Mesele Hayatta Kalmak mı?

0
251

Yıllar önce gönüllü olarak bulunduğum bir huzurevinde orada yaşayan yaşlı sakinlerin neden hep odalarında ve battaniye altında günlerini geçirdiklerini, neden çok az sayıda kelime ile iletişim kurduklarını, neden çoğunlukla öfkeli olduklarını, neden etraflarına karşı ilgisiz kaldıklarını, neden bir araya gelemediklerini anlamaya çalışıyordum.

Bu kadar güzel bir binada, tertemiz odalarda, görece güzel yemeklerin sunulduğu, şehrin içinde hayal gibi bir bahçeye sahip bu huzurevinde neden kimse yaşamıyor gibiydi? Koridorlar sessiz, ortalıkta kimse yok, derin bir sessizlik derin bir yalnızlık içinde yalnızca kendi adımlarımı duyar kendi nefesimi hissederdim. Anlamamıştım neler olduğunu, neden olduğunu.  Bir garip yaşanmışlık vardı içeride ama yaşam yoktu. Devasa camlardan içeri güneş girer eski çini kaplı yerlerde gölgeler olurdu upuzun koridorlarda. İki yüz yıla yakın tarihinde binlerce yaşlının istirahatgâhı olmuş olan bina içten içe bir şeyler söylüyordu da ben mi anlamıyordum?

Bizi ayıran kapı

Ta ki bir gün, bir sabah sokakların telaşından, seslerinden, kalabalığından geçerek kurumun devasa kapısına varıp, içeri adım atıp, arkamdan kapının kapanmasıyla kendimi tamamıyla farklı bir yere geçtiğimi fark edene kadar. Kapıdan içeri adım attığınız da arkanızdan büyük demir kapı hemen kapanmaya başlar. Siz ilerlerken demir kapının kilitlerinin kenetlenme sesi duyulur. Tek ve küçük bir adım ile arkanızdaki sesler kesilir, telaşlar biter. Artık önünüzde başka bir dünya vardır. Daha sessiz, telaşsız, belki biraz da renksiz. Arkada yaşam akmakta önünüzde hayat devam etmektedir. O kapı, yalnızca meslek hayatımın değil yaşamımın da dönüm noktalarından oldu. Tek bir kapının, duvarın hatta tek bir bakışın, gülüşün bile insanın hayatında keskin ayrılıklara, bölünmelere sebep olabileceğini anladım. Huzurevinin kapısı kapandığında içeridekiler ve dışarıdakiler olmak üzere iki ayrı dünya oluşuyordu. Ben huzurevine girip çıkan biri olarak ara dünyada kalmış biri olarak önümde ve arkamda süren iki farklı hayatı da görebiliyordum. Akışkandım, istediğim an dünyalara geçebiliyordum. Ama ya hepten içeride kalanlar, hepten kapının diğer tarafında olanlar ne yaşıyordu, ne hissediyordu?

Hayatta olmak ile yaşamak arasındaki fark, bakmak ve görmek arasındaki derin ve çarpıcı farka benzer. Martha Medeiros’un şiirinin dizeleri bize olacakları söyler: eğer alışkanlıklarımıza esir düşersek, ufuklarımızı genişletmezsek, hatta elbisemizin rengini bile değiştirme riskine girmezsek, bir yabancı ile konuşmaya cesaret edemeden aynı yolları her gün yürürsek… biz yavaş yavaş ölüyoruzdur. İşte olan buydu içeride, içeridekilere. Her günü aynı her günü programlı. Kişisel alan, istek ve yeni deneyimler yok. Halbuki bizlerin ruhsal deneyim yaşayan varlıklar değil, insani deneyim yaşayan ruhlar olarak buradayız. Bizler ancak birlikte olarak, birlikte yaparak kendimizi var edebiliyoruz. Yaradılışımızın gizi bu. Her daim başkalarının yoldaşlığında, başkalarına yoldaş olarak yürümeye ihtiyaç duyarız. Yürümeye devam edebilmek deneyebilmektir ve birlikte olabilmektir.

İlk taşı sen at

Devamında ne oldu diye sorarsanız eğer; huzurevinin bahçesine koşarak küçük taşlar topladım. Aklımda bir oyun canlanıyordu. Oyun asla küçümsenecek bir şey değildir çünkü. Ruhlarımız oynamayı sever. Bir anlamda içimizde sıkışan benliğimizin bir başkasının eşliğinde dışarı kaçma şansını yakaladığı yerdir oyun. Oyun deneyimdir, deneyimleme şansıdır ayrıca. Bu heyecanla taşları çantama doldurup yukarı çıktım ve hızlıca onları yıkadım. Taşlar kururken ben de taşların içine konabileceği iki torba bulacaktım. Taşları iki gruba ayırıp torbalara bölecek, oyuna katılanlardan birinci ve ikinci gruptan birer taş almasını rica edecektim. İlk taş grubu “şu an hayatımda hoşlanmadığım bir şeyi” diğer taş grubu da “şu an hayatımda hoşlandığım bir şeyi” temsil edecekti. Herkes sırasıyla ellerine aldıkları taşları ‘hoşlanmadıklarım hoşlandıklarım torbalarına’ atacaktı. Böylelikle birbirimizden, duygu ve düşüncelerimizden haberdar olma, ortak yönlerimizi görme şansımız doğacaktı. İçlerinde sessiz kalanların duygu ve düşüncelerin ses vermesi için fırsat olacaktı.

