Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. En son ne zaman yazdığımı unutacak kadar uzun bir ara vermiştim Reportare‘deki yazılara. Bu uzun ara için bir çok geçerli bahanem var tabii ki. İş yoğunluğu, ailevi mevzular, ülkenin pürmelali vs. Sanırım, bu bahaneler içinde aslında en gerçek ve sürekli olanı ülkenin halet-i ruhiyesi. Zira uzun zamandır içimden herhangi bir şey yazmak gelmiyordu. Hele müzik üzerine bir şeyler yazmak gerçekten anlamsız görünüyordu bana. Pandemi döneminde açlıkla mücadele eden müzisyenlerin hikayeleri, intihar eden müzisyenler, istediği şarkıyı çalmadı diye öldürülenler, pandemi zamanında konulan müzik yasağının kaldırılmak yerine sıkılaştırılmaya çalışılması gibi say say bitmeyecek türlü rezilliği yaşarken müzik üzerine ne söylenebilir ne yazılabilir ki? Ancak, köşemize çekilip olan biteni şaşkın ve endişeli bir şekilde izlemenin de ne bana ne de başka birilerine bir katkısı olmayacaktı. Köşemize sıkıştıkça ve içimize kapandıkça bu gerçeklerden kaçamayacağımız gibi bu olanları değiştirmek için küçük de olsa bir imkanımız varsa onu da elimizden kaçırıyorduk. O yüzden kendi depresyonumu ve moralsizliğimi bir kenara bırakıp en azından bir süredir dinlediklerimi ve o dinlediklerimden dikkatimi çekenleri paylaşarak bu kısır döngüyü kırabilmek için tekrar bilgisayar başındayım işte.
Diğer yandan, yazı yazmak zor zanaat. Az çok zevk alıp biraz da içinde yoğrulduğunuz bir konu üzerine yazacak olsam bile her yazı için konu bulup bunu istediğim gibi işleyebilmek ve daha sonra da yazıya döküp birileriyle paylaşmak başlı başına özel bir emek istiyor. O yüzden tekrar yazmaya başlarken bunun devamlılığını sağlayabileceğim bir akış yaratmam gerekiyordu hayatımda. Yazmak ve müzik benim için bir hobiyken hayatımı sürdürebilmek için her ikisinin de dışında bir iş yapmaya devam etmem gerekiyor. Bu iki birbirinden uzak dünyanın kesiştiği yer ise işimin başındayken bile sürekli müzik dinleyebilmem. Bulduğum formül ise yeni çıkan albümleri dinleyerek kulağıma hoş gelen, ilgimi çeken ya da beni şaşırtan albümleri, müzisyenleri, şarkıları ya da olayları sizlerle paylaşmak oldu. Bu yazının da devamında göreceğiniz gibi 7 ile 10 günlük süreler içinde yeni çıkmış albümleri ve EP’leri dinleyerek sizlerle hem yeni ne çıkmış ne çıkmamış listeler halinde paylaşıp hem de bu listelere dahil ettiğim kayıtlar hakkında varsa kendi fikirlerimi paylaşarak size küçük bir müzik panoraması sunmayı hedefliyorum. Bunun kolay bir iş olup olmayacağını bilmiyorum ama en azından deneyeceğim. Zira, bu aralar en büyük derdim yeni çıkan albümleri tek bir yerden doğru bir şekilde takip edememek. Hem kendi derdime derman olurken hem de benimle aynı dertten mustarip birilerinin de bu derdine merhem olabilmek amacındayım. Yani küçük bir müzik dergisi kıvamında olacak yazılar. Benim listelerimde doğal olarak rock ve metal müziğin indie’den black metal’e kadar olan tüm janrlarını barındırmayı hedefliyorum. Ancak, bu yazıları üretirken kendi müzik dinleme alanımı ve kültürümü genişletebilmek amacıyla caz ve klasik müzik albümleri için de bilgilendirmeler yer alacak yazılarımda. Tabii ki bu türlerde çok fazla fikir belirtmek gibi bir hedefim yok. Zira, bu türlerin meraklıları benden çok daha iyi yorumlar yapacaklardır. Yine de, bu türlerde de kulağımı güzel gelen bir şeyler olursa emin olun biraz gevezelik edebilirim.
