Yaşlı kadın bahçeye doğru ilerlerken göreceklerini düşünerek kendini hazırlamaya çalışıyordu. Buraya gelmesi artık o kadar kolay değildi. Yoruluyordu, yorgunluğu önceki yorgunluklarının yorgunluğuydu. Yıllar geçmişti, aslında şanslıydı. Onu tanıyan herkes bunu rahatlıkla söyleyebilirdi. Son yıllarında biraz işler değişmiş, zorlaşmış olsa da. Genç bir kızken hukuk okumak istemişti, yakışıklı ve kendini seven bir koca hayal etmişti, Çocukları olsun, onların da çocukları olsun, hatta mümkünse Allah yardımcısı olursa eğer, çocuklarının çocuklarının çocuklarını da görmek için dualar etmişti. Talihin hoş cilvesi ile hepsi de olmuştu. Hayat ona gül bahçesi sunmuştu, güllerin hepsi de dikenli değildi üstelik. Üstelik bir zamanlar dikkat çeken güzelliği de kendisine halen eşlik ediyordu.
İnsanların ona bakışlarına alışkındı ve bunu görmekten de mutluydu. Günümüz yaygın anlayışında yaşlanan kadınlar “gerçek” yaşlanmanın belirtilerini maskelemeye çalışırken daha fazla damgalanma, önyargı ve ayırımcılıkla mücadele ederken arzu ettikleri gibi yaş alamıyorlar bile. Görünürlük kaybına uğrama tehdidini derinden hisseden kadınlar giderek silikleşiyor, sabahın sisi gibi dağılıveriyor, yok oluyorlar. Böylesi bedenleşen ve yerleşen cinsiyet bakışında o halen görülüyor olmanın, bakılıyor olmanın sanki gururunu taşıyordu kadın. Aslında yaşadıkları ve birazdan görecekleri karşısında bu onun koruyucu kalkanı gibiydi.
Beni unutanı unutamadım
Birkaç adım sonra yeşil çimenlerin uzandığı, şemsiyeler altına masaların, sandalyelerin konulduğu, birkaç salıncağın asıldığı bahçeye girecek. İçerinin loşluğu, serinliği geride kalacak. Adımını dışarı attığında sıcak bir hava yüzüne çarpacak, gözleri ışıktan kamaşacak. Kısılmış gözleri sevdiği erkeği, bir ömür beraber yaşadığı kocasını arayacak. Eğer hep oturduğu salıncakta ise adam, sessizce ona arkasından bakacak. Hemen yanına doğru ilerlemeyecek. Bir sonraki adımları için güç toplamaya, bildiği bütün anlayış, kabulleniş kalıplarını tekrar etmeye çalışacak. Tüm bunları yaparken seyredecek adamı, bir başka kadının elinden tutan kocasını. Salıncakta onlar yan yana otururken o arkalarında dimdik duruyor olacak. Gözlerinde yarı şaşkınlık yarı şefkat, kalbinde sahiplenen bir vazgeçişle.
Aşk can kenarı, cam kesiği
Bize aşk hakkında söylenenlerin çoğu kültür tarafından üretilmiş ve şimdi buradan bakınca da oldukça hor kullanılıp tüketilmiş ürünler olarak gözüküyor. Oysa aşk, kırmızı güllerin rengine, alınan pahalı hediyelerin boyun eğmeyecek kadar derin ve parça tesirli. Burada aşkın ne olduğu nasıl olduğunu anlatmayacağım ki zaten de anlatabileceğimi hiç sanmıyorum. Bildiğim aşkın bin türlü hali bin türlü zamanı olduğu. Kocasının arkasında ona bakarken aşkla yaşadıkları 61 yılın geçmiş tüm seslenişleri duyuyor, görüntülerine dalıyordu. Kocasının sırtına dokundu, yavaşça ve nazikçe. Ürkütmek istemeden. Kocası arkasına döndü, kocaman bir gülümseme yayıldı yüzünde. Geldin dedi kadına. Kadın evet, geleceğimi söylemiştim dedi. Kocasının yanındaki kadın da gülümsüyordu, başıyla ona da selam verdi. Kadının üzerindeki ince şalı düzeltti.
Adamın aklı bir süredir epey karışık haldeydi. Uzun zamandır hafızası ona ihanet ediyordu. Anıları giderek ondan uzaklaşmıştı. Karısı ona artık beni hatırlamıyor musun diye sorduğunda ona acaba ben kendimi hatırlıyor muyum diye cevap verebilse verirdi elbet. Ama bunun bile farkında değildi. Kendisi bile kendisini terk etmişti adeta. Artık kadın ve çocukları o kararı vermek zorunda kalmışlardı adam için. Böylelikle adam daha iyi bakım alabileceği bir huzurevine yerleştirildi. Artık tanıyamadığı, hatırlayamadığı karısı ve çocukları onu ziyaret ediyor, her şeye rağmen onun yanında olmaya gayret gösteriyorlardı. Karısı ve çocukları onun için bilmediği zamanların bilmediği kişileri olmuştu. Geldiklerinde mutlu oluyordu elbette, gördüğünde onlarla olmanın güzelliğini de hissediyordu ama onlarla yaşamış olan kendini hatırlayamıyordu. Onlarla geçirdiği hayatın resimleri gözlerinin önünden çoktan silinmişti
Onun için yapacaktım, yapmıştım hep
Bir “anemoia” gibiydi yaşadıkları. Önceki hayatı şimdi hiç bilmediği ve bulunmadığı bir zamandı. Sanki hiç deneyimlenmemişti, 61 yıllık ortak hayat ona ait değildi. Fakat yine de o hayata tarifi imkansız bir özlem duyarken içinde bulunduğu zamana karşı tedirgin hislerle bağlıydı. Adam Alzheimer hastasıydı. Hallaç pamuğuna dönen hayatında yeni bir ben olarak yeni ve farklı bir yalnızlık içindeydi. Gel zaman git zaman adam huzurevinde bir başka kadına aşk duymaya başladı. Kadın tüm bunları bilerek, anlayarak, kabullenerek kocasının mutluluğu için cam kırıklarını yüreğinde tutarak bu sıra dışı durumu metanetle, saygıyla izledi. Sevdiği adamın mutluluğu ve huzuru için. Kadın, onun zor durumdaki yeni bir insan olduğunu ve içinde bulunduğu durumun yaşanabilir olması için elinden geleni yapacağını hep bilmişti, hep yapmıştı.
