Ne derin bir uçurum bu arkadaş, nasıl bir mesafe? Katılaşmış, birbirinin kopyası değerler, zamanı geçmiş, basmakalıp kabuller, kör inançlar. Her yeri sarmış, her yeri. Gördüğün, dokunduğun, soluduğun her ne varsa, her şeyi… Bizi büyüten, bizi insan yapan anlamlar adeta toprağından sökülmüş. Benlikler ele geçirilmiş.
Birbirimizden böylesi uzak oluşumunuzun sebebi bu olsa gerek…
“Ne yaparsan yap asla anlaşılmayacaksın” fikrine boyun mu eğmeli yoksa ortak anlamları bozuma uğratmış, karşına nerede, ne şekilde çıkacağı belli olmayan düzenekleri, tuzakları bir bir ortaya çıkarıp insani olanı yeniden ve yeniden, yılmaksızın onarmaya mı çalışmalı?
Ne kadar da saf salaksın! Onca yaşanmışlıktan sonra hala mücadele etmeyi göze alabiliyorsun ya, sen iflah olmaz bir kaçıksın.
Söyle bakalım. Savunmasız, uyuşturulmuş, alıklaştırılmış insana her yerden çullanılmışken nasıl olacakmış senin bu mücadelen? Akıldan, gerçeklikten uzak, anlamları ele geçirilmiş, kimin emrinde olduğu bilinen o kelimelerle mi yapacaksın bunu?
Katı hiyerarşik bir disiplinle çalışan, önüne geleni ezmeye ayarlanmış güç araçlarıyla, insani olan ne varsa değersizleştiren, ortak bağları koparan, aklı, anlamın kaynağı olan kodları, bu kodların eriştiği kitleleri dilediğince maniple eden koca bir düzen… Başa çıkabileceğini mi sanıyorsun?
Belki de artık akıntıya kürek çekmekten vazgeçmeli, gidişata ayak uydurmalısın. Görmüyor musun? Toplumu uyandıran fikirlerin bir ederi yok artık. Onlar geride kaldı. Şimdi araçların çağı, araçlara sahip olanların çağı.
Hem her önüne gelene açıklama yapmaktan, huysuz, aksi biri gibi görünmekten yorulmadın mı be birader? Hiç mi akranlarından ders çıkarmazsın? Herkes gibi ol biraz, bencil ol, bencil. Önce kendine bak. İki gram bilgisi olmayanın dahi servet yapabildiği, gücün akılları esir aldığı şu dünyada maddi değeri olmayan fikirlerini kim ciddiye alır? Gülünç olma!
“Ne günlermiş ama, çocukken hep bu yoldan giderdik okula. Hatırladın değil mi?”
Yol boyunca usanmadan anlattı ama zihnim hep aynı soruyu sormakla meşguldü işte. Nasıl oldu da birbirimizden böylesine uzaklaşmıştık? Bir türlü kabullenemiyordum.
“Hatırlar mısın bir keresinde gök delinmişçesine yağmur yağmıştı. Bütün tepenin toprağı, çamuru, çalı, dal ne varsa üstümüze gelmişti. Ucuz atlatmışız.”
“Hatırlamam mı? Ama şu taraf ağaçlıktı diye aklımda kalmış. Oraya sığınmıştık.”
“Evet… Bak buralarda her şey değişti. Ama hayatlar bildiğin gibi. Yollarımız değişti, eski evler yıkıldı yeni yeni inşaatlar yapıldı. Şurada bakkal Yusuf’un yeri vardı, hatırlarsın, mezarlığın altında. O gördüğün yirmi katlı bina onun arsaya kondu. Yusuf gitti çocuklarına daireler kaldı.”
“Ama çocukları değilse bile torunları okur herhalde. Nesil değişiyor sonuçta. Onlara yarar o varsıllık.”
“Çok sanmıyorum. Ortaokuldan bir arkadaşımız vardı hatırlar mısın? Seydi… Şu karşı tepenin yolunda oturuyorlardı. Afyonlu. Onunla karşılaştım geçende.”
“Hayal meyal hatırlıyorum.”
“Senin geleceğini söyledim ona. Haber ver mutlaka göreyim ben de dedi.”
“Verdin mi?”
“Yok yok, sonra vazgeçtim. Ne konuşacaksınız? Dünyalar farklı. Senin canın sıkılır.”
“Ne yapıyor şimdi, evlidir herhalde, çoluk çocuğa karışmıştır.”
“Evlendi, hatta ikinciye de evlendi. İlk karısı kansere yakalandı, öldü. Hala annesinin evinde oturuyorlar biliyor musun? Ev de aynı. Bir seferinde dua var diye gitmiştim. Hiç değişmemiş, sanki çocukluğumuzda neyse hala öyle.”
“Evet buradan da görünüyor. Ama eskiye göre daha çok ev var gibi orada.”
“Sonradan çok gelen oldu. Hala suyu, elektriği sorun bir yer. Kentsel dönüşüm henüz oraya girmedi.”
“Annesi sağ mı?”
“Yok değil, geçen seneydi sanırım, öldü. Yaşı epey vardı ama hastalıktan gitti dediler. Biliyor musun bu tepede çok insan hastalıktan kırıldı.”
