Ben, dedi, ‘-Bu yaştan sonra bende oyunculuk yeteneği olduğuna karar verdim, siz anlar mısınız, biraz bana bir şey söyler misiniz?’. Yakın arkadaşımızın arkadaşı. İlk kez tanışıyoruz, sevimli cıvıl cıvıl bir kadın. ‘-Kaç yaşındasınız ki?’ dedim. Biz İzmirliler böyle -ki koyarız bazı cümlelerin sonuna. Aslında ‘ne var ki bunda?’ demek gibi bir ektir oradaki -ki. ‘-36 yaşımdayım.’ dedi. ‘-Ne var ki bunda?’ dedim sade bir -ki tonlamasıyla. ‘- Yani geç mi bilmiyorum oyunculuk yapmak için, son günlerde arkadaşlarım benim çok yetenekli olduğumu sürekli söylemeye başladılar, bence de var bende yetenek. Yani yetenekli olup olmadığımı hemen anlayıp bana söyler misiniz?’ diye uzun bir cümle kurup kendisini nefessiz bıraktı. ‘-Konuya öyle bakmıyorum ben.’ dedim.
Yetenek dediğimiz şey biraz kalıtsal. Diyelim şahane bir orta kulak genetiğiyle doğdunuz, Mozart olma olasılığınız yükselir. Ya da bebekken 5 oktav aralıkla ağlayıp sesler çıkarıyorsunuz, Freddie Mercury olma olasılığınız yine de olamaz ama iyi bir şarkıcı olabilirsiniz ? Yukarıdan verildiği, indiği düşünülen yeteneğin doğuştan gelen bir avantaj olduğunu bu gün genetikbilim bize açıklıyor. Ama sonrası artık bizde.
Sanat denilen mesleğin içe doğmalarla yapıldığı o harika dönemleri biraz geride bıraktık. Çünkü içimize doğacak her şeyi telefonlarımızın mekanik sesi söylüyor zaten bize. Hem de gerekli gereksiz zamanlarda içimize doğacakken telefon yalnızca gerektiği zaman söylüyor. Eskiden yağmur yağacağını anlayan insanoğlu artık bunu 15 gün önce aplikasyondan öğreniyor. Havayı koklamasına gerek yok. Çoğumuz sabah işe gidecekken pencereyi açıp, acaba hava bu gün nasıl olur, ne giysem? diye bakmak yerine telefona bakarak havanın bize gün içinde ne sürprizler sunacağını öğrenmiyor muyuz? Kaldı ki en büyük ressamların, tiyatro oyuncularının, yazarların, sahne tasarımcılarının, heykeltraşların, sinemacıların, müzisyenlerin vb., yaşam öykülerine baktığımız zaman aslında eğitim için ne acılar çektiklerini öğreniyoruz. Da Vinci “Damarların nasıl çalıştığını öğrenmek için 30 kadar cesedi açarak inceledim, toplam 100’ü bulan kadavra ile araştırmalarımı yaptım.’ diye açıklamıştı. Pek çok sanatçının para karşılığı, yasak olan bir dönemde gizli yoldan kadavralarla çalıştığı özel not defterlerinden edindiğimiz bilgiler dahilinde.
‘-Konuya öyle bakmıyorum ben. Ne olursa olsun oyunculuk eğitimi almalısınız.’ dedim. Artık bir sivil toplum örgütü gibi çalış/ıyor/malı/makta tiyatro sanatı. Bazı ülkelerde neredeyse her mahallede var. Oraya gidip işin bilimini öğrenmeye çalışan insanlar da ‘-Oh, Kendimi kazandım.’ gibi açıklamalar yapıyorlar. Kendisini kazanmak, bir kaybetmişlik öyküsünün sonu gibi duyuluyor evet. Çünkü yozlaşan sistemlerde insanlığın vardığı evrimleşme biraz tersine çalışmaya başladı. “Evrimleşmenin ivmesi incelendiğinde, doğrusal devam etse,”, diyordu geçen gün okuduğum bir yerde (Kimbilir nerede?), “…şu an en akıllı, belki sağduyulu, dayanıklı ırk insan ırkı olmalıydı.”. Bir yerde tıkandı evrimleşme, yan dallara kollara doğru gitti belli ki. Her gün karşılaşıyoruz aslında. South Park çizgi filmindeki “İnsanAyıDomuz” karakterine dönüşmemiş mi çoğu insan? Keşke tanımasam dediğimiz, bazısını tanımadığımız ama sosyal medyada fark ettiğimiz ya da ortaklaşa bir iş yaparken. kendisini zorla farkettiren…
‘-Konuya öyle bakmıyorum ben. Ne olursa olsun oyunculuk eğitimi almalısınız. Hayatınızın bundan sonrasında daha farkında ve aydınlık zihinli olmanız için harika bir eğitim.’ dedim. Cümle yapım bozuktu ama gayet anlaşılırdı bence. Bu eğitimi alan kişiyi hem de yakın çevresini daha genişletecek, renklendirecek bir eğitim. Tabii profesyonel ellerden olursa. Ama yönlendiriciniz size bir ağlama mimiği çalıştırırken ‘-Annen öldü, şimdi gömülürken düşün ve ağla.’ diyorsa ya da gelip size bir tokat atıp ‘-Çağdaş gerçekçi bir yaklaşım budur bak ağlıyorsun işte bunu kullannnmhh.’ Diyorsa, ruhunuzu üşüteceğiniz cereyanda kalmanın tanımı budur işte. Oyunculuk sanatının son derece sağlıklı bir iş olması gereğini hep söylerim. Fizik ve akıl sağlığımızı sürekli korumalıyız iyi oyuncu olmak istiyorsak. Bunun için de bir bilim adamı gibi araştırarak, analizler, deneyler yaparak, anatomi, psikoloji ,sosyoloji , antropoloji, etimoloji, fonetik, akustik…vb., pek çok disiplini de içeren eğitimi almak iyi olacaktır. Aksi, bu yolda adresi kaybetmenize yol açar. Nereden gelip, nereye gideceğinizi size anlatan bir bilimsel araştırmadır Sanat/Oyunculuk Eğitimi.
