*Depremde kaybettiklerimizin anısına saygıyla…
Kamu emekçiliğimin ilk yıllarındaydım. Kuruma teknik personel kadrosundan mimar olarak yeni atanmışım. Heyecanım yüksek, gençliğim var anlayacağınız. İlk görev tanımım içinde kamuya yapılan binaların projelerine, teknik şartnamesine, fen ve sanat kurallarına uygun yapılıp yapılmadığını denetlemek yer alıyordu. Ancak hem amir koltuklarında oturanlar hem de müteahhitler yeni atama olduğum için beni çömez görüyordu. Kurumda da şantiyede de hissediyorum durumu. Ama bilmiyorlar ki eve gittiğimde kanun, yönetmelik çalışıyorum deli gibi. 99’da depremi yaşamış bir kentin çıkarını temsil ettiğimi düşünerek kimsenin karşısında küçük düşmek, kandırılmak istemiyorum. Denetlediğim müteahhitler ise işin kurdu.
Sorumluluğumda iki trilyonluk bir şantiye var.
Müteahhit, İstanbul’dan büyük bir şirket. Yapının taşıyıcı sistemi çelik. Teknik ifadesiyle çelik konstrüksiyon. Denetleyen inşaat mühendisi de yeni atama benim gibi ama aynı zamanda yeni mezun. Henüz mimari imalatlara geçilmediği için ben inşaat mühendisine göre daha az gidiyorum şantiyeye. Hak-ediş dediğimiz müteahhite her ay bitirdiği iş oranında yaptığımız ödeme zamanı geldi. Taşeron firma yetkilisi, çelik taşıyıcıların birleşim noktalarının sağlamlığını ifade eden “kaynak röntgeni raporu” adı altında bize bir belge sundu. Ben daha önce hiç çelik çalışmadığım için raporu eğip büksem de pek bir şey anlayamıyordum. Ayrıca rapor ekindeki röntgenleri normal ışıkta inceleme şansım da olmadığından sağlamlığından emin olamıyordum.
Çelik işi, yapacağımız ödemenin önemli bir yüzdesini oluşturduğu için de daha fazla bilgiye ihtiyacımız vardı. Antetli belgenin altında kaynak noktalarının kontrollerden geçtiği, sonucun olumlu olduğu vb. yazıyordu. Altında da yapan teknik personelim imzası, kaşesi, mührü. Daha ne olsun, değil mi? Ben rapordaki değerleri teknik olarak öğrenmek ve anlamak için belgedeki şirketi arayıp adı geçen personelle görüşmeyi önerdim. Şurdan arıyorum, bu kişiyle görüşmek istiyorum dedikçe beni numara üstüne numaraya yönlendirdiler. Kimse belgede adı geçen kişiyi tanımıyor, Bizim şantiyeden haberi olan da çıkmıyor. Neyse son görüştüğüm yetkili, belgede yazanları detaylıca aktarmamı istedi. Bir gariplik olduğu ortadaydı. Konuşmanın sonunda İstanbul’dan kalkıp kuruma gelmeyi ve belgeyi görmek istediğini söyledi. Kabul ettik ve gerçek böylece ortaya çıkmış oldu. Meğer belge sahte olduğu gibi ekindeki kaynak röntgenleri de bizim şantiyeye ait değildi. Yetkilinin getirdiği cihazla incelediğimizde şaşkınlığımız daha da arttı. Çünkü röntgenler başka bir ildeki okulun doğalgaz tesisatına aitti.
Hepimiz büyük şok yaşadık bu sahtekarlık karşısında.
