Sadece bir takım elbise almak için mağazaya girmiştim. Mümkünse koyu lacivert tonlarında, çizgili olmayan, iki düğmeli, İtalyan kesim bir takım elbise. Bütçem ortalama seviyelerde, parmaklarımla takım elbise reyonunda askılarla piyano çalıyordum. Fiyatları yüksek bulduğunuzda askıları hızlıca ilerlettiğinizde Franz List ve Niccolo Paganini’den La Campanella çalar gibi bir görünüş olur. Askılıkta çok zaman geçirenler ne anlatmak istediğimi anlamışlardır. Karar veremez şekilde gezinirken tecrübeli bir satıcının dikkatini çekmiş olmalıyım ki etrafımda beni rahatsız etmeyecek mesafede izlendiğimi fark ettim.
Bir giyim mağazasında 3 tür satış personeliyle karşılaşırsınız. İlki “ilgisiz satışçıdır.” Soru sormanızı bekler. Sorduğunuz soruya cevap verir. Bazen reyonla kim ilgileniyor diye bakınır, bu müşteri mi çalışan mı diye emin olamazsınız ya, işte o kişi. Onu bulmak için aramanız gerekir. İkinci satış personeli türü “hevesli satışçıdır.” Batman gibi bir anda arkanızda belirir. Nasıl yardımcı olabileceğini sorar, sadece bakıyordum cevabını kabul etmez, ürünü anlatır, özelliklerini sıralar, ihtiyacınız olan/olmayan tüm veriyi arada fiyatın ne kadar uygun olduğunu da ekleyerek üzerinize boca eder. Ayrıca bu fiyatlar sadece bugünlük, aldınız aldınız diyen kişidir. Her yerde olduğundan bulmak zor olmayacaktır. Hep dibinizde olmaya çalışır. Üçüncü tür ise “bordo bereli satışçıdır.” Doğru mesafede doğru vücut diliyle bekler. Profilleme yapar. Göz göze geldiğinizde gülümser, sizin için burada olduğunu, yanınızda olduğunu, düşseniz tutacağını, sıcak bir dostluk, güvenilir bir omuz olacağını hissettirir. Sohbete “koyu renk takım size yakışır, iş insanı mısınız?” gibi şık bir soruyla başlar. Bodoslama ürünü anlatmaz. İhtiyacınızı, takım elbisenin sizin için ne ifade ettiğini, bütçenizi, o elbise içinde kendinizi nasıl hissedeceğinizi doğru sorular sorarak anlar. Satın alma sırasında karar vericinin siz olduğunu bildiğinden kendisindeki cevapların önemsizliğini bilir, önemli olan sizin cevaplarınızdır. Mağazaya girdiğinizde ilk temas sonrasında içinizden “yandık bu adam/kadın bizi buradan boş çıkarmaz” dediğiniz kişidir. Onu aramayın o sizi bulur.
Koyu renk takım elbise alımım sırasında bordo bereli bir satış yetkilisine denk gelmiştim. Az önce okumuş olduğunuz tüm davranış kalıplarının üzerimde uygulanmasını hayranlıkla izliyordum. Omuzlarınız geniş olduğu için dar kalıp seçimleri dikkatli yapmalıyız dedi mesela. Cümlenin ustalığı dikkatinizi çekmiştir. İçinde övgü, uyarı, bu işi ben biliyorum mesajı dahil her şey var. Bordo bereli satıcı içine giyeceğim gömlek, ayakkabı seçimi, kemer ve mendil kullanımı gibi yan ürünleri anlatarak onları da ustalıkla sepetime ekledi. Ama bitirici vuruş yani pastanın üzerindeki kirazı yerleştirmek ayakkabı için temizleme ürünü ve cüzdanı da paketin içine eklemesiydi. Ayakkabı çekeceği ve bir mendil hediye etmesi anlamadığım şekilde başarılı bir alışveriş yaptığım hissini uyandırmıştı bende. Resmen kazıklamıştım işletmeyi. Öyle hislerle çıktım mağazadan.
