Ahlakın bozulduğu yerde her şey bozulur!
Çok mu iddialı? Şimdi ahlâk nedir, kime göre, neye göre konularına girip yazıyı uzatmayacağım. Asgari düzeyde insan olmanın gereğinden bahsedeceğim. Hepimiz şu kadarcık insan onuruna önem verecek olsak derinlemesine düşünmeye gerek de yok aslında. Doğruluk, dürüstlük, bilgi sahibi olmak, kendini bilmek, kararlılık, ölçülü ve dengeli olmak ya da doğru davranışlarda bulunmak… Bir insanın ‘insanım’ diyebilmesi için bu kadarını yapması çok mu zor? Cesaretten, yiğitlikten, fedakarlıktan, vefadan henüz bahsetmedim bile.
Böyle yazınca hemen ardından sıkça sorulan sorular geliyor; kimin doğrusu, neyin bilgisi, neyin ölçüsü, neye karşı cesaret, kime karşı yiğitlik, neyin fedakarlığı? Bu sorular da her şeyde olduğu gibi sınıfsal… Mesela desem ki “bir çocuğun sütünü çalmak ahlaksızlıktır.” Bunun nedenini, nasılını sorgular mısınız? Sorgulamayız bile! Sorgulamamamız gerek. Sorgulasak da doğruya ulaşırız. Belki üzerinde biraz daha düşünmek gerekir. ‘Olabilir canım’ filan derken ortam o kadar kirlenir ki sistem sizi dünyanın her yerinde kabul gören böylesine bir ahlâki değeri bile “ne olmuş canım bir çocuğun sütü çalınmışsa, kıyamet mi kopmuş” noktasına getirebilir. Ya da biri çıkıp “Çalıyorlarmış. Benim sorunum değil kardeşim. Biz de çalıyoruz, biz de vergi kaçırıyoruz. Çalmayan var mı Allah aşkına…” diyebilir.
Laf aramızda, ahlakın konusunu-sınırlarını belirleyebilmeniz için, öncelikle özgür ve hakim olmanız gerekir. Romalı köle sahipleri der ki; “Efendinin buyurduğu şeyi yapmanın utanılacak yanı yoktur.” 2500 yıllık bir gerçek bu; Efendin varsa utanmaya ihtiyaç duymazsın. Çünkü “efendim öyle istedi” der geçersin. Öyle rezil bir tarafı var köleliğin. “Bir köle hizmet etmek için yaşamak zorundadır, hepsi o kadar.”*
Efendini sevmek zorundasındır yaşamak için. O ne derse yapmak zorundasındır. Hayatta kal, nefes al, çalış! Bunları yaptığın sürece kendince basit bir hayat yaşayıp, gideceksindir bu dünyadan. Sonsuz sevginle hayatta kal! Spartaküs olmaya gerek yok! Efendin rahat sen rahat! Yalnız, “kölenin efendisi ile ilişkisi tehlikelidir. Çünkü birbirine karşıt iki yanı vardır: sevgi aniden şiddete dönüşebilir…”**
Roma hukukçuları -ki ekseriyetle ekonomik temelli yasalar çıkartırlarmış- efendi-köle ilişkisinde sevginin şiddete dönebilme riskine karşı efendileri “insani” davranmaya davet ederlermiş. Bu sözüm ona insanileştirme çabalarını ve sonuçlarını iyi anlatan bir örnek şöyle; İmparator Hadrianus ‘incelikli’ bir insan olduğu halde bir gün yazı takımının iğnesini katip kölelerinden birinin gözüne batırdı ve kör etti; daha sonra bu köleyi çağırdı ve başına gelen şeye karşılık nasıl bir armağan istediğini sordu; kurban cevap vermedi, imparator sorusunu yineledi ve kölenin ne isterse yerine getireceğini ekledi. Cevap şu oldu; “yalnızca gözümü istiyorum.”***