Tutanak tutuldu, taşeron firmaya dava açıldı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla taşeron yetkilisi ceza aldı ve hapse girdi. Yüklenici firma (müteahhit) bilgisi dışında olduğunu ifade edince ceza almadı. Biz ise hemen işi durdurduk. Şantiyede çivi çakılmadı. Kaynak röntgenlerini bu deneyimden sonra artık özel bir laboratuvarda yaptırmak istemiyordum. TSE (Türk Standartları Enstitüsü) ile görüştük. Ekip olarak geldiler ve röntgenler tekrar çekildi, gerekli görülen noktalarda güçlendirmeler yapıldı. TSE’nin uygundur raporunun ardından da işe devam onayı verdik ve şantiye çalışmaya yeniden başladı. Yapı, pek çok insanı hareket halindeyken aynı anda taşımak üzere tasarlanmıştı. Eğer halkın çıkarını korumaktan gelen dikkatimiz ve soru sorarak öğrenme refleksimiz olmasaydı deprem yaşanmadan bile neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.
Geleyim bu anıyı sizlerle neden paylaşmak istediğime;
Kaynak röntgenleri diye bir şey var!
Bildiğiniz gibi bugün günlerden 17 Ağustos. 99 Gölcük Depremi’nin yıl dönümü. 45 saniye içinde yerle bir olan yüz binden fazla binanın, bina yıkıntılarından yükselen sesimi duyan var mı haykırışlarının, açılan hendeklere battaniyelere sarılarak yan yana gömülen 18 binden fazla insanın, olası salgın riskine karşı kireçlenen enkazların, çadır kentlerdeki ekmek kuyruklarının hafızamıza kazındığı o büyük acının yıl dönümü. Klasik ifadeyle “ders çıkarmak” yerine neden aynı acıyı her depremde misliyle yaşıyoruz? Neden depremler hep felakete dönüşüyor? Neden saniyeler içinde on binlercemizi kaybediyoruz? Kader diyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Kaynak röntgenleri bize kader olmadığını anlatıyor.
Yapı tasarlamak ve inşa etmek teknik ve bilimsel bilgiye dayanır. Bu bilgi bize akıl verir, yol gösterir. O akılla standartlar oluşturulur. Standartlarına uygun üretilmeyen malzemeler yani kalitesiz malzemeler, standartlarına uygun inşa edilmeyen yapılar yani tekniğine göre denetlenmeyen yapılar, bilimsel verilere dayanmayan zemin etütleri yani uygun olmayan zemindeki yapılaşma yıkımın başlıca sebepleri olarak sayılabilir. Peki neden tekniğe ve bilime aykırı yapılaşma, kentleşme devam ediyor? Hatta nasıl devam edebiliyor? Kimse kaynak röntgenlerine bakmıyor mu?
Bizi öldüren deprem değil rant ve kâr odaklı politikalardır!
Çünkü halkın çıkarını değil sermayenin çıkarını merkeze alan bir düzen var. Düzenin devamlılığı için sermayenin serbest dolaşımı amaçlanıyor. Kent merkezlerine konuşlanan sermaye, merkezde yaşayan yoksulları kent dışına sürerek kentsel dönüşüm adı altında aslında kendine rantı yüksek yeni yerler açıyor. Fikirtepe hepimizin bildiği bir örnek. Serbest dolaşma hedefindeki sermaye bir şey daha istiyor; daha az maliyetle daha çok kar. Kaynak röntgenlerini çektirmeyip sahte bir uygunluk raporu düzenlemeyi daha karlı bulan şirket sahibi gibi. Ayrıca taşıyıcı sistemde kullanılan düşük kalite beton, nervürsüz, paslı, kullanılmış demir örneklerine Maraş Depremleri enkazlarında sıkça rastlamamızın sebebi de bu.
Emekten ve halktan yana yarınlar mücadelesi kesin çözüm olmakla birlikte içinde yaşadığımız koşullar itibariyle acil olan standartlarına uygun denetim. Denetimi düzenli ve doğru yapılan bir yapının sizi depremle gelen ölümden korumaması imkansız. Doğru zemin etüdü, doğru projelendirme, doğru malzeme, doğru denetim ve doğru imalat, Başka da bir sırrı yok bu işin. Dolayısıyla bizi öldüren deprem değil rant ve kar odaklı politikalardır cümlesini altını çizerek kurmak gerekiyor.