“Ondan Uzakta” filminde de bir adam Alzheimer olan karısının başka bir adamla bağ kurarak mutlu olabileceğini fark ettiğinde bu durumu ve karısını desteklemekle huzuru bulur. Elbette bu gerçek bir meydan okumaya karşı kalbin tüm kırılganlığı ile verilen bir karşı koyuştur. Bir adam veya bir kadın sevdiği için bambaşka biri olmayı göze alarak, onun adına da mücadeleye etmeyi seçtiğinde bu dünyanın görebileceği en inanılmaz aşkına, yaşadığı yasa ve kayba rağmen şahit oluruz. Elbette kolay değildir, elbette yapılacaklar sırasının en başında hiç değildir. Ama işte öyle bir an gelir ki seçenek kalmaz. Doğru bildiklerin bir an da rüzgarda dağılır ki sen dağılma. Sen dağılırsan o dağılmış haliyle hayata nasıl tutanacak.
Ben senin sevgilin, baban, ağabeyin, arkadaşınım
Öte yandan kendi başlarına yaşayan yaşlı insanlar, demansın erken evrelerinde olsalar bile romantik ilişkilerden keyif almaya devam ederler. Yaşlı insanların da insan olduğu fikrini normalleştirmemiz gerekiyor. Daha önce sahip oldukları aynı ihtiyaçlara ve aynı arzulara sahipler, kadın olarak, erkek olarak, insan olarak. Yaşlılık ve veya hastalıklar bu ihtiyaçları ve arzuları değiştirse de mevcudiyetlerini yok edemez. Demans elbette ki günlük yaşamda dramatik değişikliklere yol açacak, bir zamanlar ilişkide istikrarlı olan her şeyi değiştirecek. Ama birlikte olma, bir çift kalabilme arzusu günlük yaşamdaki zorluklara rağmen canlı kalacak. Hastalık ilerledikçe, eşlerin rolleri zorlaşır ve günlük yaşam sorumlulukları, örneğin her ikisinin de alışkın olduğu cinsiyetle ilgili roller çakıştığında, iki eş için de endişe duygularına yol açabilir. Dahası, çift olmanın temel unsurlarından biri olan duygusal ve entelektüel karşılıklılık, demans ilerledikçe ortadan kalkabilir Bu değişiklikler geçmişi gölgelerken daha önce paylaşılan yaşamın anıları hatırlandıkça üzüntü, hayal kırıklığı, kızgınlık ve suçluluk içten içe sızar, sızarken de çiftlerin yakınlıkları üzerinde farklı etkiler bırakarak ilerler. Üstelik yakınlık en çok aranan, özlenen duygulardandır. Yakınlık, duygusal ve cinsel yakınlıktan el ele tutuşmaya, sarılmaya, birlikte gülmeye kadar hatta aynı odada sessizce oturmaya kadar insan deneyiminin daha geniş bir yönüdür. Hele ki duygusal yakınlığın demansın erken aşamalarında bile derinleşebileceği görülmüş, deneyimlenmiştir. Hastalık ilerlerken ilişki yeniden inşa edilmeye çalışılır, özellikle bakım veren diğer eş tarafından. Ancak demans, fiziksel varlığı devam etmesine rağmen genellikle sevilenin kaybı olarak tanımlanır. Bu durumu “kocasız bir eş ya da karısız bir koca olma” durumu olarak da adlandırılır. Ama burada bakım verenin her ikisi için asla vazgeçmeyen kabullenişi devreye girer. Demans her ne kadar bireysel olarak ilerlese de karşı duruş diğer kişiden gelir ve demanslı kişiyi sağlama alma güdüsü ile hareket eder. Bir danışanım değişen ilişkisi hakkında şöyle demişti:
- Kocam tamamen bana ve benim bakımıma bağımlı hale geldi. Sık sık beyninde neler olup bittiğini, kendini kelimelerle ifade edemediği halde hala neler hissettiğini merak ediyorum. Her akşam yemek için teşekkür ediyor ya şunun ya da bunun iyi olduğunu söylüyor. Gülümsüyor. Bu bana yetiyor. Biliyorum ki orada bir yerde biz hala beraberiz.
Cemal Süreyya anlatmış aslında ” … ben senin sevgilin, baban, ağabeyin, arkadaşınım… Biri bitse biri kalır. Seni hiç bırakmayacağım”.