Tarihi boyunca Soytarılar, resimden, müzik ve edebiyattan, siyasetten, şiir ve özellikle de felsefeden çok iyi anlayan kişiler olmuşlardır. Söylenemeyecek olanı, ağıza dahi alınmayacak, söylenirse ölüm cezasına yol açacak her şeyi aslında ağır bir alt anlam oluşturarak sanatın maskesi altında söylemişlerdir. Oysa Soytarı kelimesi başlangıcından beri, kötü, edepsiz, şeytani ve deli tanımlamalarını içerir. İngilizce’de ‘Fool’ hem deli hem soytarı anlamında kullanılır kaldı ki çoğu Batı dilinde tanımı benzerdir. Shakespeare komedyalarında ciddi felsefi sorular sorulur ve komedya böylece değer kazanır. Bu değeri yükleyenlerse kurumları, sistem ve yönetimleri en sivri dilleriyle eleştirebilen delimtrak soytarılar olmuştur. Soytarılık bir bakıma Krallıktan daha çok saygı duyulan bir meslektir çünkü etik ve adil olan her söylem onların dilindedir. Delilikle dahiliğin sınırlarındadır Soytarılar. Deli olan kimdir? Hem edebiyatta hem de gerçek hayatta?!?
Aydınlanma sözcüsü gibidir Soytarı. Hem bilgisi hem de tecrübesi ile yaşamı en doğru algılayabilen akıl hocasıdır. Delirmek de zaten aklı bir şekilde kendi yoluna bırakma hali değil midir? Utopia’nın yazarı Sir Thomas More, “En akıllı, en alim insanlar, soytarılarıyla dost olurlar.”, der. Picasso, soytarılara öykünerek, onlarla özdeşleşmiş kıyafetler giyer. Çizgili ve kareli t-shirtleri soytarı kostümlerinin yenilenmiş versiyonları gibidir. Soytarılık sanatta öyle büyük bir kabul görür ki, işi sanat olan kişiler, deli görünümlü birer soytarı olmayı, sanatçılıklarının ilk sunumu sayarlar. Coşkuludur soytarı, genelde mutlu görünür, espriler yapar, mizah mizacıdır, şarkılar söyler, dans eder, şiirler okur, bedeni sürekli bir devinim içerisindedir. Bu durum net bir sağlık göstergesidir aslında. Çocuklaştırım ve sağlık soytarıda görülür. Bu yolla normalden uzaklaşması da delilik olarak tanımlanır. Coşku, insanlığın bir tür aşırılığıdır. Genelde neşe, sevinç ve hayranlıkla dolu bir heyecanın getirisidir, felsefede Tanrı aşkı, psikolojide heyecanın dışa vurumu, sosyolojide karmaşık hislerin, bireyin davranışlarını ve karmaşık tutumlarını dışlaştırım yolu, bilimde salgı bezlerinin uyanışı, sanatta yaratıcılığın uyarılışı olarak açıklanabilir. İnsanın devrimidir, der bazı düşünürler coşku için. Mutsuzluk üzerine kurulu toplumların devrimi coşkuyla gelecektir. Coşkulu insanları yaratıcılıklarından uzaklaştıran asık suratlı mutsuzluğa eriştirmek, toplum düzeni adı altındaki eğitim sistemleri ile oluşturulur. Pink Floy’un The Wall filmindeki yaklaşım gibi. Coşkulu ve mutlu insanlar kavga etmeyecek, savaşmayacak, paraya tapınmayacaklar, böylece toplum düzeni diye nitelenen grilik coşku sayesinde renklenecektir.
Soytarı bize mizah taşır, coşku taşır. Görevi budur. Bir yanıyla devrimcidir. Soytarı gelenekli tiyatrolar ülkelerin devrimlerini ateşlemiştir. Palyaço ile Soytarı arasındaki fark da barizdir. Palyaço rengarenk giyinip düşmeli kalkmalı hareket coşkusu ile güldürürken, Soytarı duygu ve düşünceleri allak bullak eden, yolundan şaşırtan kahkahalar attırır. Ancak bu kahkahaların nefes aralarında da muhteşem bir düşünsel aydınlanma yaşatır. Düşündürür, söylenmesi gerekeni söyler, adalet duygusunu yerine ulaştırır, susanın vicdanını uyarır, cesaret aşılar, eğitir.
