Bu hikayede geçen kişilerin, olayların ve yerlerin gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür. Ancak bazı kişiler, olaylar ve yerler gerçek olabilir. Kurgu gerçek olmasa da gerçek olabilir. En azından başka yerlerde, başka zamanlarda, sanat sektöründe ve/veya kendi sektörünüzde…
“art is sexy!
art is money-sexy!
art is money-sexy-social-climbing-fantastic!”.
Saat 08.20’de Alexa’nın çalmaya başladığı The Heavy Horses’dan Pale Rider parçası bütün odayı doldurmaya başladı. ‘Ride to town, shoot em up and keep on going / Cause I got a job to do and I don’t stop for no one…’ Alarm çalmadan birkaç dakika önce uyanmıştı, üniversite yıllarından beri alarm çalmadan hemen önce uyanıyordu. Yataktan kalkmadan Alexa’nın bağlı olduğu Audio Note Japan Ongaku amfi ve Cessaro Affascinate hoparlörlerden gelen pürüzsüz müziği dinledi bir süre, sonra kalkıp duşa girdi. Yıllardır Alterations NYC’de diktirdiği takım elbiseler arasından gri olanı seçip giyinirken o günkü programını düşünüyordu. Matthew Howe geçtiğimiz ay 38 yaşına bastı ve babasının iş arkadaşlarından birinin uzun zamandır peşinde olduğu ve bulamadığı bir resmi, babasından yıllar önce boşanmış ve seramik sanatçısı olan annesinin ilişkileri ile LA’deki bir koleksiyonerden onun çok istediği iki resim bularak takas etmesiyle başladığı sanat brokerlığı işini on altı yıldır yapıyordu. Artık Amerikanın bir çok yerinde, Rusya’da ve Hollanda’da aylık fee aldığı veya proje bazlı çalıştığı bir çok koleksiyonerle ilişkisi vardı. Yaptığı iş nedeniyle tarafsız olması gerekmesine rağmen yirmiye yakın sanatçının perde arkasında menajerliğini de yürütüyordu. Babasının kırk yıla yakın bir süredir hukuk danışmanlığını yürüten Carter Ledyard & Milburn LLP hukuk firmasından Ronald D. Herman sağolsun, gizlilik anlaşması oldukça sağlam tüm sözleşmelerini hazırlamıştı. Üniversiteden mezun olduktan sonra yurt arkadaşı Martin ile birkaç başarısız ‘start-up’ projesi denedikten sonra New York’a, babasının bir çok şehirdeki gayrımenkullerinden biri olan bu eve yerleşmiş ve annesinin sanat sektöründeki ilişkilerini, babasının iş ilişkisinden kaynaklı çevresini aldığı pazarlama eğitimiyle birleştirerek kısa sürede ismini duyurmuştu. Sanat eğitimi almamış olsa da onun için üzerinde fiyat etiketi olan her şey satılabilir, fiyatı artabilir, düşebilir, takas edilebilir, pazarlanabilir nesnelerdi. 421 Broome Street’deki penthousundan çıkmadan önce Ashley Gavelston imzalı, eski bir marangoz çalışma masasından yenilenerek yapılmış çalışma masası üzerinden cep telefonunu ve cüzdanını aldı. New York Academy of Art’dan son sınıf öğrencisi ve gelecek vaat eden resim öğrencisi Jefferey Hahn ile buluşmasına daha vakit vardı o yüzden biraz yürümek, bir şeyler atıştırmak ve kahve içmeyi planlıyordu. Jefferey’i kendisine bir çok sanat okulunda olduğu gibi New York Academiy of Art’da ‘iş ilişkisi’ olan iki akademisyen önermişti. ‘Mandy El-Sayegh,Tunji Adeniyi-Jones, Max Frintrop, Samuel Jablon gibi New York’un genç ve yükselişte olan ressamların resimlerinin asılı bulunduğu salonundan geçerek kapıya doğru yöneldi. Duvardaki resimler gibi evdeki tasarım objesi her şey hem ona aitti hem değildi. Hollywood filmlerinin set dekoru gibi döşenmiş olan bu evdeki her şey borsa hisseleri gibi değerinin yükselerek el değiştirmeyi bekliyen vitrin malzemeleriydi sadece…