Neyse, lafı daha fazla uzatmaya gerek yok. Zira yazının bundan sonrası bir süre sonra internetin bu köşesine bakmayı alışkanlık haline getirenlerin alışarak aradıkları bazı gelişmeleri bulabileceği bir akış halinde devam edecek. Mesela sadece tek bir haftada 112 farklı albüm ve EP içinden süzülerek toparlanan ve dikkatimi çeken mevzular var bundan sonrasında. İleriki haftalarda da aynı obsesif kompulsif bozukluk ile devam etmeyi arzuluyorum. Umarım siz de seversiniz.
Şimdi sadede gelip 2023’ün Ocak ayının ilk haftasında çıkan ve benim göz gezdirdiğim albümler üzerine biraz yazmaya başlayayım. İlk havadis bizim topraklardan. EYT’li rockçumuz Teoman 6 Ocak tarihinde Sevda Mecburi İstikamet isimli yeni bir EP çıkardı. 4 şarkılık bir EP bu. EP’ye adını veren şarkı Çağan Irmak’ın aynı isimli yeni filmi için yapılmış. Kayıtta şarkının hem grup hem akustik versiyonu var. Ben akustik versiyonun kaydını daha temiz buldum. Hoş, her iki arasındaki fark birinde akustik diğerinde elektrik gitar kullanılması. Kayıttaki tüm şarkılar 70’lerin Alpay şarkıları tadında. Teoman’ın vokallerinde de aynı etkiyi çok net hissediyorsunuz. Teoman sahalara mı döndü? Bu konuda Teoman’ın bile yorum yapabileceğini sanmıyorum. Şarkılara bayılmadım ama o 70’ler kokusunu bir şekilde özlemişim. O yüzden, bir şekilde sardı ama bu bugünün haleti ruhiyesinden mi yoksa şarkılardan mı o kısmı için bir cevap veremeyeceğim.
Yılın ilk haftasının benim için ağır topları ise iki punk kaydıydı. Bunlardan ilki punk kültürünün temellerini daha 60’ların sonu ve 70’lerin başından itibaren atan, daha sonra her 10 yıllık dönemde küllerinden ve sayısız rehabilitasyondan hayatta kalarak geri dönen Iggy Pop’un 19. albümü Every Loser. Iggy Pop büyük bir yıldızlar grubu ile birlikte kaydetmiş albümü. 3 şarkıda Guns’n Roses’ın bas gitaristi Duff McKagan var mesela. Davulların çoğunu RHCP’den Chad Smith çalmış. Yine RHCP’de John Frusciante’nin ayrılışı sonrası gruba dahil olup Frusciante’nin geri dönüşü ile gruptan ayrılan gitarist Josh Klinghoffer bir çok şarkıda gitarları hatta duramayıp klavyeleri de çalmış. Albümde Jane’s Additction ekibinin de neredeyse hepsi var. Dave Navarro, Chis Chaney ve Eric Avery birer şarkıda Iggy Pop’a eşlik etmiş. Yine bir şarkıda Pearl Jam’in gitaristi Stone Gossard, bir şarkıda da Blink-182’nin davulcusu Travis Baker var. Tüm bu isimleri bir araya getiren ise tabii ki albümün prodüktörü Andrew Watt. 2022’de Eddie Vadder’in solo albümü Eartling ve Ozzy Osbourne’nun Patient Number 9’ının da prodüktörüydü kendisi. Her iki albüm de başarılı albümlerdi. Hele Ozzy’nin albümü benim beklentimin de üzerinde iyi bir albümdü. Bu albümlerde de yine aynı ekip az-ı endam etmişti zaten. Enteresan bir prodüktör. Matematiği çok iyi bir albüm üretmiş yine. Albüm daha çok 90’lar post-rock dönemine yakın olsa da Morning Show ve The Regency gibi yaşlanmış 2020’ler Iggy Pop’u ile de yüzleştirmiş bizi. Iggy Pop’un o derinlerden gelen davudi sesi artık yorgun ama hala neyi nasıl yapması gerekiyorsa yapmaya gücü yetmiş. Hızlı ve punk zamanına yakın şarkıları daha iyi söylemiş mesela. Albüm uçup kaçmasa da iyi albüm olmuş. Ben 5 üzerinden 3 verdim bu albüme. Dinlenmeyi sadece Iggy Pop albümü olduğu için değil iyi bir albüm olduğu için hak ediyor. Ben Neo Punk’a hem müzik olarak hem sözler olarak bayıldım. Özlemişim böyle gözüne gözüne işleri.
