ilişkilerin gelişmesini de beraberinde getirdi.
Şunun altını çizmekte yarar görüyorum, Türkiye batı kapitalizminin içinde ya da beraberinde gelişmedi, batı kapitalizmi tarafından ele geçirildi, biçimlendirildi. Buna kapitalist sömürü düzeni diyoruz. Yani ipler elimizde değil, bunu anlamak lazım. Dün de bugün de görülen tüm politik karar vericiler ve araçlara sahip olanlar batı kapitalizminin karar vericilerine hizmet eder.
Nihayetinde bu topraklarda da kapitalizm her ne kadar niteliksiz de olsa kurumsallaştı, sınıfsal olgunluğa doğru evrildi. İlk yıllarında yaşanan ve övgüyle anlatılan köyden çıkmış gençlerin şehirler veya uluslararası dünyadaki başarı hikayeleri artık sararmış tarih sayfalarında anı olarak kaldı. Bundan böyle yeni masallar ya da eski günlerin anlatılarıyla toplum uyutulacak gibi değil. Bugün olgunlaşmış bir kapitalist düzende, üretim araçlarına, düşünce araçlarına sahipliğin, kontrolün kurallarıyla birlikte yapısallaştığı bir devlet anlayışında sınıflar arası değişim imkânsız bir boyuta doğru evrildi. Devlet egemen sınıf çıkarlarına hizmet eden bir araca doğru dönüştü. İnsanını, halkını değil belirli sınıfların çıkarlarını doyurmakla meşgul.
Bugün kapitalizm hem batı için hem de bizim gibi ülkeler için yeni bir faz değişimi aşamasına erişti. Ülkeler küreselleşmenin, sınır tanımaz iletişimin yarattığı etkiyle artık farklı zaman dilimlerinde ilerlemeyecek kadar bütünleşiyor.
Kapitalist ekonominin egemenleri ya değişimi yöneterek yaratmış oldukları, buhran düzeyine erişmiş toplumsal sorunlardan çıkış yolu bulacak ya da yeni bir ideolojik çatışmaya hazır olacak. 68’deki gibi yıkıcı değil ama dönüştürücü nitelikte birçok örneği tarihte gördük. Gelecek buna işaret eder boyutta. Yalnızca belirli sınıfların çıkarlarını doyuran devlet aracını, insanlıktan yoksun devlet aracını değiştirmek zorundalar.
Sermaye kapitalizmi, hissedar kapitalizmi ve paydaş kapitalizmi. Değişimin kaçınılmaz şekilde işlediğinin göstergesi. Bu kapitalizm uygulamaları sınıflar arası ilişkilerde, üretim ilişkilerinde bir öncekine göre daha az yıkıcı, daha uzlaşmacı ve daha çok iş birliğine dayalı. Ancak ne olursa olsun tüm bu yaklaşımlar da üretim araçlarına sahiplik ve kontrol bakımından halen aynı egemen sınıfın ihtiyaçları için çözümler sunuyor. Sınıfsal geçişkenlik ne olursa olsun ciddi sınırlar içeriyor.
Bugünün koşullarında dönüşümün yönetimi için kapitalistlerin ellerinde çok güçlü bir araç var aslında. Bunu onlar da görüyor. Ancak bu araç aynı zamanda kapitalizm düzenini sürdüren sınıfsal yapı ve içindeki renkleri de değiştirecek güçte olduğu için epey bir şüphe ve direnç içindeler.
Sivil toplum.
Evet. Kendi varlığı ve tüketime dayalı bir kapitalist ekonomi modelinin işleyişi için ihtiyaç duyduğu, paydaş kapitalizminin yükselen değeri “sivil toplum” aslında ona bir çıkış noktası sunuyor. Ekonominin işleyişi için zorunlu olan bu araç artık politik dönüşümün de kaçınılmaz çözüm aracı konumunda. Nasıl ki endüstri 1.0’dan 4.0’a hatta 5.0’a doğru bir gelişme yaşıyor, toplumlar da aynı şekilde değişimler yaşıyor, politik alanın da 4.0’a, 5.0’a doğru bir yolculuk yaşaması kaçınılmaz görünüyor. Bunun için de politik kurumların, araçların gerek karar süreçlerinde ve gerekse üretimde sivil toplum katılımına doğru açılması, yeniden biçimlenmesi gerekiyor. Tabii bu güç paylaşımı konusun gücü elinde bulunduranlar açısından öylece kolay kabul görmesini beklemek biraz abartı olur.
Bugün gelinen noktada, ekonomik işleyiş ve demokratik toplum gelişimi için politikada da 4.0 hatta 5.0 fazına geçiş kaçınılmaz hal aldı. Eğer egemen sınıf uygulanan kapitalist politikaların yarattığı içinden çıkılmaz, insansız devleti kendi varlıkları için stratejik bir yol olarak görüp, ısrar ederse er ya da geç bunun altında kalır.
İçinde insanın olduğu, insani değerlerin yaşadığı, toplum katılımlı devlet modeline, toplum katılımlı kamu kurumları modeline, toplum katılımlı piyasa modeline doğru bir yapısal dönüşüm ufukta görünüyor. Kapitalizmin varlığı öncelikle yarattığı insansız devleti yeniden düzenlemesinden geçiyor.