Ateşi ve ihaneti gördük.
Ve kanlı bankerler pazarında
memleketi Alaman’a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler…
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
“Cumhuriyet, siyasi gücün halk ve temsilcileri tarafından paylaşıldığı bir devlet yönetim şeklidir ve bununla birlikte monarşinin zıttıdır” diye tanımlıyor Wikipedia. Nasıl tanımlandığı değil nasıl algılandığı ve ne şekilde hayata geçirildiği kıymetli Cumhuriyet’in. Ne mi demek istiyorum?
Gelin bir yolculuğa çıkalım sizinle. Tarih yolculuğuna…
Bu tarih yolculuğuna İlkel Komünal dönemden başlayıp, uygarlıkların gelişimini tek tek anlatıp, insanlığın cumhuriyetler sürecine nasıl geldiğini anlatmak isterdim. Zira insanlık tarihi bilinmezse, cumhuriyete gelene kadar insanlığa yaşatılan gerici, acılı, kanlı süreçlere tekrar tekrar döneceğiz. Ki yaşadıklarımız zaman zaman bunu doğruluyor. Cahil bıraktırılan, bilimden, Tarih’ten haberi olmayan (ya da oldurulmayan) tayfa cumhuriyet yönetimine kavuşmuş insanlığı yeniden kanlı barbarlar çağına döndürmek isteyenlerin kuyruğuna takılmak tuzağına düşüyor. Ne var ki başından anlatsam, bu kez de yazı çok uzun olacak. Bu nedenle yaşadığımız dönemi anlatırken yakın tarihte bazı yollara, duraklara uğrayarak geleceğiz.
İmparatorluklardan Cumhuriyetlere…
Ne kadar güzelleseler de imparatorluklar dönemi insanlık tarihinde sarayların halkın emeği üzerinden keyif sürdüğü, geniş topraklardan ganimet sağlamak için halkın çocuklarından oluşan ordularla bitmeyen savaşların yapıldığı, bu savaşlarda “canı kıymetsiz” çocukların can verdiği, yönetici kadronun, koruyucuları din adamlarıyla şiddet korkutma ile halkı yönetimleri altında tuttukları yönetim biçimleri oldu.
Madem durum böyledir de neden güzelliyorlar? Neden güzelliyorlar yerine kim güzelliyor dersek neden güzellediklerini de anlarız. Yine saraylarında, villalarında halkın emeği üzerinden keyif sürmek isteyenler padişahları, kralları güzellemesin de ne yapsın?
İşte o imparatorluklardan biri Osmanlı… Osman ve soyundan gelenlerin kutsallaştırılıp, padişah seçildiği sistem… Sürekli fetihleri, toprakların genişliği anlatılan sistem… Bu Tarih içinde köylü nerededir? Halk nerededir? Tarihi bir söz bize kimin nerede durduğunu anlatır aslında. “Şalvarı şaltak Osmanlı, eyeri kaltak Osmanlı, ekende yok, biçende yok yiyende ortak Osmanlı” Der ki bu söz; Şalvarını en güzel kumaştan yaparız, eyerini has deriden yaparız, o kumaşı kim dokur, o deriyi kim tabaklar, eyeri kim yapar bilmez. Toprağı bin bir zahmetle ekeriz bilmez. Bin bir zahmetle biçeriz bilmez! Yemeye gelince her şeyimize ortak olur.
Hoca, şimdi farklı mı diyeceksiniz? Değil! İşte o sistemin yerini şimdi Kapitalizm almış. Şimdi de zamanın padişahları, kralları Kapitalist şirketler için benzer bir söz söylüyor emekçiler; “Eteği pantolonu şaltak patron, arabası Masteng patron, üretimde yok, çalışmada yok, yiyende ortak patron”
Geçmiş dönemle hiç mi fark yok, hiç mi gelişmedi insanlık?
Olmaz mı? Fark çok. Tırnaklarıyla kazıya kazıya, savaşa-öle halk iktidarda söz hakkına sahip oldu elbette. Yetmez ama evet! İnsanlık mutlak monarşiden cumhuriyete evrildi. Artık göstermelik de olsa halka sormadan koltuğa oturamıyor, göstermelik de olsa görece şeffaflık sağlamadan yönetemiyor modern dünyada yöneticiler.
Ülkemizde zaman zaman darbelerle, diktatörlerle sınanarak da olsa cumhuriyete sahip olduk. Nasıl geldik Osmanlı mutlak monarşisinden demokratik seçimlere? Hiç kolay olmadı. İşgal edilmiş topraklardan bağımsız bir devlete yine halkın savaşa-öle yarattığı bir Kurtuluş Savaşı’yla gelindi.
Bizim adetimizdir tek kahramanın arkasına dizeriz mücadeleyi. Sanırız ki kahraman olmadan savaşılamaz, mücadele edilemez. Oysa adı yazılmamış, duymadığımız binlerce can Simurg gibi bir araya gelmese elbette hiçbir şey kazanılmaz. Kurtuluş savaşı da işte böyledir. Kimsenin kahraman beklemediği, herkesin kendi içinde kahramanın özelliklerini kuşandığı antiemperyalist bir savaş…
Anadolu köylüsü emperyalizmin ne olduğunu biliyor muydu da antiemperyalist bir savaş yürüttü?
