Kader Planı Değil, Rant Siyaseti!

0
212

Günlerdir uykumuz, yediğimiz, içtiğimiz haram… Sıcak evimiz, oturduğumuz yumuşak koltuklar diken… Gülmelerimiz acı, canımız sıkkın… Gözümüz yaşlı, gönlümüz viran… Ülke çöktü, devlet çöktü! Felaket tellalı değiliz, felaketin tam ortasındayız. Abartı yok, ajitasyon yok. Çırılçıplak gerçek, gözlerimizin önünde çığlık çığlığa bu vahameti anlatıyor. Anlatılanların, görüntülerin fazlası var eksiği yok. Ahmet Hakan “olumsuzluklar çok az, can sıkıcı olduğu için fazla geliyor, aslında olumlu şeyler daha fazla” diyerek iktidara yaranmaya çalışsa da biz telefonların ucunda tanıdığımız, bildiğimiz insanların gözyaşları içinde anlatımlarından gerçeğin farkındayız.

Gerçek bazen çırılçıplak gösterilmeyebilir. Gerçeğin üstünü örtme çabaları, kaçmak, kaçınmak, susturmak gibi davranışlar da bu işin arkasında başka bir şey var diye düşündürür. Bu afette bazı televizyon kanallarında canlı yayınlar sırasında mikrofona konuşanların sesinin kesilmesi, örneğin Show TV  Muhabiri Tuğba Södekoğlu’nun derdini ağlayarak anlatan bir depremzedenin derdini anlatması sırasında, depremzede konuşmaya devam ederken yanından apar topar  uzaklaşması, şikayetlerinin canlı yayına yansımaması için çaba göstermesi, sözde devletin tarafsız kanalı TRT’nin AFAD gelmeden çekime başlamaması, Halk TV  Malatya muhabiri Ferit Demir’in üzerinde ANKARA TEM yazan polis tarafından çekim yapmasının engellenmesi, engelleyemeyince de Demir’i tekmelemesi, binlerce insanın konumunu ve durumunu bildirmesini sağlayan, sadece sivil halkın değil AFAD ve Ahbap gibi örgütlerin de aktif kullandığı Twitter’ın yavaşlatılması, kısıtlanması, deprem bölgesinde kablosuz ve kolay şekilde internet erişimi sağlayabilecek olan Starlink sisteminin kabul edilmemesi, Polonya’dan gelen ekibin kendi Starlink antenini getirmesi, Adem Metan’ın canlı yayınında kulaklığından duyulan sesin kendisine “etrafı fazla göstermene gerek yok, ambulansı filan göster, kalabalığı göster” talimatının gelmesi gibi örnekler bize görünenin arkasında çok daha vahim ve hükümeti sarsacak görüntüler olduğunu anlatıyor.

Bunca engellemeye rağmen bizlere doğru haberleri ulaştırtmak için çabalayan bazı kanallar ve sosyal medya kullanıcıları sayesinde öğrendik ki depremin ardından zamanla yarışılan en kıymetli ilk saatlerde, hatta ilk günlerinde devlet orada yoktu, sonrasında da zorlamayla ulaşan yetkililer de yetersiz ve koordinasyonsuzdu. İskenderun limanındaki yangını İstanbul Büyükşehir Belediyesi söndürmek zorunda kaldı. Hatay havalimanı pistini Ankara Büyükşehir Belediyesi kullanılabilir hale getirmeye çalıştı. Türkiye’deki GSM operatör firmalarının deprem bölgesine herhangi bir sistem kurmaması nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi mobil baz istasyonu götürmek zorunda kaldı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, deprem bölgesine kendilerinden saatler önce gelen Haluk Levent’ten bilgi ve durum raporu aldı. Deprem vergileri AKP’li bakanın birkaç yıl önceki açıklamasına göre otoyolların yapımına harcanmıştı. Gördük ki deprem alanında devlet de yoktu yol da yoktu!

Peki devlet nerede miydi? Kolluk kuvvetleri “depremde annesini-babasını ve kardeşini kaybeden bir kız çocuğun attığı haklı ve acı tweet sebebiyle” yardımdan önce gözaltına almak için gidiyordu. Katil müteahhitlerin peşine düşmesini beklediğiniz kolluk güçleri, depremle ilgili etkileşim almış tweetlerin hesap sahiplerini aynı gün şafak operasyonlarıyla evlerinden alıyordu.

Kahramanmaraş AKP milletvekili Nursel Reyhanlıoğlu bölgeyi ziyarete giden Ekrem İmamoğlu’na sözlü şekilde saldırıyor, “İngiliz uşağı” diye canhıraş bağırıyor, İmamoğlu’ya derdini anlatan ve göçük altında yakını olan bir vatandaşın üzerine yürüyordu “şov yapma” diyordu. AKP milletvekili Nurettin Canikli, kendisine sitem eden acılı vatandaşın yüzüne bile bakmadan telefonunda mesaj yazmakla meşguldü. Adıyaman valisi Mahmut Çuhadar, karşısında feryat eden, devletin olmamasını eleştiren acılı vatandaşların yüzüne gülerek bakıyordu. Daha sonrasında canlı yayın değil bant kaydı olduğu ortaya çıkan konuşmasında Tayyip Erdoğan, acılı bir vatandaşa her felaket sonrası olduğu gibi “bu kaderin planı” diyordu. Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay, deprem bölgesine yardım eden belediyelerden “siz kimsiniz” diyerek hesap soruyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden gelen insani yardımları geri çeviriyordu. Deprem bölgesine üçüncü gün koruma ordusuyla gelen Tayyip Erdoğan, deprem nedeni ile zaten çalışmayan karayolunu konvoyuyla tamamen kapatıyordu. Spor bakanı da altta kalmıyordu konvoyu ile…

