Amerikalı yazar Richard Bach’ın uluslararası en çok satan öyküsüdür Martı Jonathan Livingston. Kaç kez okumuşumdur bilmiyorum. Çok severim hikayesini. Her okuduğumda ayrı bir ders verir sanki o küçücük kitap. Küçük ama içinde devasa anlamlar taşıyan sihirli bir küre. Alman mimar ve tasarımcı Mies van der Rohe’nin mesleğimde de şiar edindiğim bir sözünü hatırlatır. “Less is more.” Yani “Az çoktur.” Az ile çoğu anlatabilen eserlere sanatın her dalında hayranlık duymuşumdur Ayrıca hayatın bana en keskin soruları sorduğu dönemlerde cevaplarımı veren kitaplardan biridir. Biçim kadar içeriği ile de yeri ayrıdır bende.
Martı Jonathan
Yazarı bizleri martı metaforu ile değişmez sanılanın sınırlarını aşmaya, sorular sorarak özgürleşmeye davet eder. Öykünün başkahramanı Martı Jonathan tüm zorluklarına rağmen “düşüncelerinin zincirlerinden kurtularak” uçmayı öğrenir. Kanatlarının farkına varmaları için diğer martılara da şöyle seslenir bir yerde; “Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmaktan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!”
Sadece karın doyurmak için yaşamayı reddeden Jonathan, uçmayı martıların en doğal hakkı olarak görür. Teknelerden atılacak birkaç parça ekmeği ya da balıkçıların ağlarından kalanları kapmak için havada dönüp dolaşmak özgür hissettirmez ona. O en yüksek hızla, en yükseğe uçmak istemektedir. Sürüden atılsa da yalnız kalsa da otoriteye boyun eğmez. Merak eder, dener, düşer, canı yanar, kalkıp tekrar dener ve gökyüzünün enginliklerini keşfeder. Çünkü ““En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir.”
İçimizdeki Jonathan’lara
Yazar kitaba “İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan’lara…” notuyla başlar. Sahi içimizde yaşayan Jonathan’lar, “alışılmışın ilerisinde olanlar” yok mu? Balıkçı teknelerinin etrafında dönüp durmak yerine en yükseğe uçmak isteyenler, alışılmışı bozdukları için sürüden atılanlar, bedel ödeyenler olmadı mı bu ülkede? Tek başına kalsa da doğru bildiği yoldan yürüyenlerin adları verilmedi mi doğan çocuklara? Özgürleşmek uğruna uçmaktan korkmayanlar hep var oldu, dünya döndükçe de var olmaya devam edecekler yeryüzünde.
Bugün Onlardan biriyle Reportare için yaptığım röportajı paylaşacağım sizlerle. Martının adı Engin Karataş. KHK ile çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden atıldıktan sonra Bodrum’da tek başına direnen bir Jonathan. On binlercemizin arasından uçmayı deneyenlerden biri aynı zamanda. Doktor Yasemin Demirci ve kendisini konu eden belgesel film Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden çıkarıldı. Yaşadıkları sansür sürecini öncesi ve sonrasıyla değerlendirmeye çalıştık. Sözü, Engin Öğretmen’e namıdiğer Nehir Balıkçısı’na bırakıyorum.
Kısa Bir Söyleşi
Alev: Kamuoyu sizi KHK ile işinizden atıldıktan sonra Bodrum’da yürüttüğünüz mücadeleniz ile tanıyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yönetmen Necla Demirci’nin belsegel filmi Kanun Hükmü’nün festivalden çıkarılması ile mücadeleniz tekrar gündemdeki yerini aldı. Sizi bir kez de sizden dinlemek isteriz. Engin Karataş kimdir diye sorsak kendinize dair söyleyecekleriniz neler olur?
Engin Öğretmen: Çocuklarla oyun oynamayı severdim. Lisedeyken altı-yedi yaşındaki mahalle çocukları toplanır, bizim eve gelip beni oynamaya çağırırdı. Öğrencilerimle birlikteyken akış yaşardım. (Başka hiçbir şeyi görmeyip sadece ilgilenilen alana dalmak.) Öğretmen olmasaydım başka bir memurluk yapmazdım. KHK ile atıldıktan sonra okuluma gidip üç gün daha görevime devam ettim. Hatta müdüre bir dilekçe verip hizmetli olarak iş başvurusu yaptım. Kabul edilmeyince okulumun önünde protesto gösterilerine başladım. Fakat daha önce hiç gözaltına alınmamıştım. Yüksel’de direnen Nuriye ve Acun’u sosyal medyadan görüp güç aldım. Çok renkli ve naif bir protestoya başladım. Sonrasında öğrencilerimin ve halkımızın desteğini aldım. Protestolarım, kardeşi de ihraç edilen yönetmen Nejla Demirci tarafından filme alındı.