Antiemperyalizm özüne baktığınızda toprağının hakkı olmayanlarca işgal edilmesine karşı çıkanların, kendi topraklarında mülteci olmayı reddedenlerin mücadelesidir. Adını ne koyarsanız koyun bu böyledir.
Bu ülkenin tüm halkları topraklarını, emeklerini, onurlarını, geleceklerini korumak için bir araya geldiler ve ölümüne, yok olma pahasına bir savaş yürüttüler. Elbette komutansız, öndersiz bir mücadelenin başarılı olamayacağını bugünkü mücadelelerden de bilirsiniz. Bu kurtuluş savaşının önderi de Mustafa Kemal oldu.
Hepiniz Mustafa Kemalsiniz!
Burada size bir anımı anlatmak isterim. Öğretmenliğimi sürdürdüğüm yıllarda İnkılap Tarihi derslerine giriyordum. Bu derslerde yalnız ve yalnız gerçeği anlatıyordum, hamaset tarihi değil… Yine bir derste öğrencilerime Mustafa kemal’in hayatını ve Kurtuluş Savaşı’nı anlatıyorken “bu memleket ve geleceğiniz söz konusu olduğunda her biriniz bir Mustafa Kemal’siniz. Mustafa Kemal olmak zor değil” dedim. Bunu sınıf öğretmeni bir arkadaşa anlatınca Mustafa Kemal’i küçümsediğim şeklinde algıladı ve yüzündeki ifade değişti. Bozuk bir suratla “öyle söylemek doğru mu” dedi.
Öğretmenim dedim “Bir şeyi ulaşılmaz bir yüksekliğe koyarsanız, kimse ona ulaşmaya çalışmaz. Çünkü ulaşılmaz olan ulaşılmazdır. Biz bu çocukların hepsinin Mustafa Kemal olmasını istemiyor muyuz? Bu ülkenin savunması söz konusu olunca kendilerinin bunu beceremeyeceğini, çünkü bu işin çok zor olduğunu düşünmelerini mi isteriz, yoksa ben de yapabilirim demelerini, kendilerini donanımlı bir yurtsever olarak yetiştirmelerini mi?”
Anlamaya başladığını yine yüz ifadesinden anladım. Gülümsedi başını sallayarak. Bugüne kadar onu tanrılaştıran, ulaşılmaz yere koyan, hatta Mustafa Kemal’e özenmek isteyenleri durdurmak istercesine putlaştıran, heykellere indirgeyip sözlerinin ideallerinin üstünü örten, Cumhuriyet’i onun yaptıklarından ileriye taşımak isteyenleri suçlayan, Mustafa Kemal’i tabu haline getiren zihniyet çok mu cumhuriyet dostudur? Gençliğe hitabesini Osmanlıca ezberletip, ezberleyemeyeni döven, öz Türkçesini, söylemek istediğinin anlamını anlatmayanlardan ne çektik. Her nutkunu kitaba alıp Bursa nutkunu unutturan zihniyetten ne çektik!
Hemen orada Bursa nutkunu açıp okuyorum:
MUSTAFA KEMAL’İN BURSA NUTKU
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
Ay ay ay, bu terörist mi ne? Ben bu gibi fikirlerden bahseden bir öğretmen olduğum için 29 Ekim 2016’da darbe bahanesiyle 21yıllık kamu öğretmenliğimden 675 sayılı KHK ile “terörist” denilerek bu cumhuriyetin değerlerinden hoşlanmayan AKP tarafından ihraç edildim. Bugün 7 yıl oldu. Pişman mıyım? Yüzüncü yılda yüz bin kere hayır! Bu ülkenin yurtsever bir öğretmeni olarak söylediğim, yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Ülkemi sömürmeye kalkacak her odağa karşı mücadele etmeye devam edeceğim! Bu bedel hiçbir şey!
Şimdi biz bu nutku beğendiğimiz için elbet uyguluyoruz. Polis bizi gözaltına alırken haksız olduğunu, bırakın devrim yasalarına şu anki anayasaya aykırı olduğunu anlatıyoruz, mahkemelerde çatır çatır haklılığımızı savunuyoruz ama bunlardan haberi olmayan ya da oldurulmayan kitleler iktidarın ağzına bakıp bize “terörist” diyebiliyor. Karşılarına çıkıp “ulan Mustafa Kemal de mi teröristti” dediğimizde durup düşünmek yerine Mustafa Kemal’i reddetmenin Abdülhamit’i sahiplenmenin sömürü için çıkarlarına daha uygun olduğunu düşünebiliyorlar.
Şaşkınım! Anlamıyorum, anlayamayacağım!
