Son dönemlerde Ortadoğu yeniden sıcak bir çatışmanın içine sürüklenmiş durumda; İsrail Gazze’yi ve Lübnan’ı bombalıyor, İsrail’e yönelik Lübnan ve Filistin’den füzeler atılıyor, İran misilleme saldırılarıyla Erbil’i, Pakistan’ı ve Suriye’nin Kuzeydoğusunu vuruyor, Pakistan misilleme olarak İran’ın sınır bölgesini vuruyor, Türkiye Irak’ın Kuzeyini ve Suriye’yi bombalıyor, İran’a bağlı Yemen’deki Husiler bölgede saldırılar düzenliyor, İran’a bağlı Şii paramiliter milis güçler Suriye’de ve Irak’ta ABD üslerine saldırılar düzenliyor, ABD ve İngiltere Yemen’de Husileri bombalıyor!
Görüleceği üzere Ortadoğu’nun her yerindeki farklı cephelerde yürüyen bir savaş iklimi var ve durum gün geçtikçe ağırlaşıyor. Tansiyonun daha da yükselmesi şüphesiz 7 Ekim 2023’ten itibaren başlayan Gazze-İsrail savaşıyla birlikte başladı; sonrasında ise bölgeyi suikastlar, bombalamalar ve terör saldırıları kademeli olarak esir almış durumda. Ateşin harlanması ise 3 Ocak günü İran’ın Kirman şehrinde Kasım Süleymani’nin 4. ölüm yıldönümü anmalarında mezarına yakın mesafede patlatılan iki bombanın yüzlerce ölü ve yaralıya sebep olması ve IŞİD’in Horasan kolunun eylemi üstlenerek denkleme girmesiyle oldu.
İran makamları ilk andan itibaren “olağan şüpheli” olarak MOSSAD ve CIA’yı, dolayısıyla İsrail ve ABD’yi saldırının arka planında olmakla suçladı ve sert yanıtlar verileceğini söyledi. İran’ın cevabı gecikmedi; İran Devrim Muhafızları Ordusu Suriye’nin Kuzeydoğusu İdlib’te bulunan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve Türkistan İslam Partisi’nin hedeflerini balistik füzelerle vurdu. Ardından Irak Kürdistanı’nda Erbil’de bulunan ve İran’ın “casus karargâhı” ve “İran karşıtı terörist grupların toplandığı yer” olarak tanımladığı hedefler balistik füzelerle vuruldu.
İran Devrim Muhafızları Ordusu Erbil’de Falcon Grubu’nun sahibi Peşrew Dizayi’nin ve istihbaratçı Süleyman Emin Nadir’in evleri “MOSSAD ile işbirliği içinde İran’a karşı terör saldırıları organize ettikleri ve finans sağladıkları” iddiasıyla füzelerle vurdu ve saldırıda Dizayi’nin 1 yaşındaki kızı dâhil pek çok kişi öldü ve yaralandı. ABD Konsolosluğu’nun yakınındaki bölgelere de “MOSSAD’ın casusluk merkezleri” iddiasıyla saldırılar düzenlendi. Irak Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Irak hükümeti, İran’ın tutumunu Irak halkına ve bölgesel güvenliğe yönelik bir saldırı olarak değerlendiriyor. Irak Hükümeti bu saldırılara karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne şikâyet de dâhil olmak üzere her türlü yasal işlemi başlatacak” ifadelerine yer verildi. Açıklamaya göre Irak Başbakanı Şiya Sudani, saldırıyı araştırmak için Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı başkanlığında bir soruşturma komitesi kurulması talimatı verdi.
Salı günü ise İran, Pakistan’da ayrılıkçı Sünni militan grup Ceyş ul-Adl’a ait olduğunu iddia ettiği bazı hedefleri vurdu. Pakistan Başbakanı Enver Ül-Hak Kakar, İsviçre’nin Davos kentinde İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian ile görüştü ve saldırı, bu görüşmeden birkaç saat sonra gerçekleşti. Bunun üzerine Pakistan, İran’la sınır geçişlerini kapatarak Tahran Büyükelçisini geri çağırdı ve o anda Tahran’da bulunan İran’ın İslamabad Büyükelçisi’nin Pakistan’a girişini yasaklayarak İran’la yapılacak tüm görüşmeleri askıya aldı. İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian, İran’ın Pakistan’a saldırısı sonrasında “İran füzelerinin hedefi dost ve kardeş ülke Pakistan’ın vatandaşlarına yönelik değildi, biz Pakistan’daki İranlı teröristleri hedef aldık. Pakistan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygılıyız” dedi.
Ardından Çarşamba günü Pakistan, İran’ın Sistan-Belucistan ilinin 50 kilometre kadar içindeki Saravan bölgesinde “terör hedefleri” olarak nitelediği hedeflere misilleme olarak füze saldırısı düzenledi. Pakistan Cumhurbaşkanı Arif Alevi, “Terörizm ortak bir sorundur ve bununla başa çıkmak için bölgede ve dünyada kolektif işbirliği gerekmektedir. Topraklarımızı savunmak için her türlü tedbiri alırız. Pakistan’ın İran ile köklü ve kardeşçe ilişkileri vardır, bu nedenle iki ülke sorunları çözmek için diplomatik kanalları kullanmalıdır.” açıklamasını yaptı.
İran ve Pakistan birbirlerinin topraklarına saldırıda bulunmuş olsalar da, şu an tarafların tutumu gözlendiğinde her iki ülkenin de “kontrollü gerginlik” politikası yürüttüğü ve tansiyonun daha fazla yükselmesinden taraf olmadıkları görünüyor. Pakistan, Hindistan’la yaşadığı derin sorunlardan dolayı genelde diğer komşularıyla gerilimin tırmanmasını tercih etmeyen bir ülke. Ancak İran’ın Hindistan’la ilişkilerini geliştirmeye çalışması, Pakistan’ın ise Suudi Arabistan’la geliştirdiği ilişkiler iki ülkeyi de rahatsız ediyor. Yani her iki ülkenin de birbirlerinin “düşmanıyla” giriştiği ilişkiler gerginliği tetikleyebiliyor.
İki ülke arasında 1000 kilometrelik ciddi bir sınır hattı var ve her iki ülke de bu hatta pek çok güvenlik sorunuyla uzun yıllardır karşı karşıya. Bölgedeki Sünni ve Şii mezhebi fay hatları ve bölgede etkin olan çeşitli silahlı etnik ve mezhebi ayrılıkçı grupların faaliyetleri her iki ülkeyi de yakından ilgilendiren, bazen yan yana getiren, bazen de karşı karşıya getiren önemli bir olgu.
Her iki ülkenin de birbirlerinin toprakları içinde siyasi, askeri, ekonomik, etnik, kültürel ve mezhebi olgular üzerinden hem oyun kurma hem de oyun bozma gücü var. Bundan dolayı her iki ülke de birbirlerine karşı gerilimin dozunu belirli ve kontrollü bir seviyede tutmayı ve direkt bir sıcak savaştan kaçınmayı tercih edebiliyorlar. Ayrıca sıcak savaş ihtimali düşünüldüğünde; her iki ülkenin de üzerinde bölgesel etkinliği ve engelleyici gücü olan Çin faktörünü göz ardı etmemek gerekiyor.
İran’ın komşularına yönelik son dönemde yaptığı misilleme saldırılarını özellikle de Mart 2024’te yapılacak olan genel seçimler de düşünüldüğünde kendi iç politik dengelerinden ayrı değerlendirmemek gerekiyor. İran, içeride derin bir yoksulluk ve ekonomik kriz içerisinde, devlet destekli çetelerin ve oligarkların her gün yaptıkları yeni bir astronomik yolsuzlukları ortaya çıkıyor; dolayısıyla rejim ekonomik temelli ciddi bir toplumsal baskıyla karşı karşıya ve ülkenin her noktasında irili ufaklı ekonomik temelli protestolar yaşanıyor. İran, uzun zamandır demokratik saiklerle yürütülen ve özgürlük talep edilen çok güçlü, yaygın, etnisite ve mezhepler üstü ciddi bir muhalif toplum kitlesinin protestolarıyla ve özgürlük talepli değişim ve dönüşüm süreciyle karşı karşıya.
Öte taraftan son yıllarda başta İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve İran nükleer programının başındaki isim Muhsin Fahrizade olmak üzere pek çok İranlı üst düzey komutanın ve devlet adamının hem İran içinde hem de diğer ülkelerde saldırılarla öldürülmesi, İran makamlarının “büyük intikam alacağız” söylemlerine rağmen sadece etkisiz ve göstermelik karşılıklar vermesi, İran’ın çok övündüğü bunca askeri ve istihbarat gücüne rağmen üst düzey suikastları ve bombalı terör saldırılarını önleyememesi, İran güvenlik güçlerinin içinde bulundukları istihbarat ve güvenlik zafiyeti gibi olgular İran rejim yanlısı radikal ve muhafazakâr toplum kesimlerinin tepkisini çekiyor ve rejim üzerindeki baskıyı arttırıyor.
İran, tüm vekil örgütleri üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşlarına rağmen bölgesel bir topyekûn sıcak savaşı arzulamıyor çünkü siyasi ve ekonomik olarak fazlasıyla kırılgan durumda. Bundan dolayı da yaptığı saldırılarda uluslararası arenada en kolay açıklayabileceği, daha kolay gerekçeler üretebileceği, daha kolay meşrulaştırabileceği, riskin ve maliyetin en düşük olabileceği ülkeler ve bölgeler seçiyor.
Öte taraftan; yıllardır seçime katılım oranlarının dramatik olarak düştüğü İran’da molla rejimi büyük bir meşruiyet krizi endişesiyle şu an ısrarla herkesin Mart 2024 genel seçimlerinde oy kullanması için yoğun bir propaganda yapıyor ve seçime katılmanın dini bir görev olduğunu öne sürüyor. Yani; İran rejiminin en azından kendi destekçisi olan radikal ve muhafazakar toplumsal kesimleri konsolide edip sandık başına getirmek için “minimum riskli” çeşitli misilleme saldırılarına ihtiyacı var. Son tahlilde; Ortadoğu’yu öngörebilmek imkânsız, bölge daha çok çatışmaya gebe gibi gözüküyor.