Sokağa çıkıp yürümeye başladı, son birkaç yıldır araba kullanmıyor genellikle taksiye biniyor çok ihtiyaç olduğunda da kiralıyordu, üstelik gideceği yer yürüme mesafesindeydi, garajında duran 1993 model Porsche 911 carrera ise diğer nesneler gibi uygun bir alıcı için zamanını bekliyordu. Kahvesini içmek ve bir şeyler atıştırmak için sekiz on dakika mesafedeki Fanelli’s Cafe’ye doğru yürümeye başladı. Sullivan Caddesindeki About Coffe’nin kahvelerini daha çok sevse de yaptığı iş ve Fanelli’nin sanat tarihi ile ilgili tarihiyle orada bulunmak her zaman daha doğru geliyordu. Broadway caddesinde The Vintage Twin mağazasının önünden geçerken duraksadı birkaç t-shirt almak istiyordu ama sonraya bıraktı, elinde taşımak istemiyordu. Oturup bir esspresso ve french toast sipariş ettikten sonra cep telefonundan Jefferey’in portfolyosuna bir daha baktı, oldukça iyi iş yapacak gibi gözüküyordu. Daha sonra instagramı açarak Hannah Scuglia yazdı, hesap kilitliydi. Üç dört gün önce Martin arayarak iş ortaklarından birinin kuzeni ve aynı okulda resim öğrencisi Hannah’dan bahsetmiş, işlerine bir bakmasını ve destek olmasını rica etmişti. Jefferey ile görüştükten sonra Hannah ile buluşacaktı. Hesabı istediğinde saatin daha erken olduğunu fark etti, Jefferey ile Duane Street’deki Scalini Fedeli İtalyan restaurantında öğlen yemeği yiyecekti. Vakit geçirmek için Hal Broom Sanat Galerisine doğru yürümeye başladı, galerinin portföyünde olan ve 1990 yılında AİDS’den ölen Luis Frangella’nın resimlerine bakmak istiyordu. Asistanı Tina, galerinin sahibi Mike’ın geçen ay borsada ciddi para kaybettiğinden bahsetmişti, eğer öyleyse ciddi bir pazarlık şansı olacaktı. Matthew uzun yıllardır sanatçıların, koleksiyonerlerin ve galeri sahiplerinin özel hayatlarını yakından takip ediyordu. Mortgage ödemelerinden, çocuklarının üniversite taksitlerine, hastalıklarından, çocuklarının uyuşturucu sorunlarına kadar her şeyi biliyor ve doğru zamanda doğru teklifi yapabiliyordu. Acımasızca görünse de işin doğası buydu.
Restaurant’a gittiğinde Jefferey ondan önce gelmiş, menüyü inceliyordu. Üzerinde mavi bir kot gömlek, hardal rengi fitilli kadife bir ceket, altında bir kot pantolon vardı. Siyah kemik çerçeveli gözlüğü mavi gözlerini ortaya çıkarıyordu. Dalgalı ne uzun ne kısa kumral saçları vardı. Hareketlerinden heyecanlı olduğu anlaşılıyordu, tanışma faslından sonra siparişlerini verdiler. Jefferey Calabrese ve yalnızca su istemişti, Matthew ise Snaper Oregenata ve yanında bir şişe 2016 Cantina Terlano ‘Vorberg’ sipariş etti. Yemek boyunca Jefferey’den konuştular, resimleri oldukça iyiydi ama Matthew Jefferey’in kişiliğinde pazarlayacak, parlak, enterasan bir şeyler arıyordu. Michigan’lı ve oldukça sıradan görünüşlü, hatta gereğinden fazla normal birisiydi. Resimleri heyecanlandırsa da kişilik olarak heyecanlanacak, hikaye yaratacak bir şey bulamıyordu. Çok düzdü. Akşam üniversitenin düzenlediği ve Jefferey’in resimlerinin de bulunduğu “Artists for Artists for Artists’ sergisinin açılışında görüşmek üzere ayrıldılar.
Hannah ile üniversitenin önünde buluşacaklardı, daha şimdiden biraz geç kalmıştı, hızlı hızlı yürümeye başladı. Martin’in gönderdiği kızın portfolyosunu beğenmemişti, akademiden hocaları da çok parlak şeyler söylememişti ama Martin rica etmişti ve en azından biraz sohbet eder yol gösteririm diye düşünüyordu. Okulun kapısının girşinde onu gördü, fotoğrafını görmemişti ama kapıda bekleyen başkası olmadığından o olduğunu düşündü. Yetmişlerin hippileri gibi giyinmiş, çıplak ayaklarıyla yere oturmuş sigara içiyordu. Parizyen stili siyah saçları ve yeşil gözleri kıyafetiyle tezat oluşturuyordu. Yaklaştığında yanına attığı sandaletlerini gördü, merhabalaştılar, Matthew ‘nerede oturalım’ diye sordu, kız “biraz yürüsek senin için de uygun mu” diye sordu. Yürümeye başladılar, Matthew yürürken gözlerini kızdan alamıyor, Chippewa ve Alman karışımı melez bir Wisconsin’liydi. Hiç susmadan sürekli bir şeyler anlatıyor, ses tonu ve yürüyüşü birleştiğinde dans ederek şarkı söylüyor gibiydi…
Bu bir hikaye olmadığı için burada keselim ve bundan sonra olacaklara hızlıca göz atalım; tahmin edeceğiniz üzere Matthew akşam sergiye gitmedi ve Hannah ile bilikte Le Bernardin’de akşam yemeği yediler ve oradan Matthew’un evine gittiler.