Elishabet dönemi tiyatrosundaki son derece basit ve ucuz, cinsellikle yoğrulmuş kaba ve harekete dayalı espriler yapan düşük seviyeli soytarılarla birlikte Shakespeare ve dengi yazarlar soytarıyı deliliğin akılla yoğrulan temsilcisi olarak evriltirler. Yasaklandığı dönemde Soytarı geleneği, uyum sağlamak için, bünyesine, pantomim, jonglörlük, cambazlık ve akrobasi gibi bedensel ustalığı da katmıştır ve böylece Pantomim gösterileri ile Soytarılık bambaşka bir boyuta evrilmiştir. Sonrasında Laurel & Hardy, Buster Keaton, Harold Lloyd, Charlie Chaplin, Monty Python gibi komedyenler bu evrimden doğan üstün bir ırk olarak komedi tarihini yazarlar. Özellikle modern Pantomim (Jester) Soytarı kalıbının en önemli boyutu Chaplin oyunculukta ve sinemada devrim yaratmıştır.
Sir Charles Spencer Chaplin, Müzikhol Oyuncusu olan anne ve babasından dolayı beş yaşında sahnelerde çalışmaya başlar. Döneminde anne ve babasının çalıştığı Müzikhollerde “Vodviller” sahnelenir ve buradaki oyuncular çok iyi birer pantomim oyuncusu, şarkıcı, jonglör, hokkabaz, dansçı ve komedyendirler. Chaplin bu gelenekten gelerek tüm dalları kendi mükemmeliyetçi kişiliği nedeniyle ileri derecelere taşır. Soytarı geleneğinin biçimi iyice netleşir.
Fransızca ‘Halkın Sesi’ anlamındaki ‘Vodvil’ komedinin önemli alt türlerindendir. Toplumsal sorunların mizah yoluyla hicvedildiği en usta gösterilerdendir. Tipleri abartılı ve sonları mutlu olsa da alt anlam olarak toplum, yönetim ve düzen eleştirisi barındırır. Chaplin’in ve dönemdaşlarının tüm kurgularında bu altanlam görülür. Gülme eylemi, baskılanmış, bilinçaltına itilmiş, ayıplanan, yasaklanan her tür enerjinin bilinç eşiğinden dışarı fırlamasıdır. Bunun için gereken mesaj kodlamaları ve kalıp davranışlar Chaplin’in sanatının temelini oluşturur. Pantomim ustalığıyla çevikleşen mesaj kodlama tekniği sayesinde Chaplin amacına ulaşır. Amaç ; aynı dili konuşmayan insanların, ortak oluşturulan kodlamaya dayalı bir mizah diliyle anlatılanı anlayabilmesidir. Böylece çok uzun bir dönem sesli sinemaya geçişi erteler Chaplin. Oluşturduğu ‘Tramp [Serseri]’ tipi; kendisine küçük gelen hırpalanmış ceketi, bol pantolonu, kocaman ayakkabıları, her derde deva bastonu, koruyucu ve kollayıcı şapkası, bembeyaz boyanmış yüzündeki sembolik bıyığı ile orta-alt sınıfın arketipidir. Görünenin altındaki tanımı ise “kazanan ‘kaybeden’” olmasıdır. Yaşam biçimi olarak ‘normal’ tanımına göre her açıdan kaybeden iken, rakibine rağmen istediği kızın gönlünü kazanması, sevmediklerinin foyasının meydana çıkması, sistem onu öğütmeye çalışırken, kendi bağırsaklarının dışarı fırlaması, kötünün “saflık” karşısında kaybedişi ve bunların herkes tarafından görülmesi, kısacası adaletin ‘Serseri’ elinden yerine gelmesi son derece önemli bir metafordur. Dünya tarihindeki sanat kodlarının büyük oranda diyalektik üzerine yazıldığını düşünürsek, iyi ile kötü arasındaki çatışma sanatın en anlamlı kavgasıdır. Kavga Chaplin gösterilerinde adeta bir Droste Efekt gibi hem fiziksel hem de içerik olarak bitmez, kendi içinden yeniden beliriverir. Kazanılan savaş, hep yeni bir seviyeyi gerektirir ve o da kazanılarak yeni bir seviyeye geçiş yapılır. Kısacası yaşam gailesi hiç bitmez. Chaplin eserlerinde dinginlik ve es yalnızca kendi bestesi olan muhteşem müziklerde bulunur. Bir de sevdiği kadının gözlerinde. Ama yeni bir efektle hemen değişen hızlı dönüşümlerle. Modern Zamanlar filmi için bestelediği ‘Smile’ adlı eser, kült olmuş sayılı romantik bestelerdendir.