Beklediğim diğer ikinci ağır top ise hala punk rock’un bayrağını yere düşürmeyen, Occupy Wall Street’den aklınıza gelebilecek her türlü eylemde arz-ı endam eden Arti-Flag’ın 13. albümü Lies They Tell Our Children. Tam bir gaz albüm. Sözler çok iyi, müzikleri ise her zamanki gibi kemiksiz punk. Bu albümde de enteresan isimler konuk olmuş. Mesela Rage Against’den Tim McIlrach, Bad Religion’dan Brian Baker, Die Toten Hosen’dan Campino albüme konuk olmuş. Albümde sözleri boş tek şarkı yok. Ben Imperialism, The Fight of Our Lives, Victory or Death (We Gave ‘Em Hell) ve Work & Struggle’a bayıldım. 50 yaşımdaki halimle ben bile gaza geldim. Öyle bir albüm. Bir de bu şarkıların arkasında Iggy Pop’un son albümündeki Neo Punk’ı dinleyince tam oluyor insan. Bu albüme 5 üzerinden 3,5 veririm. Üstü? Punk ölmedi ama biraz yaşlanmış. Üstü için daha geç olması gerekiyor (ya da ben mi daha genç olmalıyım acaba. Kim bilir?).
Bu haftanın benim için sürpriz iki grubu var. Biri ABD’den bir indie rock grubu. Grubun ismi Tomato Soup. Albümün ismi ise Dog Sounds. Grubun daha öncesine ait çok az şey bulabildim. Grubun bulabildiğim ilk albümü. Normalde indie rock benim çok bayıldığım bir tarz değil. Ancak, bu albümde özellikle gitar kullanımlarını ve tonlarını çok sevdim. Indie müzisyenleri genelde blues tonlarında gitar sololarından hatta doğrudan şarkı içinde sololardan kaçarlar. Tomato Soup ise bazı yerlerde Americana tadında çok iyi gitar soloları ile bezemiş şarkılarının bazılarını. Gitarın tonu da çok güzel. Ben albümü baya sevdim. Sizlere de tavsiye ederim. Besteler de öyle damarları dikine kestirecek karanlıkta ve şehirli bunalımında değil. Oldukça keyifli.
İkinci sürpriz grup ise Norveç’li bir progresif rock grubu. Grubun adı Kornmo. Albümün ismi ise Vandring. Albüm gurubun 3. albümüymüş. İlk albümlerini 2021’de çıkarmışlar. Müzikleri tamamen enstrümantal ama çok keyifli. Bir çok yerde 70’lerdeki Caravan ya da Camel’in tadını alıyorsunuz. Albümün en büyük problemi prodüksiyon. Daha iyi bir prodüksiyon ve kayıt ile gerçekten dinleyene “Vay be” dedirtecek bir albüm olacakmış. Kayıtlarda derinlik yok. Fazla yalın ve bas gitar üzerine fazla düşülmüş. Daha dengeli bir kayıt, biraz daha iyi aranjeler ve tonlarla bu melodiler bambaşka bir sonuç doğurabilirmiş. Bence büyük potansiyeli var grubun. Sadece bu türü sevenler değil herkesin kulak kabartmasını öneririm albüme.
Bu haftanın bir başka sürprizi ise Peter Gabriel’in bu yıl çıkartacağı yeni albümü öncesi ilk teklisini sunması oldu. Şarkının ismi Panopticom. Ben şarkıyı Gabriel’in Us ve Up dönemine yakın buldum. Peter Gabriel’in benim sevdiğim dönemleridir bu dönemleri. Bas gitarda yine Tony Levin var. Bu bile benim için yeterli aslında.
Bu hafta (yani 2023 Ocak ayının ilk haftasında) çıkan albümleri türlerine göre listeleyip gözüme çarpan bazı albümler hakkında da kısa kısa bilgi verip yazının sonuna doğru uzanayım.