Deniz Kumundan Kentler

0
317

Bugün 12 Kasım.

Saat 18:57

99 Düzce Depreminin yıldönümü.

Resmi açıklamalara göre 845 kişinin ölümünün 24.yıldönümü.

Anılarına saygıyla…

17 Ağustos Gölcük Depreminin, 23 Ekim Van Depreminin, 30 Ekim İzmir Depreminin, 6 Şubat Maraş Depremlerinin yıldönümü. Neredeyse her mevsim depremde kaybettiklerimizle anılır durumda. Oysa sadece 99’dan bugüne yaşadığımız büyük depremleri sıralamaya çalıştım. Ülkemiz tarihinde daha da geriye doğru gidecek olursam; 1976 Van-Çaldıran Depremi, 1971 Bingöl Depremi, 1970 Kütahya-Gediz Depremi, 1953 Yenice-Gönen Depremi, 1944 Bolu-Gerede Depremi, 1943 Kastamonu-Tosya Depremi, 1939 Erzincan Depremi ile yüzleşiriz. İhmale, denetimsizliğe, malzemeden çalanların kar hırsına kurban edilen on binlerin sesleri vurur kulaklarımıza; depremi unutmayın, unutturmayın, adaleti enkaz altında bırakmayın.

Düzce Depremi

Düzce Depremi’nin büyüklüğü 7.2 olarak ölçülmüş. 30 saniye sürmüştü. 4948 kişinin yaralandığı resmi kayıtlara geçmiş, derhâl yıkılması gereken 3.395 bina, yıkık ya da ağır hasarlı 12.939 ev ve 2450 iş yeri tespit edilmişti.

Düzce’deki kamu emekçiliğim sürecinde kenti gezerken binalar arasında boş kalmış arazilere gözlerim takılırdı. Öğrendiğime göre depremde yıkılan binalara aitti o alanlar. Yıl 2011’di ama 1999’un izleri sokak aralarında okunuyordu hala. Öyle ki hasarlı olup hala yıkılmamış binalar bile vardı. Kent “merkez” ve “kalıcı konutlar” şeklinde ikiye ayrılmış, aralarındaki bağlantı yolu bile yeni yapılmıştı.

Kamudan ziyade işimi istiyorum talebiyle sürdürdüğüm oturma eylemi sürecinde (2017-2021), Düzce Depreminin televizyonlardan izlediğimden çok daha farklı yanlarıyla tanışmıştım. Üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen halkın hafızasında tazeliğini koruyordu tüm anılar. Yaşadıkları korku ve panik, kaybettikleri yakınlarının hüznü, çadırkentlerde çıkan soba yangınları, sel sularının bastığı konteynerlar,  2001’te teslim edilmeye başlayan kalıcı konutlar…En alakasız konuyu anlatırken bile sanki bir milatmış gibi “depremden önce-depremden sonra” şeklinde tanımlanıyordu zaman. Beklenmedik şekilde bunaltıcı bir sıcak olsa “deprem mi olacak?” endişesi taşıyanlar hiç de az değildi. Benim anladığım, yaşayan için o günleri unutmak imkansızdı.

Şehir efsanesi mi yoksa gerçek mi olduğunu teyit edemediğim bir hikaye ise beni en çok etkileyenlerden biriydi. Anlatılana göre bir kadın depremde oğlunu kaybeder ve kendisi de uzun süre enkaz altında kurtarılmayı bekler. Yaşadığı acıyı ve şoku kaldıramaz, aklını yitirir. Yitirir ama hafızası deprem gününde yani oğlunu kaybettiği günde ve oğlunu beklediği hastane koridorunda kalır. Her sabah erkenden evden çıkıp hastaneye gider ve oğlunu ameliyathane önünde beklemeye başlar. Ailesi önce kaybolduğunu zanneder. Telaş içinde ararken hastane koridorunda bulurlar. Ve ölümüne kadar bir yakınının refakatinde teyzeyi sabahları hastaneye bırakır, akşam eve getirirler.

Yargı Süreçleri

Ağustos ve Kasım’da üst üste gelen depremlerin yarattığı travma ile yaşama devam etmeye çalışan halkın adalet beklentisi de boşa çıkar. wikipedia.org’da yer alan bilgiye göre yaklaşık 200 dava açılır ancak yargılamalar sonucunda hiç kimsenin tutuklanmaz. Ayrıca 36 kişinin öldüğü Ersoy Apartmanı Davası ile 11 kişinin öldüğü Ömür Hastanesi Davası da zaman aşımına uğrar.