Bu dönemin sanatçıları sahnede ya da beyazperdede birer ateş topu gibidirler. Fakirliklerine, her türlü sağlıksız yaşam koşullarına rağmen ayaktadırlar. Polisten ya da mafyadan kaçarken hızlı, düşerken atletik, ayağa kalkınca neşelidirler. Tıpkı çocuklar gibi bir coşkuya sahip tiplerdir. Soytarının palyaçodan bir diğer farkıdır hüzünle ağırlaşmaması, coşku ve heyecanla kaynaması. Çok hızlı düşünen eylem insanıdır. Bütün eylemlerinin sonu, adil bir ortam talebiyle yeni bir kapıyı aralar. Chaplin’in Serseri’si aceleciliği yüzünden hep kırıp döker, bu sakarlığı her zaman onu utandıracak komik soytarı numaralarıyla (slapstick) canlanır. Ama her haliyle özgürdür. Garsondur, camcıdır, itfaiyecidir…vb. Gerçek yaşamında komünizm yanlılığı suçlaması ile soruşturmadan soruşturmaya itilip, yaşamı altüst edilse de hep ezilenin, emekçinin, aşağı sınıfın sözcüsü, umut dağıtıcısıdır. Daha iyi bir toplum isteği son derece nettir. Modern Zamanlar (1936) filmi ile teknolojinin insanlığın derisini nasıl sıyırdığını son sessiz çığlığı olarak tamamlarken sisteme tekmeler savurur. 1972 Yılında bir Oscar’la ödüllendirilerek Amerika’ya girme yasağı kalktığında, sahneden yeni bir ayaklanma başlatmak üzere geri döner ancak sahneye çıkar çıkmaz ayağa kalkarak kendisini On İki dakika boyunca durmadan alkışlayan izleyici karşısında tıpkı filmlerindeki gibi gözleriyle yine sınırsız bir çığlık atar. Varolan sistem Chaplin’in tüm gösterilerinde, her açıdan eleştirilmek üzere fonu oluşturur. Önde ise özgürleşmiş birey bulunur. İyi ve saftır. Bizde de bunun en iyi denkleri, Karagöz Hacivat ile Ortaoyunundaki Kavuklu ve Pişekar’dır. Kavuklu/Hacivat aklı, mizah yeteneği, analitik yorumları ve özellikle kostümü ile tam bir Soytarıdır. Meddahlar ise bastonları ve omuzlarına asılı mendilleri ile Chaplin öncülleridir adeta. Daha yeni dönemde ise ustalar Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisi, Levet Kırca, Şener Şen ve doruk noktada da Kemal Sunal’dır.
Kemal Sunal için ‘City Lights’ filmi 1983 Yılında “En Büyük Şaban” olarak, The Kid filmi ise 1986’da “Garip” olarak uyarlandığında, Serseri tipinin yerli versiyonu Sunal’ın usta oyunculuğu sayesinde izleyicinin kalbinin ortasına oturmuştur.
Serserinin bütün hayatı kayıptı, sistemle uyumsuz, saf, naif ve tam anlamıyla özgürdü. Varolan kalıplardan uzak yaşıyordu. Orta tabaka değildi, fakirdi. Kirasını asla ödeyemiyor, bulursa yemek yiyordu. Hatta çalabilirse yiyebiliyordu, fırsatçıydı da. Zenginden çalıp kendisine ve kendisi gibilere sunuyordu. Hiç birini bulamazsa ayakkabısını suda kaynatıp çorba yapıyordu. Bunlara rağmen o kazanınca izleyen her bir kişi ya haline şükrederek, ya da bu özdeşleşimi hissederek kendisini kazanmış sayıyor, o zamana kadarki tüm kayıpları bir anlamda sıfırlanıyor, içine umut doğuyor ve gelecek inancı oluşuyordu. Bu da bir anlamda iyileşme belirtisiydi. Yine de Chaplin’in ilk sesli filmi 1940- “Büyük Diktatör” ‘deki acı ve öfke Chaplin’in bilindik şiirsel nahif dilinden uzaktı. Buradaki Hitler tiplemesi izleyicisine tam anlamıyla bir tokat atmıştı. Chaplin’in akademi ödülü adaylığı ile en başarılı gişe filmlerinden biri olmasıyla birlikte, komedyanın zamana uyarak nasıl sertleşebildiğine dair en iyi örneklerden biri olmuştu … Bundan sonra daha da sert bir film olan Mösyö Verdaux (1947) geldi. Ama halk bu entelektüel dile hızla geçiş yapamadı. Dolayısıyla film başarısız oldu.
