Dünya pandemi sonrasında “yeni anormal”in gelmesini beklerken, hiç görülmemiş bir iştahla “eski normal”e dönüşün panik ve şokunu yaşıyor. En son yayınlanan WEF Küresel Risk Raporu 2023, sevgili Bülent Ortaçgil’in “Normal” şarkısı ile büyürken “biz bunların hepsini yaşadık” diyen bilge X kuşağının elinden çıkmış gibi.
Dünya dönüyor.
Bu hafta sosyal medyada kısa süreli bir panik ve sevinç yaşandı. Dünyanın çekirdeğinin tersine dönmeye başladığı haberi, en kötüyü bekleyenler için mesihten haber gibi oldu. Kısa süre yaşanan “sonumuz geldi ama, bizimle birlikte bütün zenginler de ölecek” sevinci, bir saat içinde olayın “normal” olduğunun açıklanması ile kursaklarda kaldı. Yaşam ve eziyet eski normali ile devam ediyordu…
Oysa ki, 10 Ocak’ta yayınlanan ve kimsenin dikkat etmediği WEF Küresel Risk Raporu, dünyanın çekirdeğinin tersine dönmesinden daha beter haberler içeriyordu. Raporu okuyunca, dünyanın hala dönmesine, sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Hadi bir göz atalım bu felaket raporuna ve içinde yer alan önümüzdeki risklere; daha neler göreceğiz?
Hırsızlığın maliyeti, topyekün çöküş.
Önce hergün yaşadığımız ve 2025’e kadar sertleşerek devam edecek olan risklere bir göz atalım. Listedeki her madde için WEF raporunda yer almayan veya hala eski ekonomist veya stratejist kafası ile yapılan açıklamalar yerine, kök bir nedeni de hemen altına yazıverelim.
- Yaşam maliyetinin artması ve bir krize dönüşmesi
- Neden? Düne kadar bedelini ödemediğimiz doğal kaynakların ve kirliliğin artık bedava olmaması.
- Doğal afetler ve aşırı hava olaylarının artarak devam etmesi
- Neden? Kapitalizmin hala elli yıl önceki iş anlayışı ile yoluna devam etmekte ısrarcı olması ve fosil yakıtlardan vazgeçememesi.
- Jeoekonomik çatışmaları sertleştiren politikalar
- Neden? Kendi halkını değil, sadece kendi zenginini korumak için canla başla politika üreten sermaye beslemesi hükümetler olması.
- İklim değişikliğini önlemedeki başarısızlık
- Neden? Ekonomik ilerleme ve kalkınmanın sürekliliği yalanı karşısında dünyayı korumaya çalışanların ülkelerinde vatan haini ilan edilmesi.
- Sosyal uyumun yok olması ve toplumsal kutuplaşmanın yükselişi
- Neden? Artık sadece korkudan beslenen devletlerin, halklarının yarısını dışlayıp kalan yarısını da ikiye bölerek birini sahiplenmesi.
- İnsan kaynaklı olarak büyük ölçekli çevresel hasarların yaşanması
- Neden? Kapitalist yasal hırsızlığın yoksullaştırdığı milyarların, yaşamak için çevresel duyarlılığı olmayan nesneleri almak zorunda kalması.
- İklim değişikliğine uyumda başarısızlığın etkileri
- Neden? Düşük gelir ve borç batağındaki ülkelerde yaşayan milyarlarca insanın iklim değişikliğine karşı savunmasız bırakılması.
- Ülkeler arası ve bireysel etkili siber suçların artması ve siber güvensizlik
- Neden? Tüm hakları elinden alınmış olan insanların özgürlüklerini aradıkları tek ortam olan siber dünyada baskı altına alınması.
- Doğal kaynak krizlerinin tüm insanlığı etkilemesi
- Neden? Sınırları içindeki doğal kaynakları, insanlığın ve tüm türlerin değil, sadece kendisinin malı olarak gören fikirsiz sermaye ve yancısı hükümetler olması.
- Büyük ölçekli gönülsüz göç olaylarının artarak devam etmesi
- Neden? Yerel halkların haklarını elinden almak için, gerekirse savaş çıkartarak terkedilmiş topraklar yaratmak isteyen vahşi kapitalizmin hortlaması.
Ben birer tane neden yazdım ama herhalde sizler daha onlarcasını bularak bu krizleri neden yaşadığımızı, yaşamak zorunda bırakıldığımızı daha iyi izah edebilirsiniz.
İlişkileri görmek tembelliği.
WEF raporunda önümüzdeki on yılın riskleri de yer alıyor. Bu riskler yukarıda saydıklarımız ile büyük ölçüde benzeşiyor. Ancak ek olarak biyoçeşitlilik kaybı riski, iklim sorunu ile doğrudan ilişkili üç maddenin ardından dördüncü sırada yer alıyor.