‘-Konuya öyle bakmıyorum ben. Ne olursa olsun oyunculuk eğitimi almalısınız. Hayatınızın bundan sonrasında daha farkında ve aydınlık zihinli olmanız için harika bir eğitim. Yetenek doğuştan getirdiğiniz özelliklerinizdir ama nasıl kullanacağınızı bilmiyorsanız bir işe yaramaz hatta bazen yetenek yük olur insana. Mutlaka bu eğitimi çalışmalısınız. Okul olur, kurs olur, iyi bir usta olur, bu işin bilimini ilimini öğrenmek her akla, bedene iyi gelecektir.’ dedim korkmasın diye yumuşacık bir sesle. Yazarın dediği gibi “Zamanında davranmasını bilmedikten sonra konuşmanın hiçbir yararı yoktur.”. Yalnızca bir teksti alıp ezberlemek ve onu hoşumuza giden bir sesle ve bedensel hareketlerle göstermek değil oyunculuk eğitimi. Felsefenin ilk sorusunu anlamak için çıkılan bir yolculuktur. İnsan nedir ve neden burada? Ne yapıyoruz? Kimiz? Bir amacı var mı bütün bu yaşamın? Sevgi ne? Yaşam ve ölüm neler? İnsan olmanın bilinci nerede başlar? İçgüdü ne? Sesimi çıkartırken kaç tane organ çalışıyor bedenimde? Ya bu ses konuşmaya dönüştüğünde? Ağlarken ne oluyor da gülerken bunlar olmuyor mu? Sesleri nasıl duyuyorum? İnsanların tepkilerine neden olan etkilerin tek tek kodlanarak mesaj haline getirilmesi nasıl bir süreç? Efekt denilen şey ile nidalarımız ve nefesimiz arasındaki bağlantı nedir? Diyaframımız çalışırken kafamızdaki boşlukları nasıl tınlatıyoruz? Bir insan şoke olmuşsa nefesi, el parmakları, ritmi, ayaklarının ucu ne halde durur? İletişimd…….O kadar uzun ki bu son bölüm. Tabii ki ona söylemedim bunları. Korkmasın istedim. Bir cesaretle dalsın konuya. Hatta belki birkaç arkadaşını da sürükler. Buradan itibaren farklı sorular sormaya başlarlar hayata dair ve cevapları ararlar. Ne güzel olur. Çok soru sormayan, sormayı bilmeyen, daha önce hayata hiç bu açıdan bakmamış insanlar için ne sihirli bir yolculuk. İster 10 yaşında ister 71 yaşında olsun. Soru sorabilecek bir beynimiz, öğrenme hevesli gözlerimiz olduktan sonra Sanat Eğitimi almalıyız. Bir bilim adamı olduğumuzu düşünerek sanatla uğraşmalıyız. Hayatın en derin yanlarını öğrenmeye çalışarak geçen harika zamanların hazzı bize gerçekliğe dayanma gücü verecektir. Bu gücümüzle, birlik olmayı, hayatın ne değerli ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğunu kavrayıp yaşama sanatını bir bilim adamı titizliğinde paylaşabiliriz. Her sanat dalının içinde Fizik, Kimya, Matematik, Geometri, Tıp, Sosyoloji, Siyaset bilimi, Biyoloji, Psikoloji hatta Astronomi bulunur ve bu bilim dallarının da birer sanat olmadığını kim söyleyebilir ki?
Fotoğraf: Javad Esmaeili/unsplash.com