Peki 17 Ağustos’da yargı nasıl bir sınav verdi?
Gölcük Depremi’nde wikipedia.org verilerine göre “yıkılan ağır hasarlı konut sayısı 96.796, işyeri sayısı 15.939. Açılan toplam dava sayısı ise 2100. Bu davalardan 1800’ü cezasızlıkla sonuçlanırken kalan 300 dava ise 2007’de zaman aşımına uğramıştır. Ceza alan tek sanık ise müteahhit Veli Göçer. 18 yıl 9 ay ceza almış, 7,5 yıl sonra çıkan Rahşan Affı’ndan yararlanarak tahliye olmuştur.”
Çıplak gerçeği ve depremin merkezi Kocaeli’nde ilk 6 ayda tutuklu sanık kalmadığını öğrendiğimde hissettiğim dehşet ve öfkeyi eminim şu an sizler de iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Hapishaneler muhalif kimliği nedeniyle yıllardır haksızca tutsak edilenlerle dolu iken altı ay yatanlar salıverilmiş o dönemde. Oysa yerel yönetimlerden merkezi yönetimlere, müteahhitten yapı denetçisine kadar geniş bir kesim sorumluluğu oranında yargılama konusu olmalıydı. Ne alakası mı var? Malzeme denetimi, yapı denetimi vb. usül ve esaslarını belirleyen yönetmelikler, hangi alanların imara açılacağını belirleyen İmar Kanunu veya ihalelerin usül ve esaslarını belirleyen İhale Kanunu gibi yasalar ve ilgili tüm mevzuatlar yasama organı tarafından çıkarılıyor. İktidarlar yani yürütme tarafından İmar Afları çıkarılıp uygulanıyor. Dolayısıyla yasama, yürütme ve adaleti sağlamakla yükümlü yargı sürecin başından sonuna kadar sorumluluğu olan organlardır.
Aynı cezasızlıklara imza atılmasını önlemek toplumsal bir görev.
Son yaşadığımız Pazarcık ve Elbistan Depremlerindeki ölü sayısı resmi verilere göre 50.783 olarak açıklandı. Depremzede aileler hala adalet arıyor.
*Antakya Emlakbank Evleri’nde hayatını kaybeden 370 kişinin yakını (twitter @Emlkbnkkatliami),
*Hatay İlke Apartmanı’nda halen cenazesi bulunamayan 25 kayıp yakını (twitter @alizeugma2006),
*Kahramanmaraş Ezgi Apartmanı’nda hayatını kaybeden 36 kişinin yakını (twitter @ezgiapartman ve @nurgul22),
*Kahramanmaraş Ebrar Sitesi’nde hayatını kaybeden 1400 kişinin yakını (twitter @EbrarSitesi),
*Adıyaman İsias Otel’de hayatını kaybeden 67 kişinin yakını (twitter @sampiyon_melek)
Aileler sosyal medya hesaplarından seslerini duyurmaya çalışıyor. Tutuklu yargılanan müteahhitler, denetçiler, yapı sahipleri var elbette. Ancak tahliye olanların haberlerine denk geldikçe 99 Depremlerinde olduğu gibi ölülerimizin üstünün cezasızlıkla örtülmesinden endişe ediyorum. Gün geçtikçe, deprem haberleri gündemden düştükçe tahliyelerin artacak, aranan sanıkların bulunamayacak olmasından korkuyorum. Tam da bu nedenle unutmayalım. Bizim unutmamızdan cesaret alacaklardır.
Unutmayalım ki unutturmayalım. Adalet arayan depremzedelerin sesini paylaşalım, duyuralım, yazalım, duruşmalara gidelim, destek olalım, dayanışmada kalalım. Hem ölenler için adaletin yerini bulması hem de bir daha depremle ölümün yan yana gelmemesi için hayatın bizi birbirine bağlayan kaynak noktalarını sağlamlaştıralım.