Aslen depremden etkilenen şehirlerimizden biri Osmaniyeli olan Devlet Bahçeli hiçbir yerde görünmüyordu. Fatih Altaylı’nın televizyonda yardım toplamak için yapacağı programa RTÜK’ün engel oluyordu. İçişleri Bakanlığı bunca derdin arasında İBB hakkında inceleme yapmak için 2 müfettiş gönderiyordu. Ataşehir Belediyesi üzerinde kendi logosu olmayan kolilerin deprem bölgelerine gönderilmesine izin vermiyordu. Deprem bölgesine giden yardım paketlerinin üzerine belediyelerin değil valiliklerin logosu ekleniyor ve böylece halkın gözünde CHP’li belediye değil AKP hükümeti yardım yapıyor imajı verilmeye çalışılıyordu. Bodrum Belediyesi logosu yerine Muğla Valiliği logosu konuluyordu. Ülkemizde yıllardır seferberlik durumunda ilk aklımıza gelen ordu, yerinden oynatılmıyor, Malatya’da bulunan 2.ordu ancak 2 gün sonra o da 3500 kişi gibi çok yetersiz bir güçle deprem bölgesine gönderiliyordu. 1 saatte Şam’a, Atina’ya gireriz, onu bunu keseriz diyen hükümet kendi sınırları içindeki deprem bölgelerine 2 gün içinde tam teşekküllü yardım ve ekipman gönderemiyordu.  Dünyanın en çok çay üreten-tüketen ülkesinde Çaykur da dahil çay firmaları soğuktan üşüyen vatandaşlara yüzlerce çay ocağı kurmak imkanına sahipken 1 paket çay bile göndermiyordu. Kafamıza atılan çaylar şimdi yoktu! Yardımların geç gitmesi sebebiyle insanlar enkaz altında ezilerek değil hipotermiden ve açlık/susuzluktan ölüyordu. İktidarın bu yaptıklarıyla aslında vatandaşın gözündeki “kutsal devlet” ölüyordu!

Bir de insanlık onurunun öldüğü olaylar vardı; Yardım paketlerinin içinden abiye elbise, mayo, bindallı, topuklu ayakkabı, küpe, makyaj malzemesi gibi eşyalar çıktı. Adana’da depremde hasar gören inşaat halindeki bina daha depremin ilk gününde sıvalanmaya başlandı. Polis/jandarma kıyafeti giyip yardım paketlerini yağmalayanlar oldu. Bazı ünlü markaların defolu ürünlerini gönderip depo temizliği yaptıkları görüldü.  Görevi deprem bölgesinde yemek dağıtmak olan aşevi görevlisi yemek dağıtmadığı için depremzedeler tarafından sorulan yemek ne zaman verilecek sorusuna “2 gün aç kaldınız 3 gün de kalsanız bir şey olmaz” dedi. Deprem bölgesinde ekmeği 14-15 liradan satan fırsatçı fırıncılar, sesini duyurmaya çalışan halkı sabote eden muhabirler, yardım paketlerinin önünde fotoğraf çekilmek için paketlerin yola çıkmasına izin vermeyen AKP’liler bizi insanlığımızdan utandırdı. Kimliği henüz belirlenemeyen kişiler ölü sayısına eklenmeyerek ölü sayısı düşük gösterildi. 44 HN 660 plakalı aracın sahipleri yardım için gönderilen çadırları çalıp parayla sattı. Özellikle Yunanistan, Polonya, Macaristan, İsrail, İtalya, Japonya olmak üzere dünyanın dört bir yanından ülkelerin acil şekilde yardıma koşması insanlığımızla gurur duymamıza sebep olurken, AHBAP’ın milyonlarca dolar yardım toplaması ve buna rağmen devletten geliri olan AFAD ve Kızılay’ın SMS ile para istemesinden utandık.

Öfkelenmedik mi? Öfkelendik elbet! Olan biten karşısında siyasi ve ticari rantlarının derdine düşenlere öfkelendik. İlk başta 350 liradan sattığı battaniyeleri daha sonrasında 500 liraya çıkaran firma  sahibine, Twitter üzerinden yardım çağrısında bulunan insanların tweetlerini ve yanıtlarını gizleyen ve sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranan kişi ve kanallara öfkelendik! Depreme dayanıklı diye satılıp yerle bir olan Güçlübahçe City sitesinin müteahhidi Servet Altaş’ın “Burada atom bombaları etkisinde deprem oldu, her yer yıkıldı, benim binam mı mesele, bana binayı soramazsınız” şeklindeki pişkin açıklamasına ve tüm katil müteahhitlere öfkelendik!

Depremzedelerin soğuk, açlık, susuzluk ve onca kötü durumun ortasında bile haber muhabirlerine fikirlerini belirtirken “içeri atacaklarsa da atsınlar” şeklinde açıklama yapmak zorunda bırakan iktidarın zorbalığına, zalimliğine öfkelendik!

Umut var mı? Evet var! Biz o enkazın altından ölümüzle dirimizle öyle bir kalkacağız, öyle bir “kader planı” yazacağız ki ellerimizle ve 20 yıldır yönettiği ülkede deprem hazırlığını göstermelik tatbikatlara indirgeyen, geliyorum diyen felaketler karşısında önlem almayan, imar barışları ile yurttaşın barınma hakkını siyasal ranta çeviren iktidara öyle bir tokat atacağız ki o bile şaşıracak nasıl kaybettiğine!

*Bu yazıyı yazarken dağınık olarak izlediğim haberleri bir araya topladığı floodundan yararlandığım Twitter @kenroosenberg hesabına çok teşekkür ederim.

Görsel: Yves Moret/Unsplash