Alev: KHK ile işinizden atılmanızın ardından Bodrum’da tek başınıza sürdürdüğünüz bir direnişe imza attınız. Ülkemiz kamu emekçileri mücadele tarihine notunu düşen eylemleriyle hafızamıza kazınan Engin Öğretmen neden direndi, nasıl direndi, direnirken neler yaşadı?
Engin Öğretmen: Direnmeyi bilmeyen bir ilkokul öğretmeni gibi direndim. Çok duygusal, komik ve hüzünlü. Direnmek öğretmenliğime devam ettiğimi hissettiriyordu. Ruh sağlığıma iyi geliyordu. Ayrıca yeterince duyurursam hukuksuzluğun biteceğini düşündüm. Fakat bitmedi. Yeterince duyuramadım, belki de duyurdum da değişim istediğim hızda olmadı.
Alev; Altın Portakal Film Festivali’nde ilk aşamayı geçen Kanun Hükmü Belgeseli gösterimden kaldırıldı. Yönetmen Necla Demirci’nin filmi festival öncesinde de baskılara maruz kalmıştı. Bize filmin içeriğinden, çekim aşamasında ve sonrasında yaşadığı süreçlerden bahsedebilir misiniz?
Engin Öğretmen: Film, Doktor Yasemin ve Öğretmen Engin’in KHK ile ihraç edildikten sonraki hayat mücadelesini konu ediniyor. Protestolarımı çeken film ekibini de defalarca engellediler, gözaltına aldılar. Yönetmen Nejla, büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Ekibi de zorluklara dayandı. Çekimler üç yıl sürdü.
Alev: Altın Portakal Film Festivali yönetiminin Kanun Hükmü filmine uyguladığı sansürün ardından hem toplumsal muhalefet hem jüri üyelerinin önemli bir kısmı dayanışma göstererek sansüre karşı sizlerin yanında tavır aldı. Jüri üyeleri filminiz gösterime alınana kadar görevlerini yapmayacaklarını açıkladı. Uzun ve kısa metraj film yönetmenleri filmlerini festivalden çekme kararı aldı. Sansüre karşı gösterilen dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dayanışmayı büyütmek adına çağrıda bulunmak için eklemek istedikleriniz var mı?
Engin Öğretmen: Filmi elli kadar film arasından festivale seçen ön jüri üyelerini ve sansüre karşı duran jüri heyetini, diğer filmlerin ekiplerini sansüre karşı duruşları için tebrik ediyorum. Tebrik ediyorum. Çünkü bu baskı ortamında bu duruşu sergilemek unutulmayacak örnek bir davranıştır. Çok mutlu oldum. Sanatçıların sansüre karşı çıkışını ve filmi gündemde tutabiliriz.
Alev: KHK’ların üzerinden 7 yıl geçti. Aileleri ile birlikte milyonlarca insanı etkileyen adaletsizlik hala devam ediyor. Hastalanarak ölenler, ölümünden sonra iade edilenler, intihar edenler, geçinmek için bilmedikleri iş alanlarında çalışırken iş cinayetine kurban edilenler oldu. Hukuksuzluğun sona ermesi adına son sözlerinizi alabilir miyiz?
Engin Öğretmen: “Küçük bir grubun gürlemesindense büyük bir grubun fısıldaması yeğdir.”EnginKarataş???? Biz adaletsizliklere direnen küçük bir gruptuk. Çok gürledik ama en azından tüm ülkemize duyurduk. Şimdi çoğunluk fısıldaşıyor. Fısıltı, hukuku çiğneyenlerin kulağında davul gibi patlıyor.
Son Söz Yerine
Öğretmen Engin Karataş’a teşekkür ediyorum. Sadece röportaj için değil bizlere öğrettikleri için de. Onu hep sevdim ve saygı duydum. Cesaretini yüreğindeki iyilik ve sevgiden alan nadir insanlardan. Onunla ağız dolusu gülmek de omuz omuza direnmek de çok kıymetliydi. Ömür denen döngünün bir diliminde kendisine rastlamış ve tanıma fırsatı yakalamış olmaktan dolayı hayata da teşekkür ediyorum.
Ve son sözü Martı Jonathan Livingston’un yazarına bırakıyorum. Richard Bach’ın kitaptaki son sözü (ya da son sorusu mu demeliyim bilemedim) şöyle; “Otorite ve merasimlerle çevrili yirmi birinci yüzyılda özgürlük boğulmak isteniyor. Görmüyor musun? Dünyanız güvenli hale getirilmek isteniyor, özgür değil!”….Acaba biz dünyadaki özgürlüğün bitişini izleyen martılar mıydık? “