“Başka bir şey beklemek yanlış olurdu. Ne iş yapıyor biliyor musun?”
“Senin buradan gittiğin zamandı. Meslek okuluna girmiş. Elektrik bölümü mü ne öyle bir yerden mezun olmuş. Oradan sonra da çalışmaya başlamış. Ben tekstile gittiğim zamanlar bazı akşamlar iş dönüşü yokuşta karşılaşırdık. Oradan biliyorum.”
“Çok var mı ayrılan buralardan?”
“Yok yok. Ama yaşlılar birer birer gitti. Bak bu yokuşun bitimi zeytinlikti.”
“Hatırlamam mı? Yolun öte yanı da bademlikti, bir de mandalina ağaçları vardı. Yalnız ne kötü olmuş buralar. Dip dibe binalar. Biçimsiz. Her yer beton.”
“Sorma, ama herkes memnun. Daha çok kazanacağım diye kendi elleriyle yok ettiler buraları. Köy çeşmesinin olduğu meydanı hatırlarsın. Oralar hep site, bina doldu. Çeşme de kalmadı, her yer beton.”
“Eskiden bu yollar toprak kokardı. Bak bu kadar yürüdük ayağımız toprak yüzü görmedi.”
“Sen asıl dağın yamaçlarına bir bak. Ta oralara kadar bina diktiler. Güzelim ağaçları katlettiler. Hiç oralara imar verilir mi? Neymiş lüks havuzlu siteler yapılmış. Paranın gözü kör olsun.”
Şimdiki gibi yeni binalar, apartmanların sardığı, bir aracın ancak geçebileceği kadar geniş, kaldırımlı, biçimli bir yolu yoktu buranın. Patika gibi bir şeydi. Yer yer toprağın, dikenli çalıların, yer yer de kayalıkların sökün ettiği, yazın kuru, sararmış ama baharla birlikte her tür uçara, eşeleyiciye konaklık eden canlı, renkli bitki örtüsüyle, kollarımı açınca uçacağım hissine kapıldığım rüzgârları, sırılsıklam eden yağmur ve toprak kokusuyla hala hafızamda.
Birbirinin üstüne binmiş, briketten tuğladan yapılma, sıvasız, boyasız derme çatma evlerle dolu gecekondu mahallesinde gün erken başlardı. Küçük pencerelerden dışarı taşan yalnızca zayıf ampullerin ışığı değildi. Mahalle deyim yerindeyse tek bir ev gibiydi.
Şimdi düşünüyorum da bir çocuk için mahallenin bitimindeki bu yol epey tehlikeli bir yolmuş. Ama nedense güven içinde olduğumuzu düşünür, bunu hiç hissetmezdik. Öyle ya, yüksek tepede bir şahin bir serçeye saldırsa herkesin haberi olurdu.
“Bizim okul da yıkıldı sonunda biliyor musun?”
“Desene tarih oldu.”
“Güçlendirme yapılamayacak kadar kötüymüş. Eh eski bir okuldu zaten. Orta bölümle lise bölümünün binaları ayrı olacakmış.”
“Eğitim için iyi olur. Çok eski bir binaydı. Keşke okulu bitirseydin o yıllarda.”
“Ne bileyim kardeşim. Kimse yol göstermedi, oku demedi ki! Hem kız çocuğu olunca önemseyen de olmuyor. Evlen de evlen…”
“Müdür yaşıyor mu hala? Çok yaşlanmıştır.”
“Ya evet, şaşıracaksın ama yaşıyor. Birkaç ay evvel markette karşılaştım. Tanımadı tabi. Çökmüş epey, belki seksen civarıdır. Ama yine de yürüyor adam.”
“Okul da kötüydü gerçekten. Şimdi düşünüyorum da aldığımız eğitim ne boşmuş. Sözde bilgi vermişler ama bilgi de bilgi değil. Dünyadan bihabermişiz. Buralardan gittikten sonra çoğu zaman ne kadar da küçük, kapalı bir yerde yaşıyormuşum diye düşündüğümü hatırlıyorum.”
“Evet maalesef öyleymiş. Ben tabi burada olduğumdan geç fark ettim, gözüm geç açıldı. İş işten geçmiş oldu işte.”
“Tepeler yüksek ama hayatlar alçakta kaldı desene.”
“Cahilin ellerinde eridik gittik işte. Sen en azından okudun, iyi bir hayat kurdun. Burada ne yapabilirdik bilemiyorum, hayatta olduğumuza şükrediyorum bazen.”
“İyi bir hayata erişmek bakımından evet, ama cehaletin elinden kurtulabildin mi diye sorarsan benimki de şüpheli. Her şey göründüğü gibi değil.”
“Bizden ancak bu kadar oldu, ne diyeyim? Çocuklar kurtarsın kendini. Baksınlar, açsınlar gözlerini.”
“Neyse ki onların gözünü açacak bir dünya var. Zaten çoğu da bu yüzden gidiyor.”
“Öyle deme. Bak görüyorsun karşı tepeleri. Henüz onlar için dünya küçük.”
Düzlüğe varmıştık. Akan trafiğin gürültüsünde, binaların arasında kaybolmuştuk artık. Tepe de görünmez olmuştu. O küçücük bedenle onca yolu nasıl yürüyormuşuz diye aklımdan geçirmeden edemedim.