“İyi değilim”
“Nasıl iyi olalım”
“Bildiğin gibi işte”
“Nasıl olsun?”
Birkaç vakit var ki kime nasıl olduğunu sorsanız yukarıdakilere benzer yanıtları alıyorsunuz değil mi? Ve bu yanıtlara hiç şaşırmıyorsunuz. Hatta biri iyi olduğunu söylerse şaşırıyor; “Gerçekten mi?” diye üsteliyorsunuz. Biri iyi ve mutlu olduğunu söylemesi kulağa da akla da tuhaf geliyor. İyi ve mutlu olsak bile söyleme utanıyoruz…
Mutsuz olmak için gerekli bütün imkânlara sahibiz. Çoğumuz faturalarını ödemekte zorlanıyoruz, hemen hepimiz bırakın daha iyi koşullarda olmayı bundan bir yıl önceki koşullarımıza bile sahip değiliz. Yedisinden yetmişine “Yarın” kaygısı karabasan halinde… 10 yaşındaki bir çocuk bile gelecek kaygısı yaşıyor. Okuduğumuz her yeni haber moralimizi biraz daha bozuyor. Dinlediğimiz her insan kaygımızı biraz daha çoğaltıyor.
Bir yandan mutsuz olmak, mutsuz olduğunu söylemek, mutsuz görünmek muhalif olmanın birinci şartı haline geldi. Hani azıcık gülümsesek, azıcık dişlerimiz görünce muhalifliğimize halel gelecek gibi geliyor. Sanki gülümseyecek olsak hiçbir şeye itirazımız yokmuş gibi. Ve galiba biraz da bu şikâyetlenme halini sevdik. Çünkü bir şey yapmayı gerektirmiyor. Dost sohbetlerinde söyleniyor olmak, sosyal medyada birkaç paylaşım yapmak kızgınlığımızı biraz olsun gideriyor. Azıcık ferahlıyoruz. Ve bu da bize yetiyor. En azından şimdilik… Tehlikeli yanı mutsuzluktan beslenir olduk… Mutsuz olmak bazen bize mutlu olmak kadar iyi geliyor. Abarttığımı düşünenler itiraz edenler olacak biliyorum.
Bu kadar dert varken insan nasıl gülümseyebilir ki? Bu kadar acı varken nasıl ağız dolusu kahkaha atabilir? Bunca çile varken nasıl kaygısını erteleyebilir? Bu kadar sorun, tasa varken nasıl mutlu olunur? Olunur mu? Evet, her şeyden önce kendinden vazgeçmemesi gerektiği için… Nasıl sürekli mutlu, mesut taklidi yapmak sağlıklı değilse sürekli tasa, keder, olumsuzluklar üzerine konuşmak düşünmek ve böyle yaşamak, yaşamaya çalışmak ya da yaşar gibi görünmek sağlıklı değil.
Çok acı var biliyorum. Çok yoksulluk ve yoksunluk var. Daha önce de yazmıştım bunlar daha iyi günlerimiz. Daha kötülerini de yaşayacağız. Ve ilk yaşayanlar kesinlikle biz olmayacağız. İnsanlık tarihi boyunca binlerce kıyım, katliam, yokluk yaşandı. Yaşanmaya devam edecek. Bizim eskisinden daha kötü şartlarda yaşıyor olmamız bizden çok daha kötü şartlarda yaşayanlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Unutmamamız, atlamamamız gereken bir şey daha var. Doğduğumuz günden başlamak üzere pek çoğumuza gül bahçesi sunulmadı. İstediğimizi, ihtiyacımız olanı önce ağlayarak, sonra isteyerek, çabalayarak aldık. Çoğunda sahip olmak istediğimiz pek çok şeye sahip olamadık. Ya paramız yetmedi ya imkânlarımız ya da ufkumuz. Buna mutluluk ta dâhil…
Uzun lafın kısası şikâyet ettiğimiz pek çok şeyin değişmiyor oluşu yine bizden sebep. Değişme ihtimali de öyle. Değişecekse bir şeyler bizim sayemizde olacak. Bizim inadımız, bizim yanyana oluşumuz bizim kavgamızla…
İklim değişip Akdeniz olmayacak. Ama gülümsediğimizde bulutlar bir anlık bile olsa hakikaten gidiyor. Dostlarınızın omzuna başını koyduğunuzda içinize bir ferahlık geliyor mesela. Sevdiklerinizle kucaklaştığınızda kederiniz bir parça dağılıyor. İhtimalleri düşündüğünüzde içiniz ısınıyor. Uğraş verdiğinizde güçlü hissediyorsunuz, yanyana olduğunuzda kalabalık… Paylaştığınızda daha tok… Çünkü gülümsemek ve iyi kalmak “rağmen”dir… Her şeye rağmen hayata tutunma inadıdır. Bilirim çok da zordur. Fakat muazzam bir kararlılık, şahane bir dikliktir… Hangi iklim, hangi iktidar bizi mutsuz etmek için çabalarsa çabalasın bizim bu inada sarılmaktan başka çaremiz yok.
İklimin asık suratla, sonu gelmez çekişmeler, ayak oyunlarıyla ve bıyıklılar tarafından değişeceğini sananlar yanılıyor. Size söz veriyorum; iklim kadınlarla, gençlerle, neşeli kahkahalarla, gülen gözlerle değişecek. Çok acı çekeceğiz belki çok öleceğiz ama adım gibi biliyorum dünya ancak böyle değişebilir.
“Başka bir dünya” surat asarak mümkün olmayacak. Çatık kaşlarımızla konuştuğumuz hiçbir insanı başka bir dünyanın mümkünlüğüne inandıramayız. Eğer gözlerinizde umut, neşe, inanç, sokakta oynayan yaramaz çocuk yoksa iklimin değişmesi sadece bir şiir dizesidir.
Gülümseyin Akdeniz olmayacak ama bulutlar gidecek. Bir anlık bile olsa…
Gülüşünüzden, gözlerinizdeki haşarı çocuktan öperim…
Kargo:
Buraya bir kitap bırakıyorum Suat Derviş’ten “Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır”. Bir dokuma fabrikasında sömürülen, bütün hakları gasp edilmiş bir avuç insanın hayatı anlatılıyor.
Buraya bir şarkı koyuyorum Vedat Yıldırım ve Cansun Küçüktürk, “8.10 Vapuru’nu söylüyor. Cemal Süreyya “Sesinde ne var biliyor musun/ Bir bahçenin ortası var” diyor.
Kapak Görseli: Li Yang/Unsplash