Sanırım gözünü kaybettikten sonra bunun yerine getirilmeyeceğini hem efendi hem köle biliyordu. Bazı köleler gözünü kaybetmeyi avantaja dönüştürerek efendiden birçok şey tırtıklamış olabilir. Ama köle “efendi neden gözümü çıkardı” diye sorabilir de… Burada “neden efendim gözümü çıkardı” sorusu yerine “neden bir efendim var, biz neden köleyiz” sorusunu sormak en akıllıca olan. Oysa aklını kullanabilse köle de olmayacaktı zaten…
Siz hiçbir kediye ahlâklı olması gerektiğini söylediniz mi? Mesela anne kedi doğum yapana kadar onların yanında olması gerektiğini, bebekleri büyütürken anne kediye destek olması gerektiğini söylediniz mi erkek kediye? Ya da bir kurda “geyikleri yememelisin, onların da bir canı var” dediniz mi? Hiçbirimiz bunu yapmadık çünkü ahlâklı olmak erdem sahibi olmak insani bir özellik. Çünkü ahlâklı olmak, erdemli olmak aklı olmayı gerektirir. Öyleyse köle sahibi olmanın birinci koşulu köleleştireceğin insanın aklını kullanmasını engellemektir. Karşısından düşünürsek köle olmamanın birinci koşulu akıllı olmaktır. Aklı olan aynı zamanda ahlâkı olandır, erdemli olandır.
İnsan, onurunu kaybettiğinde aslında aklını, aklını kaybettiğinde de ahlâkını kaybetmiş olur. Ahlâkını kaybeden gözünü de kaybeder. Körleşir. Körleştiğinde olan biteni görmediğinden artık onun nefes almak-hayatta kalmak için çalışmak, efendisine hizmet etmekten başka seçeneği de yoktur. Bu son, onun “ben neden varım” sorusunu sormasını da engellediği için o aslında yoktur!
Burada “ahlâkçılık” teriminin ötesinde her insanın sahip olması gereken insan ahlâkından, onurundan bahsediyoruz. Çünkü ahlâkçılık efendinin işidir. Dolayısı ile bunu kölesine de öğretmiştir. Onlar ahlâkçılık yapar ki kendi ahlâksız kuralları hakim olsun. Erdemli olmak ise bu ikisi dışında özgür insanın yapabileceği bir şeydir.
Başta bahsettiğimiz bir çocuğun sütünü çalmayı düşünmek bile ahlâklı insan için onursuzluktur. Onurlu insan bir çocuğun sütünü çalmaktansa açlıktan ölmeyi göze alır. Onurlu insan keyfi için, konforu için güçsüz insanları sömürmeyi aklından bile geçirmez. Onurlu insan, gecesini gündüzünü konforunun, gücünün devam etmesi için başka hayatları yok etmeye yönelik planlar kurmaya harcamaz. Onurlu insan, acıya, yoksulluğa, çaresizliğe yol açacak bir dünya yaratmaz ya da yaratılmasına aracı olmaz. Karşıdan düşünelim, onurlu insan ahlâkını kaybetmemiş insandır. Çünkü bilir ki ahlakın olmadığı yerde her şey bozulur. Ve bozulan her şeyin içinde yaşamak herkesi mutsuz edecektir. Bu nedenle ahlâklı, onurlu insan başkalarını da onurlu olmaya teşvik eden insandır.
Rahmetli babam ahlâkın ne olduğunu anlatmak için bir örnek vermişti. “Karşı komşunun kapısı açık kalmış. Para dolu cüzdan hemen kapının girişinde… Seni kimse görmeyecek. O cüzdanı senin aldığını kimse bilmeyecek. Buna rağmen eğer o cüzdanı çalmıyorsan, kapıyı kapatıp başkasının da çalmasına engel oluyorsan işte o zaman sen ahlâklı birisindir.”
Senin baban enayi mi? Yok, babam enayi değil, siz ahlâksızsınız!
*Özel Hayatın Tarihi- Ed.Phılıppe Aries, Georges Duby
** A.g.e
*** A.g.e
Kapak Görseli: Hussein Badshah