O geceden sonraki birkaç hafta içerisinde Matthew, Levy Gorvy, Perrotin, Tina Kim sanat galerileri ile görüştü ve Eylül ayı için Tina Kim sanat galerisinde Hannah için bir sergi ayarladı. Tina kızı tanımasa da Matthew’un arkasında olduğu bir sergide tüm resimlerin satılacağını daha önceki tecrübelerinden iyi biliyordu. Sergi programı dolu olsa da iki serginin süresini kısaltarak araya iki hafta sıkıştırabildi. Matthew’un uzun süredir çalıştığı A&O halkla ilişkiler şirketi kızın hikayesini yeniden yazmaya, fotoğraf çekimlerini yapmaya, basın bültenlerini hazırlamaya, basın lansmanı ve davetli listesi için çalışmaya başlamıştı bile. Matthew Variety dergisinden Derek Molineaux, Vanity Fair’den Nadia Savej ve New Yorker’dan Lottie Burrel ile sergi için özel olarak görüştü, yanında da zarf içerisinde fena sayılmayacak çekleri götürmeyi ihmal etmeden. Sergi katoloğu için üç farklı sanat okulundan üç farklı akademisyen giriş yazılarını yazmaya başlamıştı bile, tabii ki yine her zaman olduğu gibi uygun bir ücret karşılığında. Matthew serginin açılışına gelecek koleksiyonerler ile yakından ilgilenmiş ve kızın yakında nasıl parlayacağının hikayesini çoktan satmıştı bile. Eylül ayı geldiğinde beklenen oldu, üç ila sekiz bin dolar arasında satışa çıkan 42 parça eserin yarısından fazlası sergi açılışından bir gün önce satılmış, sergi bittiğinde ise tüm eserler satılmıştı.
Gün sonu raporu; Tina galeri sahibi olarak satılan resimlerin gelirinin % 60’ını aldı, açılış kokteyli masrafları ve Matthew’un % 15’lik komisyonu düştükten sonra bile iyi kar etti.Hannah hayal bile edemeyeceği bir sergi açtı, Matthew’un komisyonu düştükten sonra çok iyi para kazandı, sanat camiasının genç, yetenekli parlayan yıldızı olarak sektöre ilk adımını attı. Matthew galeri ve Hannah’dan aldığı komisyonlar dışında danışanlığını yaptığı koleksiyonlardan komisyonunu aldı. Sektöre yeni birini kazandırmanın basın yansımalarının keyfini sürdü. Koleksiyonerlerin elinde ise yarın ne olacağını bilmedikleri 42 parça eser bulunuyor.
18 ay sonra Levy Gorvy galerisinde Hannah’ın ikinci sergisi açıldı. Tahmin edebileceğiniz gibi 48 parça resimle katıldığı serginin tüm resimleri satıldı. Üstelik fiyatlar ikiye katlanmıştı. Galeri sahibi, Matthew ve Hannah iyi para kazandı. Koleksiyonerlerin elinde ise yarın ne olacağını bilmedikleri 48 parça daha eser bulunuyor. Ama bir buçuk yıl içerisinde ellerinde değerini ikiye katlayan bir sanatçının resimlerinin bulunmasından oldukça mutlular.
4 yıl sonra Hannah’ın üçüncü sergisi açıldığında fiyatlar çoktan ilk serginin dört katına çıkmıştı ve yine sergi “sold out” olduğu için piyasada Hannah’ın resimleri bulunmuyordu. Koleksiyonerler ilk sergiden aldıkları resimlerden bazılarını beş altı katına satıp kar ettikleri için mutlular. Matthew sağolsun. Koleksiyonlarındaki diğer resimleri ise nereye kadar gideceğini görmek ve sahip olmanın keyfini yaşamak için tutmaya devam ediyorlar.
Jefferey mi? New York’da bir türlü sergi açamadığı için okulu bitirip Michigan’a geri döndü, Western Michigan Üniversitesinde Sanat Tarihi hocası olmak için doktorasını yapıyor.
Sanayileşme dönemiyle sanatın metaya dönüşmesini takiben artık meta olarak sanat üretimlerinin yapıldığı bir dönemdeyiz. Tüketim kültüründe gereksinimin ortaya kalkmasıyla sanat da artık bir tüketim ürünü haline gelmiştir ve dolayısıyla artık pazarlamanın kuralları işlemektedir. Sanat ekseni etrafında şekillenen yeni meslekler, sanat galerileri vb. artık ticari kuruluşlardır ve artık kitlesel üretimler, kar realizasyonu esastır. Fonksiyonel değer artık esas değildir, kullanım değeri yerini kitle iletişim araçları ile oluşturulan imaj değeri ve dönüşüm değerine bırakmıştır. Sanatsal etkinlikler, fuarlar hatta bianeller sanatın halkla buluştuğu yerler değil satıcı-alıcı arasındaki bir pazar yeri, sanatçı için ise borsadır. Dolayısıyla tıpkı her türlü meta da olduğu gibi sanatı ve sanatçıyı da değerli kılan reklam ve iletişim değeridir. Nesnelerin fonksiyonel, kullanım değerlerinin yerini ‘imaj’ değerlerinin almasıyla birlikte Marx’ın ‘meta fetişizmi’ veya Walter Benjamin’in “fantazmagorya” dediği evrene ulaşırız. Popüler ve kitle kültüründe artık sanatın metalaşmasıyla birlikte yeni sanat “tasarım”dır.
“Making money is art.
And working is art.
And good business is the best art.”
Andy Warhol