Ve dahi ben Kemalist’im, Ben Atatürkçü’yüm diyenler de Bursa Nutkunda bahsedildiği duyarlılıkla hareket etmiyor! Şaşkınım! Ben Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’e, Monarşiyi devirip modern dünyaya entegre bir devlet kurdukları için saygı duymak ve gericilere karşı savunmakla birlikte Sosyalist olarak, Kapitalist Cumhuriyetimizi ileriye Sosyalist bir cumhuriyete evriltmek gerektiğini düşünüyorken bile Mustafa Kemal’in sözlerini kulak arkası etmiyor, cumhuriyetin gericiliğe ve emperyalist işgale karşı savunulmasında öne atılabiliyorken Kemalist’lerin Mustafa Kemal’in mücadelesini, ideallerini değil, fotoğrafını, heykellerini sahiplenmesini anlamakta zorlanıyorum. Kendisi bile “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir” diyorken hala fotoğraflarına taparken fikirlerini yerine getirmeyen, onun düşünceleri için mücadele edip bedel ödemek yerine cumhuriyetçiliğini Anıtkabir ziyaretiyle sınırlayanlar var.
Ne farkınız var?
Kutsal kitaplarını okumadan kulaktan dolma dindarlarla, Kurtuluş Savaşı ve dünya tarihini öğrenmeden cumhuriyetçiyim diyenler arasında ne fark var? Bu tip insanların kullanılması, yönlendirilmesi manipüle edilmesi ne kolay… Biri gericilikten besleniyor diğeri sadece Batıcı modernlikten…
Cumhuriyet elden gitmek üzere iken bile sadece Atatürk’e sıkı sıkı sarılarak cumhuriyet kurtulur sanıyorlar. Eğer “Atatürk Atatürk” diye bağırmak, bağırmayanı düşman ilan etmek geçerli bir yöntem olsaydı bu AKP nasıl seçildi, ona oy verenler nereden beslendi, nereden cesaret aldı sormuyor muyuz? Yıllardır Atatürk’ün din düşmanlığından, annesinin genelevde çalıştığına kadar birçok şey söylendi, heykelleri parçalandı, Nutuk yırtıldı. Fikirlerine değil hep cismine dokundular. Çünkü fikirlerini kuşananlar olsaydı fikirleri yıkamayacaklarını biliyorlardı.
Kemalistsin öyle mi? Değilsin! Suçlu sensin!
Hırsızın hiç mi suçu yok diyeceksiniz. Demeyin! Bizi suçluyorsun hep diyeceksiniz, demeyin! Hırsızın hırsız olduğunu bilseniz önlem alırdınız. Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerin bizim gözümüzde hiç mi değeri yoktu? Bu ülkenin hangi yoksulluktan geçip yüzlerce kamu kurumunun halkın emeği ile kurulduğunun hiç mi değeri yoktu? Yüzlerce kamu kurumu satılırken neden sesiniz çıkmadı? Kamu kurumu demek halkın malı demekti. Mallarınız çalınırken neden ses çıkarmadınız? Sağlık ocakları kapatılıp, hastaneler özelleştirilirken, köy okulları kapatılıp, devlet okulları niteliksizleştirilip, özel okullar açılırken niye sustunuz? Devlet yurtları kapatılıp, tarikat yurtları açılırken neden isyan etmediniz? Mahkemeler ele geçirilirken neden örgütlenip karşılarına çıkmadınız? İşçiler emekçiler patronlara köle yapılırken neden işçilerin yanında olmadınız?
Şimdi bağırıyoruz ki “cumhuriyet, laiklik elden gidiyor” Sokakta bir hırsız cebinizden cüzdanınızı çalsa ölümüne peşinden koşarsınız, bu ülkenin onca değeri çalınırken neden ölümüne peşinden koşmadınız? Tabii anlıyorum, “Atatürkçü büyükler” buna izin vermezlerdi. Yok canım o kadar da olmazdı! Hıh olmazdı! Ya güvendiğiniz büyükler de işin içinde idilerse! Ya hep birlikte ülkeye çöküyorlardıysalar!
Bak kardeşim televizyonlara bak! X Bankası, Y Bankası, bilmem ne bankası, şirketi Cumhuriyet’in yüzüncü yılı mesajları, spotları hazırlıyor, reklam yapıyor. Bunca sömürünün kaynağı herkes cumhuriyeti savunuyor öyle mi? Bu iş reklamla olmuyor. Onlara bakma, Bursa Nutku’na bak! Gençliğe hitabeyi okuyup geçme! Sözde büyüklerine güvenme! Tarihin içinden sana seslenen, bu topraklar için toprağa düşmüş halkların sesine kulak ver! Hamaset söylemlerine değil gerçeğe güven! Bugüne kadar cumhuriyeti gericilere karşı savunmadığın için Cumhuriyet’in yüzüncü yılında yüz bin kere tövbe et!
Bugün cumhuriyeti korumak mecburiyetine düştüysen, muhtaç olduğun kudret kanında değil, bilginde ve mücadele bilincindedir!