İzleyici mizahta iyileşme eşiğini ister. Gülme eylemiyle yanakları kızarıp sağlıklı hissederken küçük adımlarla düşünmeyi tercih eder. Bu olmasa, ‘dram’ denilen trajik türle iyice ağlayarak zaten içindeki zehri atabilir. Bu boşalım başka bir taleptir. Ama komedyayı tercih etme nedeni bambaşkadır. Neşelenmeli, keyifli olmalı, aspirin gibi fazlaca yan etkisi olmadan sağlığı bulmalıdır. Sert mizah, kara mizah, politik mizah zaten diğer türlerin bilinen şekillerindeki gibi rahatlatmayıp, olağan katharsise de götürmez. Bir yutkunamama duygusu oluşturur. Kişinin dini, mezhebi, mensubu olduğu azınlığın -ya da farketmez çoğunluğun- kültürüne, sex yaşamına, bedensel ya da ruhsal farklılıklarına, aile ilişkilerine, onuruna, geçmişine, tarihine, mesleğine, saygınlığına, ait olma duygusuna, güvenliğine, kendini gerçekleştirme biçimine dair mizah her zaman aşırı bir titizlikle yapılmalıdır. Ofansif ya da Saldırgan denilen tür aslında bu alanı doldurur. Tam bir matematik ve zamanlama hesabı içermelidir. Chaplin sonrası Peter Sellers dönemi ve hemen onun uzantısı olan Monty Python ekibi aynı amacı sürdürür; Sorunları aklın mizahi diliyle çözümlemek.
Tüm zamanların zirvesinde ünlü komedi grubu Monty Python bulunur. Bilmeyenler için hızlı bir tanımla bu çağın mizah sistemini oluşturan komedi topluluğudur. Altı kişilik bir gruptur Python’lar. Graham Chapman (tıp doktoru), John Cleese (avukat) ve Eric Idle (dil bilimci) Cambridge’den, Terry Jones (dilbilim ve tarih) ve Michael Palin (tarih) Oxford’dan, Terry Gilliam ise -önce fizik ardından siyaset bilim ve çizim sanatı (Occidental Coll.) mezunudurlar. Komedi yazıp oynamaya okul sırasında oluşturdukları tiyatro klübünde başladılar. Ardından Monty Python adı ile 1969 – 1974 Yılları arası özellikle BBC için hazırladıkları Flying Circus şovu ile mizah ve tarih yazdılar. Sonraki dönemde yaptıkları filmler ve başka şovlarla tarzlarını tamamen pekiştirdiler. Life of Brian isimli filmleri için Beatles grubu üyesi George Harrison’ın evini ipotek ederek filme sponsor olduğu bilinen desteklerdendir. Aynı zamanda Python Programlama dili de adını gruptan almıştır. 70’lerden sonraki tüm mizah anlayışında izleri görülür.