Van Depremi

23 Ekim ve 9 Kasım 2011’de meydana gelen Van Depremlerinin de yakın zamanda yıldönümüydü. Pek gündem edilmedi sanki. Oysa ilkinde 604, ikincisinde 40 kişi hayatını kaybetmişti. Halkın yaşadıkları 99’un Düzcesinden de 2023’ün Hatayından da farklı değildi. Ancak ben yaşım ve ilgim gereği siyasilerden gelen açıklamaları ilk kez Van Depremi sürecinde takip etmiştim. Hatırladıklarımdan derlediklerimi yorumsuz olarak sizlerle paylaşmak isterim.

“Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bunlara yönelik gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, bunları yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve bu binaları biz yıkacağız. Karşılığı neyse vereceğiz. Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş biz bunları dinlemeyeceğiz artık. Bunu defalarca yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha hayırlıdır.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan/ 26 Ekim 2011, Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı

“Artık bundan sonra kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız. Bundan sonra ruhsat eksenli sistemi kaldırarak, denetim eksenli bir sisteme geçiyoruz. Bundan herkes sorumlu olacak. Binayı yapan müteahhit, yapının fenni mühendisi, teknik müşaviri, denetleme yapması gereken belediye, sorumlu olacak.”

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar/ 27 Ekim 2011

“Alınan vergiler sağlığımıza, duble yollara, demir yollarına, hava yollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor.”

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek/ 27 Ekim 2011

“Koskocaman sarayda kalıyorsunuz. Biz de mi buraya bir çadır kursak acaba?”

     İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin/ 30 Ekim 2011

“1999 öncesi hazırlanan tüm binalar risk altında. Müteahhitken yaptığım binalar da yıkılabilir.”

  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik/ 3 Kasım 2011

AKP, o gün iktidarı kaybetmeyi daha hayırlı bulsa da 2023 seçimleri fikrini değiştirmiş olmalı ki verdiği sözleri unuttu ve imar barışı ile tüm kaçak yapılar affedildi. 6 Şubat’ta gelen depremler ise affetmedi ve 50 bin insan hayatını kaybetti. O dönem yapılan en çarpıcı açıklama ise bence müteahhit Ali Ağaoğlu’na aitti;

“İstanbul’daki yapı stoğunu en iyi bilen üç kişiden biri benim. O dönem İstanbul’daki inşaat malzemeleri kumundan demirine kadar maalesef bugün inşaata sokulmayacak malzemeydi. Kum denizden geliyordu. Yarısı midye kabuğu, yarısı balçık, inşaata giderdi ve inşaat yapılırdı. O dönem demir için ihtiyaç belgesi alırdın, Karabük’te 6 ay sıra beklerdin bir kamyon demir için. Demirler en kalın 12’lik kangal demirdi… Düzeltirken bile kırılırdı. Bu dediğim 60-70-80’li yıllardı.

O dönem ben inşaat yapmıyordum, babamın yanındaydım. Babam inşaat da yapıyordu inşaat malzemesi tedarikçisiydi de, malzeme veriyordu. O dönem yapılan inşaatlarda özel binalar hariç kullanılan malzeme buydu. Yüzde 99’u böyle yapıldı, kim yaptıysa böyle yaptı.”

                        Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali Ağaoğlu/Müteahhit/ 1 Kasım 2011

Deniz Kumundan İstanbul

Deprembilimciler İstanbul’u bekleyen deprem için avaz avaz bağırırken denizden çekilen kumla, hurdadan çekilen demirle yapılan binalarda milyonlar ölüme terk edilmiş durumda. Milyonlarca insanın etkileneceği büyüklükte bir deprem kapıdayken kayda değer bir önlem alınmadığı gibi yetkililer topu birbirine atmaktan başka bir şey yapmıyor. Diğer yandan daha dün Hatay enkazlarında iki cenazenin bulunduğu geçiyor haberlerde. 6 Şubat’ın üzerinden geçen dokuz aya rağmen barınma, ısınma, güvenlik, gıda ve temiz suya erişim sorunları özellikle Hatay’da halen devam ediyor. Kış geliyor ama sırça köşklerde yaşayanlar çadırların çığlığını duymuyor.

Bizler yani yüreğinin en derin yerinden bu çığlığı duyanlar yazmaya, söylemeye, gündemde tutmaya ve depremzedelerle dayanışmaya devam etmek zorundayız. Deprem değil, bina öldürür. Deprem değil, rant öldürür. Deprem değil, kar hırsı öldürür. Ölmemek için ranta, daha fazla kar için göz yumulan denetimsizliğe dur demek zorundayız. Kalitesiz malzemeye, zemine uygun olmayan yapılaşmaya son vermek zorundayız. Yaşamak için bu gidişe son vermek zorundayız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz