İsrail’in 11 Eylül’ü…

0
216

O cumartesi Yahudi alemi için bayram günüydü. “Simha Tora”, Kutsal Kitabın sene-i devriyesidir. Okunmasının bittiği ve yeniden başladığı gündür. Şarkıların söylendiği, neşeli, şenlikli bir bayramdır. Üzerine bir de Şabat olunca, 7 Ekim daha da anlamlı, özel olarak karşılanan bir gün oluvermişti.

Bir gün öncesi, elli yıl önceki Yom Kippur Savaşının yıl dönümüydü. Arap ordularının üç bir yandan İsrail’e saldırdığı o günü çok net anımsıyorum. Oruç açmak için sofraya oturmaya hazırlanıyorduk ki radyodan haberleri duymuştuk. Henüz ortaokulda, sanırım altıncı sınıftaydım. Şaşırmış, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Etrafımdakilerin üzüntülü bakışları beni etkilemişti ama çok da anlam verememiştim olup bitene.

O gün İsrail’e saldıran ülkelerden ikisi, Mısır ile Ürdün daha sonra İsrail ile barış imzaladılar. Onu resmen tanıdılar. Barışın üzerinden geçen onca yıla ve olup bitene rağmen, ilişkiler hala devam ediyor. Hatta üzerine 2019 yılında imzalanan İbrahim Anlaşmaları eklendi. BAE ve Bahreyn sonrasında da Fas, İsrail ile bir araya geldiler. İsrail, bazıları İslam ülkesi olan Afrika ülkeleri ile dirsek temasına başladı. Son son Suudi Arabistan ile de birbirini tanımanın eşiğine gelmişlerdi. Olmadı. En azından şimdilik olmadı. O cumartesi sabahı tetiği çeken, insanları kaçıran, çocuklara yaptıkları ekranlara yansıdığında kan donduran görüntülerin failleri, buna izin vermedikleri gibi, Ortadoğu’da hayatı da durdurdular. Dünyayı cevapları kolay kolay bulunmayacak derin ikilemlerin içine sürüklediler.

7 Ekim 2023, çoğu kişiye göre, İsrail’in 11 Eylül’ü olarak kayıtlara geçecek. Holokost’tan sonra bir gün içinde en fazla Yahudi’nin öldürüldüğü gün olarak da Yahudi halkının kolektif hafızasında silinmeyecek şekilde yerini alacak. Kara bir gün. Düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir sürecin sonunda gerçekleşen bir kabus.

Zamanlama tabii ki önemli: Şöyle ki, son seçimlerden ve Netanyahu’nun ülkenin şu ana dek en sağcı meclisi içinden çıkarttığı en sağcı hükümete yola çıkmasından sonra, her hafta sonu sokak ve meydanlara dökülen on binlerce insanın gösterileri ardında kaybolan bir siyasi iktidar; yargı erkinin  nasıl kullanılacağı konusunda bir türlü anlaşamayan bir sistemin getirdiği zafiyet. Oysa, İsrail devlet olarak tarih sahnesine çıktığından bu yana zafiyetin ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetti. Her an, güvenliğin ne denli önemli olduğunu yaşadı. Bu anlamda oluşan vakum o denli şok edici, o denli isyan ettiriciydi ki, üzerine komplo teorileri üretenler hemen borazanı aldılar ellerine: “Mossad, katliamı Hamas’a sipariş etti” diyenler mi istersiniz, “Netanyahu darbe yaptı” diyenler mi?

***

Çin, bir süredir, G7 ülkelerinin aldıkları ve enerji transferinde önerdiği güzergahın aksine, Hindistan – Arap yarımadası – Doğu Akdeniz – Yunanistan üzerinden Almanya’ya uzanan alternatif hattın devreye sokulması konusundan rahatsızlık duyuyordu. İran da öyle! Hatta konu Türkiye’de de sıkıntı yaratmış, Ankara’nın devre dışı bırakılması en hafif tabiri ile hoş karşılanmamıştı. Gerçi, Türkiye o anlarda kuzeydoğu Suriye’yi öncelediği için konu gündemde hak ettiği yeri bulmamıştı.

Üzerine Suudi – İsrail görüşmelerinin doğru yönde ilerlediği haberleri yayılmaya başladı. Oysa, çok değil, birkaç ay önce Pekin’in brokerliğinde Riyad ve Tahran’ın düşman kardeşleri anlaşmaya çok yakındılar. Hatta bazı imzalar da atıldı, yanlış hatırlamıyorsam! İbrahim Anlaşmalarından, Riyad ile Kudüs’ün görüşmelerinden rahatsızlık duyanlar için oyunu bozmanın yolu, Hamas’ın “kiralık katili” oynayacağı bir senaryo üretmekti. Yoksa Filistin halkının barışa, refaha, güzelliklere olan ihtiyacını dikkate alan yoktu. Mantıklı mı? En azından çok mantıksız değil!

Hamas, son yıllarda zaman zaman İsrail’e roket attı. Her defasında da İsrail Gazze’yi bombaladı. Her defasında sivil ölümler oldu çünkü füze rampaları halkın yaşadığı yerlere – okul, hastane, cami – konuşlanmıştı. Terör, İsrail halkından çok önce Gazze halkını teslim almıştı. Kısaca, her füzenin ardından bir bombalama, dizini alenileştirmişti. Ateşkes talebi de hep Hamas’tan gelmişti. Hep de ateşkes sağlanmıştı. Soluklandıktan sonra başlatacağı yeni bir roket yağmuruna dek.

Ama bu kez, basit bir durumdan söz edilmiyor. Bir katliamdan söz ediliyor. İsrail ordusunun Gazze’yi hedef alacağını, savrulmuş siyasi dengelerin yeniden tesis edileceğini, Netanyahu’nun savaş ve seferberlik ilan edeceğini bile bile, 7 Ekim’de, o bayram gününde katliam gerçekleşti. Olup biteni internet üzerinden takip etmek olası. Vahşetin boyutuna ermek ise mümkün değil. Ötesi, kaçırılan, her yaştan iki yüze aşkın insan var. Haftalar geçti, ve Hamas ancak birkaç gün önce, çift vatandaşlığı olan bir anne kızı serbest bıraktı. Diğerleri hakkında şu ana dek bir bilgi yok.

Ve tabii ki, İsrail’in Gazze’yi bomba yağmuruna tutması ile açılan esas konuya gelmek gerek. Filistin meselesi! Genel anlamda Filistin üzerine okuma yapmayan dolayısı ile bilgisizliğe teslim olmuş geniş kamuoyuna bunu anlatmak kolay değil. Bunu samimiyet ile anlıyorum. Ancak bu duruma bir günde gelinmedi, ve maalesef barış için birçok fırsat tepildi.

***

Genelde Arap alemi, özelde Filistinliler, davanın temel öğesini tanımlamaktan imtina ettiler, bugüne dek. Oysa, talep toprakla ilgili ilgili ve yüzyıla dayanıyor neredeyse.

Geçmişteki İsrail hükümetlerinin bazıları “barış için toprak” ilkesini benimsediler ve bu yönde, defalarca doğrudan ya da dolaylı görüşmeler yapıldı. Ancak bu görüşmeler, Filistin yetkililerinin kararsız, isteksiz veya belki de – korkak dememek için – tedirgin diyeyim, tavırları ile eridi gitti.

Temsil konusu da çok sıkıntılı bir konu. Barış bir liderle, bir hükümetle, halkı temsil eden meşru bir varlık ile müzakere edilir. Maalesef Filistin tarafında böyle bir oluşum yok.

Gazze’yi kontrol eden Hamas, halkı avucunun içine almış, salmıyor. Seçimden muzaffer çıktığı 2007’den beri burada işine geldiğini yapıyor. Muhalefet olan Arafat’ın El Fetih’ini – dilerseniz FKÖ diyelim – kanlı bir mücadeleden sonra kovduğu zamandan bu yana bu böyle. Şimdi bu halkı kim temsil ediyor? Ramallah’ta oturan ve geçtiğimiz hafta Holokost’un abartıldığını söyleyen, statükocu Abbas mı? Yoksa fedailerini Katar’daki lüks otel odasından yöneten, burada İran’lı yetkilileri ağırlayan Halil Meşal ve ekibi mi?

İbrahim Anlaşmaları İsrail ile bazı Arap ülkelerini bir masa etrafında toplandı. Karşılıklı elçilikler açıldı. BAE ve Bahreyn’de sinagoglar açıldı, İsrail Senfoni Orkestrası geçtiğimiz sezon klasik müzik konseri verdi. Bu yönde iyi niyetle, güven arttırıcı yollarla atılan adımlar niçin Filistin halkı için atılmasın? Ama hayır! Yahudileri denize dökmek ve bu kadim topraklarda “Judenfrei” bir nüfus oluşturmak Hamas’ın hedefi. Barış yapmak, devlet oluşturmak, halkına refah dolu bir yaşam sunmak değil. Hamas’ın kendisini ve varoluş ilkelerini sıraladığı belgeye internet üzerinden ulaşmak mümkün. Buraya alıntı yapmayacağım. Okunası, ibretlik bir belge.