Başarılı alışverişler ve tüketimin sınırsızlığı sizi markalar arasında çapraz bir yolculuğa çıkarır. Tamamlanma hissi ile sözde eksiklerimizi yok etmeye çalışırız. Koyu renkli takım elbisem ve diğer ürünlerim o kadar güzeldi ki buna layık bir evrak çantam yoktu. Bu takım elbise bu evrak çantasını hak etmiyordu. Kendime yeni bir çanta aldım. Peki bu takım elbiseye uygun bir kabanım var mıydı? Tabii ki hayır. Kaban alınca deri bir eldiven bu takım için feda olmasın mıydı? Tabii ki evet. Bu aldıklarımla salınırken eski güneş gözlüğüm bizlerle bütünlük içinde olabilecek miydi? Sanmıyorum. Velhasıl koyu mavi takım elbise satın alma yolculuğum takım elbise kavramının birincil temas noktalarında tüm parçaları yenilememle sonuçlandı. Takım elbiseme uygun bir ofis masası, şık bir masa lambası, dilsiz uşak, takım elbisemin rahat yolculuk yapabileceği yeni bir araba gibi satın alma istekleri rasyonel düşünce yapımın geri gelmesiyle son buldu. Tüketimin gerçekten bir sınırı yoktu.
E-Ticaret platformlarında gezinirken bazı satın alma davranışları gösteririz. Satın alma kararımızın yanlışlığı alımı gerçekleştirdikten çok sonra “ben bunu neden almıştım ki?” sorusuyla karşılaştığımızda anlaşılır. Evlerimizdeki bazalarımızın içleri hep bu kararlarla doludur. Ayrıca alışverişlerde sadece fiziksel ihtiyaçlarımızı değil ruhsal ihtiyaçlarımızı karşılarız. Bugün bize saçma gelen satın almalar geçmişte bir ihtiyacımızın yansımasıdır. Okumak için aldığımız ama kapağını açmadığımız kitaplar buna örnek olarak gösterilebilir. Yabancı dil öğrenmek için aldığımız kelime kartları, bir hevesle yaparız diye aldığımız quilling setleri, yeter artık benim de spor yapmam, plaj vücuduna sahip olmam gerekiyor diyerek yaptığımız spor salonu üyelikleri yine ruhsal ihtiyaçlarımızın karşılanması için verdiğimiz satın alma kararları. Duvara yapışan örümcek adam oyuncağının hangi ihtiyacımıza cevap verdiğini bulabileceğimi sanmıyorum.
5 Ekim 1713 yılında doğan Aydınlanma Çağının en önemli isimlerinden biri olan, yazdıkları ve felsefesi ile Fransız Devrimi’ne zemin hazırlamış ve 31 Temmuz 1784 tarihinde vefat eden yazar ve filozof Denis Diderot yukarıda bahsettiğim tüketim çılgınlığını 18.yüzyılda fark etmiştir. Denis Diderot kariyeri süresince çevresinin takdirini kazanırken başarısıyla doğru orantılı şekilde büyük bir borç batağına düşmüştür. Rus İmparatoriçesi Büyük Catherine borç batağındaki Diderot’u kurtarabilmek amacıyla Diderot’nun kütüphanesini önce satın almış sonrasında kendisine tekrar hediye etmiştir. Üstelik İmparatoriçe Diderot’u kütüphaneci olarak işe alıp 25 yıllık maaşını peşin vermiş ve yazarı borç batağından kurtarmıştır. Bir anda hatırı sayılır bir servete sahip olan Diderot yaşamış olduğu tüketim çılgınlığını 1769’da yazdığı “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eserde anlatır. Esere göre Diderot uzun zamandır almak istediği kırmızı sabahlığı satın almış, sabahlığı giyince çalışma masası, halısı ve etrafındaki her şeyi yenileyerek tekrar borç batağına düşmüştür. Yazar-filozof bu durumu şu sözcüklerle ifade eder; eski sabahlığımın efendisi iken yeni sabahlığımın kölesi oldum.
Denis Diderot’un satın alma eylemlerimizde anlık kararlar almamız ve tüketimin cazibesini anlattığı eser 1988 yılında Antropolog ve tüketim davranışları uzmanını Grant McCraken tarafından literatüre “Diderot Etkisi” olarak kazandırılmıştır. Tüketici davranışlarının bütünselliğe ulaşma dürtüsünü açıklayan etki satın alma eyleminin salt ihtiyaçtan kaynaklanmadığını, her satın alma kararının içinde farklı anlam yüklemelerin olabileceğini de anlatır. Bir alışverişin başka bir alışverişe zemin hazırlaması, bütünsellik çerçevesinden bakıldığında tüketimin bir anda hangi boyutlara evirilebileceğini de göstermekte. Ancak tüm bu tüketici davranışları tespitlerinde duvara yapışan örümcek adam oyuncağını satın alma motivasyonumuzu hala anlamıyorum. Umarım duvara yapışan örümcek adam lobisini kızdırmam.
Kaynak:Tüketim Çılğınlığı ve Diderot Etkisi