Sisler altında…

Ortalıkta torba ararken boş kovalar gözüme takıldı. Torba yerine kovalara taş atmak daha eğlenceli, şaşırtıcı ve tabii ki daha gürültülü bir seçenek olarak gözükmüştü. İlginç ve eğlenceli bir deneyim daha fazla uyarıcı olup, ilgilerini çekebilecekti. Bunları düşünürken kovalar çoktan elimde salona girmiştim bile. Sandalyeleri daire şekline getirdim. Taşları tepsilere koydum. Kovaları dairenin ortasına yerleştirdim. Şimdi en önemli adım kalmıştı. Yaşlı sakinleri ikna etmek, odalarından çıkmaları ve aktivitede buluşmak için heveslendirmek. İnanın kolay olmadı. Uzun zaman sosyal etkileşimden uzak kalındığında insanın birçok melekesi sanki sisler altında kalır. Bilişsel yetenekler zayıflar, fiziksel sağlık bozulur ve psikolojik rahatsızlıklar baş gösterir. Yaşam deneyimlerinden mahrumiyet kişiyi hayattan geri çeker. Bu yaşamdan vazgeçişin tetiklenmesidir.

Yaşama açılan pencereler…

Buna karşın sosyal ağların insan hayatındaki çarpıcı etkisini, özellikle yaşlı bireylerin bilişsel sağlıklarındaki olumlu etkisini vurgulayan pek çok bilimsel çalışma bize aksinin de olduğunu ispatlar. Önemli olan sosyal ağların genişliği de değildir. Önemli olan kişinin bu ağlar içinde kendini nasıl değerlendirdiği, nasıl deneyimlediğidir. Aile ve arkadaş çevresinden olumlu destek alan bir kişi hayatını daha anlamlı ve değerli olarak tanımlar. İşte hem yaşlı yetişkinlere hem demans hastalarına sunulan ve birlikte yapılan aktiviteler bunu için hayati önemdedir. Aktiviteler hayatın içinden yaşama açılan pencerelerdir.  Aradan geçen aylar bize neler getirdi keşke orada olup birlikte yaşasaydık. O atılan ilk taş bizi yeniden kavuşturdu. Birlikte iyi olabilme becerisi kapanan kapıları açtı. Birlikte yapılan bir aktivite, bir oyun yeni deneyimlerin fırsatını sunarken, birinin yanında olduğunu hissetmek yaşlı birey için yaşam kaynağı oldu. Koridorlarda kahkalar duyuldu, tatlı dedikodular yapıldı, odalara yatmadan yatmaya girildi. Hatta ve hatta ileri gittik kendi el kremlerimizi ürettik, biraz daha ileri gittik haftanın bir günü çalışan kendi mutfağımızı kurduk. Adını Şaşırt Beni koyduk. En olmayacak malzemelerle en şaşılası tatlar çıkarttık. Kız çocuklarının yararına resimler yaptık.  Bu aktivitelerin sonucunun mükemmel olmasını beklemedik hatta bir sonuç olması bile düşünmedik. Esas olan beraberce bir şeyin zevk alarak yapılmış olması, birlikte yol alınmış olmasıydı.  Hayat bir yolculuksa yola çıkılmış olması yeterliydi. Aradan yıllar geçti aramızdan ayrılanlar oldu ama birbirimize katılmış, karılmış olduk. Birlikte yeni şeyler öğrendik birlikte büyüdük. Kopmaz ama görünmez bağlarla yaşama tutunduk.

Kapılar hayatın getirdikleri ile kapanabilir ve bizler yaşama pencereden atlayarak da bacadan kayarak da girebiliriz. Yeter ki, özellikle huzurevlerinde, kapalı mekanlarda kalan yaşlı yetişkinlerin de yaşamaya hakları olduğu bilinsin. Hayatın götürdüklerine değil gelecekte sunacaklarına kavuşmalarına fırsat verilmesini gönülden diliyorum. Kapalı kapıların ardında yaşamayı bekleyenler var, bir an önce çağrılarına kulak vermek gerekiyor. Yaşlı diye, huzurevinde diye yaşamdan el çekmesini bekleyen bakış bu insanların yaşarken ölmesine neden oluyor. Hep beraber bunu tersine çevirebiliriz.