Hal böyle iken savaşın nasıl duracağını kestirmek olası değil. 7 Ekim’de taşlar iyice yerinden oynadı. Hamas ve İslam alemi geçtiğimiz Cuma günü, 13 Ekim’de, dünyanın dört bir yanındaki Arap halkını Yahudi hedeflerine saldırmaya davet etti. Kanada’da Toronto, Montreal, Ottawa gibi şehirlerde büyük gösteriler yapıldı. Londra, Paris, Berlin’deki gösteriler de ekranlara düştü. Hitler’e ağıtlar yakıldı. Üniversite ve okul kampüslerinde “eğitimli” gençler yürüyüşler yaptılar, bazı Yahudileri dövdüler. Provokasyon çok tehlikeli. Nitekim hafta sonu ABD’de Filistinli bir çocuk komşusu tarafından öldürüldü, annesi ise yaralı kurtarıldı. Brüksel’de iki İsveçli taraftar İslam adına katledildi. Toplumları germenin Filistin davasına nasıl bir faydası var? Daha dün Detroit’te Yahudi bir kadın evinin önünde bıçak darbeleri ile öldürüldü. Tunus’ta tarihi bir sinagog ateşe verildi. Umalım ki bu olumsuzluklar çoğalmaz. Ateşi söndürmek yerine alevleri harlamak niye? Nidalar yüksek olunca etkisi yakıcı olabiliyor.

Geçtiğimiz hafta İsrail dünya kamuoyu tarafından en geniş şekilde suçlandı. Gazze’deki bir hastaneyi hedef aldığı, teyit edici çalışmalar yapılmadan, ilan edildi. Bir kez daha katil İsrail, katil Yahudi imajı hem basında, hem sosyal medyada yankılandı. İsrail henüz 7 Ekim’de öldürülen, kaçırılanların sayısını tam ilan edememişken, hastaneye düzenlediği söylenen saldırıda 500 kişinin öldüğü söylendi. Kurumlar, ülkeler teker teker kendi incelemelerini başlattılar. Uzmanlar yayınlanan görüntülerin üzerinden durumu yorumladılar. Sonuçta, Gazze’den İsrail topraklarına atılan bir roketin arıza nedeni ile hastane otoparkına düştüğü kanıtlandı. (*) Gerçi bu kanıtlar, her durunda fikri sabitler için geçerli değil. Onlar, Hamas’ın 7 Ekim’de giriştiği katliamın ispatını talep ederken, hastane olayında İsrail’i suçlamaya devam etmeyi kendilerine iş edinmişler. Yazık ve düşündürücü!

Son tahlilde, barışa sokaklarda bağırıp nefret tohumları atmakla ulaşılmaz. Rasyonel düşünce ile çok çalışarak, birbirini dinleyerek, empati kurarak,  bunu sağlamak olası. Bölge yanıyor. Gazze ateş altında. İsrail’e güneyden Hamas, kuzeyden Hizbullah roket atıyor. İran doğrudan işin içinde görünmemekle beraber, her gün biraz daha kendisini hissettiriyor. ABD savaş gemilerini bölgeye yolluyor. Başkaları onu izliyor. Bazıları Mehmetçik Gazze’ye diye slogan atıyor. Kahire’de konferans toplanıyor, bölge ile ilgili herkes davet ediliyor. Konuşuluyor, elle tutulur bir sonuç çıkmıyor. Oysa, savaşa, öldürmeye harcanan emek barış için harcansaydı, sorumlu siyaset üreten liderlerle yol alınabilseydi, ne iyi olurdu

——————————–

(*) Hastane saldırısıyla ilgili tartışmalar, karşılıklı suçlamalar devam ediyor.

Euronews Hastane saldırısını şöyle aktarmış: “Tıklayınız”

AA, “TC Cumhurbaşkanlığı Dezenformasyon Merkezi” kaynaklı şu haberi aktarmış: “Tıklayınız”

Independent Türkçe‘nin aktarımı ise şöyle: “Tıklayınız”

Teyit Sitesi, “Hastaneyi İsrail’in vurduğu” haberlerinin doğruyu yansıtmadığını tespit etmiş: “Tıklayınız”

Ve Kanada… Al- Jazeera‘nın haberinde Hastanenin İsrail tarafından vurulmadığı görüşünü resmi olarak açıklamış: “Tıklayınız”