Mizah yaşayan canlı bir organizma gibidir. Değişir, evrilir, her topluma, kültüre, çağa, coğrafyaya, gruba, bireye göre değişir. Ortaklık oluşturma meselesi alt, orta ve üst düzey mizaha göre de değişir. Alttaki kaba saba, cinsellik temalı, pis esprilerin yapıldığı hareket komedisinin bir üzerinde orta komedya vardır, hem harekete hem söze dayalı esprilerin yapıldığı. Üst düzey mizah ise sözel, entelektüel, aklı kışkırtan, hareketi dil yoluyla sağlayan bir türdür. Düşmeler, kalkmalar dil yoluyla oluşurken imalar, göndermeler, istihzai ve sarkastik konuşmalar sürekli dolanılan labirentleri oluşturur. ‘Deadpan’ kullanır üst düzey komedya oyuncusu (Özellikle John Cleese bu tanımın kendisidir adeta); her repliği, bozulmayan dümdüz bir mimik ve değişmeyen ses tonu ile söyler. Bu ciddiyete ‘bir an’dan uzun es ve sessiz bakışlar da eklenerek durumun absürtlüğü iyice vurgulanır. Sessizlik ve düzlük mizahın altını çizer. Sarkasm, kelime oyunları ve büyük ustalık gerektiren zamanlama bu tarzın en büyük hareketleridir. Bunların en ustalıklı örneklerini oluşturmuş ve sergilemiştir Cleese-Chapman-Palin-Jones-Idle ve son dönemin en başarılı sinema yönetmenlerinden (Dr.Parnassus-Zero Theorem-Brasil-Twelve Monkeys-The Fisher King…vb.) biri olan Gilliam. Düşme kalkma, cinsellik esprileri entelektüel-estetik bir koreografiyle bulunur ekibin komedilerinde. Asıl ustalıkları olan sözel mizahları kışkırtıcıdır. Her bir sözleri eleştiri yüküdür ama eleştirilerindeki ağırlık zarafetle yoğurulmuştur. Küfürlerin birebir sözel karşılığını büyük bir nezaketle oynarlar. Bu açıdan yöneticiler tarafından, Antik Yunan komedyalarından beri en çok ciddiye alınan komedi grubu olmuşlardır. Buradan bakılınca bu en basit şablona göre Monty Python tüm komedya kalıplarını kullanarak ofansif mizaha bir kapı açmış, uzantıları South Park mizahı da bu kapıdan içeri girip türü 2000’lere uyarlamıştır. Yaratıcıları Trey Parker ve Matt Stone ‘Monty Python olmasa komedya gelişemez, toplumlar şu anki seviyelerine gelemezdi’ derler.
Buradan itibaren tarzın uzantısı olan Stand-up George Carlin’le doruk noktayı yaşayarak, Louis Ck, Ricky Gervais, Anthony Jeselnik, Jimmy Carr ve özellikle de Eddie Izzard ile gelişir. Eddie Izzard bir filmde Charlie Chaplin’i canlandıracak kadar sinema ile iç içe, Monty Python’la sahneye çıkacak ve John Cleese’in “-Eddie bizim kayıp Pythonumuz’dur” diyeceği kadar da gösteri dünyasının parlak yıldızı olmuştur. Tam bir muhalif-aktivisttir. Spor geçmişi olmamasına rağmen Mandela için Güney Afrika maratonu dahil olmak üzere çeşitli maraton koşularında milyonlarca Sterlin bağış toplamıştır. İşçi Partisi’nin önemli bir destekçisi ve üyesidir. Kendisini hep iyileşmiş bir kişi olarak görürken ‘erkek bedenine hapsolmuş bir lezbiyen’ ve ‘normal ateist bir Avrupalı İngiliz’ olarak tanımlar. Aklının bir gün sandviç yaparken mutfakta açıldığını anlatır. Tanrı kavramıyla arasındakileri o anda tanımlamış ve rahatlamıştır. Amacı tüm insanların kendi sağlıklarını bulabilmeleridir. Bunun için hiç durmadan gösterilerini sürdürür. Bir gün herkes canının istediği gibi giyindiğinde herkes daha sağlıklı olacaktır. Adı geçen tüm isimler ofansif mizah gösterisicidir. İnanca, ırk sorununa, aşırı duyarlılığa, cinsel