İletişimde jest ve mimiklerin sözler kadar, hatta bazen sözlerden çok daha fazla etkisi olduğunu biliyoruz. Yüzün ve vücudun aldığı şekil, çeşitli işaretler, anlamlı/anlamsız ifadeler de iletişime dahil. Bu konuda en etkili araçlardan biri gülmek. Bir yandan bulaşıcı olmasıyla gülüşenler arasında birlik hissi yaratması, diğer taraftan insan sağlığına olumlu etkileri gülmeyi iletişimin en eğlenceli ve faydalı araçlarından biri hâline getiriyor. Gülmek biz insanlara sadece yakışmakla kalmıyor, üstüne bir de iyi geliyor. Gülmek dedikten sonra mizahtan bahsetmemek olmaz tabii. Kısaca “doğrudan güldürme amaçlı dilsel üretim” olarak tanımlayabileceğimiz mizah (Tabii iyisi var, kötüsü var ama…) da doğal olarak insanlara iyi geliyor. Sorun şu ki bu iyi gelme hâli bir çeşit uyuşturucuya dönüşüp gerçeklikten kaçmanın, gerçek hayatla yüzleşmekten imtina etmenin bir yoluna da dönüşebiliyor. Gülme sırasında salgılanan ve ağrı kesme konusunda morfinden 30 kat daha etkili endorfin hormonuna boşuna mutluluk hormonu denmiyor.
İnsanlar endorfin ihtiyaçlarının bir kısmını, yaygınlaşan ve artık yeri ve önemi tartışılmaz hâle gelen sosyal medya mecralarından karşılamaya başladı. Facebook kullanıcısı değilim, oradaki durumdan bihaber olduğum için yorum yapamıyorum. Instagram, çoğunlukla donuk hâldeki görselliğin anlatım aracı olarak kullanımasıyla mizahın sınırlı alan bulabildiği bir mecra gibi görünüyor bana. Hâlihazırda sosyal medya mizahına Twitter ve TikTok liderlik ediyor desem yanlış bir laf etmiş olmam sanırım. Twitter gibi siyasisinden bilim insanına, bürokratından sanatçısına, işçisinden işsizine herkesi çeken bir mecra değil TikTok, dolayısıyla kapsayıcılık bakımından onu da bir kenara ayırıp Twitter’la baş başa kalacağımız yere gelmiş oluyoruz. Şahsen, hem gündemi takip ettiğim hem “goygoy” yaptığım hem komikli kedi videosu kovaladığım ve hem de arkadaşlarımla sohbet ettiğim mecra Twitter olduğu için en iyi orayı biliyorum diyebilirim.
2013 bahar/yazında yaşanan ve neredeyse tüm ülkeye yayılan Gezi Parkı Direnişi sırasında Twitter kullanıcı kitlesini hızlı bir şekilde arttırdı. O günlerde göstericiler için adeta sanal bir karargâh ve haberleşme ağı işlevi üstlenen Twitter, bir yandan da şaka makinesine evrildi. “Orantısız zeka” ile başlayan Twitter mizahı ondan sonra da hiç hız kesmeden yoluna devam edip bugünlere kadar geldi. 80 ve 90’ların mizah dergiciliğinin ölmediyse bile epeyce kan kaybettiği bir dönemde Twitter’ın özellikle gençler arasında bu kadar popüler olmasını mizah ihtiyacına bağlamak da mümkün. Sadece gençler ve diğer sıradan faniler dahil olmadı bu furyaya, bir süre sonra siyasiler de Twitter mizahşörlüğüne el attı ve hatta son dönemlerde el yükseltti de diyebiliriz. İşte burada sıkıntılı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Mizah toplumsal hareketlerde itici bir güç olarak kullanılabileceği gibi siyasal iletişimin bir ögesi de olabilir, bunda hiçbir beis yok; yeter ki ortada etkin hareket ve siyaset de olsun. Toplumsal hareket ve siyaset yapmak mizaha indirgendiğinde, mizahın kendisi siyaset yapmak olarak düşünüldüğünde hem mizaha taşıyamayacağı bir yük bindirilmiş hem de siyasetin içi boşaltılmış olur. Siyasete acımasam bile mizah için üzülürüm bu durumda.
1 Mart 2021 Pazartesi günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Koronavirüs ile Mücadelede Kontrollü Normalleşme Süreci ile ilgili açıklamasından sonra siyasilerden, özellikle de muhalif siyasilerden gelen ilk tepkiler mizah-siyaset ilişkisini yeniden düşünmemiz gerektiğini gösteriyor zannımca. Daha önce yine koronovirüs salgınından kaynaklanan çeşitli sorunlar, ekonomi bakanının ani istifası, Türkiye’nin uzay yolculuğunun ilanı gibi başka birçok siyasi ve toplumsal gelişme sonrasında yaşananların en hayati ve ciddi kısımları hakkında en azından derli toplu bir eleştiri yapması, cevap alıp alamayacağını önemsemeden iktidara sorular sorması ve bu gelişmelerin sebepleri ve olası sonuçları hakkında halka bilgi vermesi gereken muhalif siyasetçilerin Twitter’da tabiri caizse goygoy yapmakla iktifa ettiklerine şahit olduk maalesef.
Asık suratlı, espriden anlamayan ya da espri kaldıramayan insanlardan hiç hazzetmem, niyetim de “Siyasetçiler ciddi olsun, şaka maka yapmasınlar!” demek değil zaten. Siyasetçiler şaka yapmasın demiyorum, hobi olarak yine yapsınlar; ama öncelikle asli vazifeleri olan siyaseti ihmal etmesinler. Şu andan bakınca pek de parlak görünmeyen gelecekte doya doya gülebilmemizin yegâne yolu espri değil de siyaset üretebilmekten geçiyor çünkü. Yoksa bu gidişle gerçekten, sözün tam anlamıyla gül gül öleceğiz.