Bugün küresel ölçekte ve ne yazık ki Türkiye’de de biyoçeşitlilik kaybı ile işi arasındaki ilişkiyi kuramayan şirketler var. Bu konuda ilişki kuramama durumuna değin dile getirilen, “bilgimiz yok”, “bizim ürünler ile ilgisi yok”, “karmaşık bir konu” gibi mazeretleri ne yazık ki geçerli görmüyorum.
Biyoçeşitlilik kaybı ve her bir iş alanı ile ilişkisine dair son derece sade anlatımı olan bilgilere çok rahatlıkla ulaşılabiliyor. Ben burada şirketlerden ziyade şirketlerde çalışan bireyler nezdinde büyük bir sorumsuzluk ve tembellik olduğuna inanıyorum.
Riskleri yaşamak zorunda mıyız?
Bu yıl 18’incisi yayınlan WEF’in Küresel Risk Raporu 2004 yılından beri düzenli olarak hazırlanıyor. Raporlarda yer alan risklerin neredeyse tamamı küresel ölçekte yaşandı ve yaşanıyor. Öncelikle, raporun hazırlanmasında katkıları olan, çeşitli disiplinlerden çok sayıda uzmanın hakkını vermek gerekiyor. Ancak diğer yandan küresel ölçekte büyük bir promosyonu da olan raporda sıralanan risklerden sakınmak yerine bunları yaşamayı tercih eden insanlığımıza ne demek lazım bilemiyorum.
Bu durumdan WEF de sıkılmış olacak ki, bu yıl raporun kapanışında, risklerin algılanmasına ve önlenmesine yönelik ciddi bir bölüm ayırılmış. Bu bölüme bir göz atmakta yarar var. Belki WEF’in risk ile ilgili olarak sıraladığı dört ana başlık yaşamımıza veya işimize katkıda bulunabilir. Bu başlıkları da altlarında kısa birer cümle ile açıklamaya çalışayım.
- Riskleri belirleme yetkinliğinin ve risk öngörüsünün güçlendirilmesi
- Yani… Ortaya çıkan makro riskleri, seksenli yılların iş jargonundaki “gri gergedanlar”, “siyah kuğular” gibi tanımlamalar ile hafife almak veya yüksek düzeyde belirsizlik ortamında, bir de düşük düzeyde bilgi, çelişkili veriler ve bilişsel önyargılardan kaynaklanan zorluklar ile görememek, görmek istememek durumundan kendimizi kurtarmamız gerekiyor.
- Gelecekteki risklere bugün verdiğimiz değerin yeniden gözden geçirilmesi
- Yani… Topyekün varoluşumuzun sonunu getirecek olan iklim değişikliğini hafifletememe, iklim değişikliğine uyum sağlayamama ve biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşünü önlemekte başarısız olma gibi konuların olumsuz etkilerini anlamakla birlikte; mevcut durumumuzu korumak adına bunları sani çok sonra olacakmış gibi hayal etmekten vazgeçmemiz ve daha uzun vadeli düşünmemiz gerekiyor.
- Çok boyutlu şekilde risk hazırlığına yatırım yapılması
- Yani… Risklerin hepsinin ayrı ayrı yaşanacağını düşünmekten vazgeçmemiz gerekiyor. İklim değişikliğinin ekosistem çöküşüne, biyoçeşitlilik kaybının gıda krizine, küresel ısınmanın önlenemez göç dalgalarına, eşitsizliklerin sosyal çatışmalara neden olacağını; özetle her birinin bir diğerinin yıkıcılığına çarpan etkisini ve topyekün sistemlerimizi çökerteceğini görmeli ve yatırımlarınızı buna göre planlamalıyız.
- Hazırlık ve müdahale için her seviyede işbirliğinin güçlendirilmesi
- Yani… Yaşadığımız ve yaşayacağımız risklerin bir sahibi olduğuna inanmayı bırakmamız gerekiyor. Bu yanlış fikri hem devletler, hem şirketler hem de bireyler nezdinde çöpe atmanın zamanı geçti diyebiliriz. Şehir efsaneleri ile küresel ısınmaya ABD’nin, karbon emisyonuna Çin’in, savaşlara Rusya veya Kuzey Kore’nin, toplumsal kutuplaşmalara faşist liderlerin neden olduğuna, bunların yok olması ile risklerin ortadan kalkacağına inanmayı bırakmalıyız. Riskleri sahiplenmeli ve bu sahipliğe güçlü ortaklıklar kazandırmalıyız.
Diğer yandan raporda riskler arasındaki etkileşim ile risklerin bölgeler bazında nasıl bir etkisi olacağına dair de öngörüler yer alıyor. Bu bölümler özellikle incelemeye değer.
WEF’in risk raporu bir başucu kitabı değil ama okunmaya değer. Özellikle son rapor, insanlık olarak çevrede, ekonomide, sosyal alanda kendimizi ve işimizi yönetmekte, risklere karşı durmakta nasıl ve neden etkisiz kaldığımızı kendince dile getiriyor. Buna dahi bir ilerleme gözüyle bakmak lazım. Kalın sağlıcakla.
Görsel : Mockup Graphics, unsplash.com