yönelime, tacize, pedofiliye, militarizme, savaşlara, tepkisizliğe, iktidara, hükümetlere, politikaya, güce, güçsüzlüğe her konuya saldıran bir türdür Ofansif Mizah. Başta anlatıldığı gibi her konuyu sulandıran mizahın, beklemedikleri anda insanların üzerine bir dolu kova su boca eden yanıdır. Kaba komedyayı dil olarak dönüştürmüştür. South Park tarzı dizilerde ise tam anlamıyla gösterilir. Başka bir dilden bire bir çeviri gibidir. Görsel olarak örek verecek olursak, insanların yalnız kaldıkları en önemli yer olan tuvaletteki tüm gizemini ortadan kaldırır görsel ofansif mizah. Kişilerle uğraşır. Neyin temsilcisi oldukları üzerine özellikle kibarlığı elden bırakarak tanımlamalarda bulunur. Eleştiremeyeceği daha da ötesi mizahın konusu yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Normalde insanların duyarlı olduğu her konuya saldırabilir. Mizah yolu ile bu duyarlılıkların tedavi edileceğini düşünür ama bu tür tanımları da eklektik bulur ve sevmez. Hiçbir şeyi sevmez ofansif mizah. Öncelikle kendisini. Sağlığın çok yönlü eleştiri ve sarkasm ile geleceğini düşünür. Ama sağlığı da sevmez. Sağlık peşinde koşanları hor görür. Akışkan olmayan hiçbir şeyi sevmez tıpkı akışkan olan şeyleri sevmediği gibi. Geçmişe de geleceğe de inanmayan acı yüklü kara mizahtan daha farklıdır nihilizmi. Freud kişilerin, saldırganlık veya cinsellik gibi tabuları dışa vurabilmek için mizahı bir yöntem olarak kullandığını açıklamıştır. Freud da sevmez ofansif mizah. Burada Aristoteles’in tanımında yerini bulur. Ona göre bazı insanlar, başkalarının acı ve üzüntüleriyle mutlu olurlar. Buradaki mizah başkasının sakarlığı, zaafları, dalgınlığı, kıtlığı karşısında kendini üstün görenin gülmesiyle anlamlanır. İğnelemenin, alayın ve saldırganlığın hazzıdır mizahın tanımı. Bu durumda da kontrolü eline almak hayatta kalabilmenin en önemli yolu olduğu için sağlıklı hissettirir. Hayatta olmak insan beynine göre sağlığın ilk görüntüsüdür.
Mizah öncelikle sosyal bir olgudur. Bireysel açıdan baktığımızda dengeyi koruyamayan mizah iyi gelmeyeceği gibi hasta eder. Tam tersi alay edilen kişi olarak bunu başkalarına yükleyemeyip aşağılandığımızı hissediyorsak, depresyonun ön saflarındaki yerimizi alırız. Ama ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ adımına geçebildiysek kendimizde var olan zaafları başkalarında görmek inanılmaz bir rahatlama yaratacaktır. Mizah uzun zamandır bir sanat türü olarak kabul görmektedir. Ne şekilde yapılırsa yapılsın, ister sözel, ister çizgi yoluyla, ister film ya da sahne veya aktivizm şeklinde. Hangi yolu seçerse seçsin mizah devrimcidir. Muhalifliği durağanlığı ve uyuşukluğu önler. İnanılmaz bir dinamizm kazandırır. Bir çeşit intikam alma yoludur. Bu bakımdan oldukça önemli bir emniyet supabıdır. Hem bireysel hem de toplumsal bilinç açısından sağlıklılık göstergesidir. ‘Gülme toplumun katılığına verilmiş bir cezadır’ diyen Bergson’a göre gerginlik ve esneklik birlikteliği komedyayı oluşturur. Bu noktada kendisi ile alay edebilen, kendi kusurlarını görüp, bunlardan korkmayan, bu sayede içine kapanmayan, doğru savunma mekanizmaları oluşturabilen bireyler ve toplumlar sağlıklı olacaklardır. Günümüzde pek çok hastanede palyaçolar sağaltım için çalıştırıldıkları gibi, soytarılık terapileri de büyük oranda ilgi görmektedirler.
İnsanları mizah yolu ile güldürebilmek bilimsel bir çalışma ve deneyim gerektirir. Şimdiye kadar anlatılan özellikle ofansif, kara mizah gibi türlerdeki koşullar denge ve zamanlama ile oluşturulur. Sahne üzerinden hakaret etmek ofansif mizah anlamına gelmeyecektir. Bunun bilimsel koşullu teknik bir dengeleme sistemi vardır ki amaçladığı kışkırtmanın dozu geliştirici olsun. Mizah, haz yolu ile bireyleri çocukluklarındaki ruh durumuna ulaştırır, bu yüzden ihtiyaçtır. Dışarıdan gelen her kötülükle başa çıkılabileceği duygusu verir. Bir çeşit rahatlama mekanizması oluşturur çünkü her kötü ‘şey’
mizahla eğlenceli ve zevk alınan bir hale dönüşeceği için ortalama haz ikiye katlanacaktır. Protest yanıyla kişileri gençliğinde tutar mizah. Hiçbir şeyden hoşlanmayan, her şeyi eleştirebilen zihinsel aşamaya sürükler. Uyumluluğun uyuşukluğunu bir tül perdesi gibi sıyırır. Görüntüyü iyice büyütür bu sayede netleştirir. Pek çok sorunlu ilişkinin, eşler arası, iş arkadaşlığı, öğrencilik, hastalık gibi durumlarda sorunların çözümünde önemli bir ortam yaratıcıdır. Aynı zamanda ilişkileri güçlendirir de. Aynı şeylere gülen insanlar ortak bir gelecek hayal edebilirler. Buradan çıkışla toplumsal olarak da genelde onarıcı, birleştirici yanı kullanılır mizahın. Politikacılar mizah yolu ile rakiplerini ötekileştirirken, destekçileriyle ilişkilerini güçlendirirler. Kaygı-öfke ve anksiyetenin azaltılmasında hem klinik hem de sanatsal anlamda kullanılır mizah. Gerçeklerle baş edebilmenin en ince yoludur. Gerginlikle oluşturulan tüm kurumlar ve kültürler, katı mutsuz ve gelişime kapalıdır. Mizah esnekliği ile yoğurulan kişi ve sistemlerin daha demokratik oldukları saptanmıştır. Beyin fonksiyonları net biçimde mizahla değişkenlik gösterir. Beyin kapasitesini yükselten mizah, bilginin kalıcılığını desteklerken, bilgilerin birbiri ile bağını daha rahat kurdurur, soyut algılamayı geliştirir, matematik ve mantık kurgularını artırarak, problem çözme ve algılama yeteneğini netleştirir. Mizah yoluyla eğlenmeyen insanların yaratıcılıklarının zamanla köreldiği gözlemlenmiştir. Acı ile başa çıkabilmenin yas tutma dışındaki belki de tek yoludur mizahla ifadelendirmek. Hemen hemen bütün sanat dalları için son derece çekici bir tarzdır mizah. Schertzo formuyla Mozart’ın, Chopin ve Beethoven’ın mizahı, Shakespeare’in komedyalarındaki üst düzey sorumluluklar, Moliere, Goldoni, Pinter, Cehov, Rostand oyunları, Heykel, tasarım, resim ve karikatürdeki tüm yaklaşımlar her zaman popüler olarak yüceltilmişlerdir. Çünkü yaşamı algılamayı kolaylaştırır mizah. Dönemler arası ritme uyum sağladığı için insanların odaklanma sürecine her şeyden daha çok hitap eder. Bir cenaze evinde kıkırdayan kişiler her zaman hem sanatın hem psikoloji biliminin konusu olurken, başına gelen kişiler tarafından çok zor bir andaki asıl beyaz ışığın yolu olarak görülmüşlerdir. Mizah anlayışı güçlü olan kişiler stresten kaynaklı hastalıklara daha zor yakalanmaktadırlar. Kendisi ve içinde bulunduğu durum ile ilgili rahatlıkla mizahi yönden tanımlamalar yapan kişilerin her anlamda daha sağlıklı ve başarılı oldukları bilimsel bir açıklamadır. Tüm bunların ışığında kesinleşen şudur ki mizah yönünü kaybeden kişiler ve toplumlar hastalanmaya, kargaşaya, başarısızlığa, mutsuzluk ve iletişimsizliğe mahkumdurlar. Mizah, okullarda matematik veya edebiyat kadar yer alması gereken bir ihtiyaçtır. Tabii sanat ve spor dalları ile birlikte. Birlikte gülemeyen insanlar aynı inanç, ırk veya statüye dahil olsalar da birlikte yaşayamazlar. Kültürü, huzuru, ekonomisi, yaşam biçimi bozulmuş toplumların mizahlarını yeniden yakalamaları, yaratmaları ve ortaklıkla bulaştırmaları gereklidir. Kötü şeyler, virüsler gibi bulaşıcılık, iyi şeyler içi de geçerlidir. Sevgi dolu çiftlerin etraflarındaki kişilerin sevgiyi daha güçlü algıladıkları gibi mizah dolu insanların çevresindeki kişiler de gülmeceyi, esnekliği, bilimsel yönelimi, mutluluğu, sağlığı daha derinden tanıyacaklardır. Soytarı deyip geçmek yerine keşke birer soytarı olabilsek dedirtmelidir mizah…