Ülke erken ya da zamanında bir yıl içinde seçime gidiyor. Öyle böyle bir seçim değil bu, tüm kurumlar rayından çıkmış, göstergeler her türlü uyarı seviyesini geçmiş, bakıp da içinizin yanmadığı hiçbir alan kalmamış. Yoksulluk almış başını gitmişken ve bu durum felaketin sorumlusu iktidarın orta/alt sınıf seçmeni için de böyleyken AKP ve küçük ortağı MHP’nin oylarının hızlı düşüş trendi içine girmesi bekleniyor. Evet, iktidar oylarında aşağı yönlü eğilim var görüyoruz ama düşüşün ivmesi niye artmıyor, pek çoğumuz anlayamıyoruz. Hal böyle olunca gözler bu alanda yapılan araştırmalara ve onların ekranlara yansıyan yüzlerine çevriliyor. Türkiye’de “kamuoyu araştırmaları” denince akla siyasi araştırmalar ya da daha yaygın söylenişi ile “seçim araştırmaları”nın gelmesinin sebebi bu.
Madem konu bu kadar yakıcı, temel siyasi araştırma okur yazarlığına ihtiyaç hasıl olmuş demektir. Bu yazıda siyasi araştırmaların da kalitesini etkilediğini düşündüğüm sektörel meseleleri ele alıp siyasi araştırma okur yazarlığına ilişkin birkaç ipucu vermeye çalışacağım.
Türkiye’de araştırma sektörünün tarihi, “pazarlama” uzmanlığının gelişmesine paralel. TÜİK’in görev tanımı gereği yaptığı düzenli araştırmaları ve akademik çalışmaları bir yana koyarsak “araştırma”, pazarlama sektörüne içkin bir uzmanlık dalıdır. Araştırma şirketlerinin ezici çoğunluğu cirosunu siyasetten değil ürün ve hizmet pazarlama sektöründen yapar. Yani aslında pazarlama araştırmaları sektör normunu belirler.
Nedir pazarlama? Pazarlama, üstünde marka olan her ürünün tatması gereken bir süreçtir. Pazarlama profesyoneli, gazeteciliğin o ünlü mottosu ile söylersek 5N 1K’sını, yani markasının Ne vaat ettiğini, Kime, Neden, Nasıl, Ne zaman ve Nasıl ulaşacağını bilerek karar alır.
Ortalama bir pazarlama profesyonelinin elbette bu sorulara verilecek akla yatkın cevapları vardır. Ancak sınırları ve seviyeleri ölçümlemek, iletişim tonunu ve tüketici üzerinde etkili vaatleri belirleyebilmek için objektif uzman bir ekiple pazarlama araştırma yatırımı yapar. Araştırma veren olarak masaya iş ve pazarlama problemini koyar ve yol haritasını çizebilmek için ihtiyacı olan projeyi tasarlaması için araştırma şirketini “briefler”.
Pazarın dinamiklerini doğru tanımlamak yani mesela bir deterjan markasının hanelerin yüzde kaçında kullanıldığını, pazar payını, tüketici profilini ya da bir partinin oy oranını belirleyebilmek için 23 milyon hanenin temsilcisiyle ya da 60 milyon seçmenle görüşme yapılmaz. Araştırmanın hedef kitlesini temsil edecek “örneklem” (sample) ile çalışılır.
Örneklem işin en kritik noktalarından biridir. Bir araştırmanın güvenilirliği için sadece örneklem büyüklüğü yeterli kriter değildir. Örneklemin yapısı, üzerine söz söylediği topluluğu (evreni) temsil edebilmelidir. Sektörün duayenlerinden, meslektaşım Uğur Ünal (1), bloğunda yer alan Türkiye’de Kamuoyu Araştırmalarının Durumu ve Konumu” başlıklı yazısında bu konuyu etraflıca ele almış. https://www.ugurunal.com.tr/arastirma/turkiyede-kamuoyu-arastirmalarinin-durumu-ve-konumu/
Ünal, bize önce “örnekleme”nin gündelik hayatımızın bir parçası olduğunu hatırlatıyor. “Pilavın pişip pişmediğini tencereden aldığınız birkaç pirinç tanesi ile, çayın demini yudumlayarak anlarsınız ve hiç yanılmazsınız” diyor. Çünkü bulunduğu evreni temsil özelliklerine sahip pirincin ve çayın “beni seçme” deme özgürlüğü olmadığını, örneklem yapısını yanlı (bias) hale getiren ilk engelin seçilme özgürlüğü (selection bias) olduğunu söylüyor. Yani bir pirinç tanesi ya da çay yudumu değilseniz bu böyle. İnsanlar araştırmaya katılımcı olmama özgürlüğüne sahip. Bu özgürlüğünü soru soranın kimliğine, bulunduğu yere, araştırmanın konusuna göre kullanabilir.
Puslu Havalarda Siyasi Araştırmalar Pusula mıdır?
İşi başından aşkın, zamanı kıymetli, beyaz yakalı, orta-üst düzey profesyonel iş insanıysanız, yüksek duvarların ardında yalıtılmış sitede oturuyorsanız ve site yönetimi giriş kapısına “seyyar satıcı ve anketör giremez” levhası asmışsa, sizinle görüşmek isteyen anketörden de kovulduğundan da haberdar olmazsınız.
Misal, iktidarın hoşlanmadığı, hatta lider kadrosunu hapse attırdığı bir partinin seçmeniyseniz sokakta ya da telefonda parti tercihinizi ifade ederken iki kere düşünürsünüz.
Diyelim, ilk kez gelecek yıl oy kullanacak Z kuşağına mensup bir gençsiniz. Dış dünyayla daha çok mesajlaşarak iletişim kurmayı tercih ediyorsunuz, telefonda konuşmayı sevmiyorsunuz ,15-20 dk. süren araştırma görüşmesinde kim tutabilir sizi?
Mutaassıp bir çevrede yaşayan, eğitimsiz, çok çocuklu genç bir kadınsınız diyelim, ev odaklı hayatınızda size yüz yüze ulaşmak zor, sokakta konuşmak zinhar ayıp, hatta günah, hasbelkader size ulaşıldığında da aile büyüklerinizin kime oy vermeyi düşündüğünü o anda bilemeyebilirsiniz.
Öte yandan burada sıralanan her tipolojinin eşit oy hakkı olduğunu, araştırma ile ulaşılamamış olsa da onların seçim günü oy pusulasıyla baş başa kalacaklarını akılda tutmalısınız.
Hani araştırma şirketleri araştırmanın künyesine “%x” hata payı yazıyor ya işte onun için Ünal diyor ki: “İstatistikte hesaplanan hata payı da “beni çekme” diyemeyenler üzerinden formüllenmiştir. Buna göre her bir parçanın eşit seçilme hakkı vardır. Dolayısıyla araştırmalardaki istatistiki hata oranı araştırmalara katılmak istemeyen kişiler ile başlıyor.”
Buradan biz fanilerin anlaması gereken, temsiliyet her hedef kitle için aynı kolaylıkta / tesadüfilikte gerçekleşmiyor. Bu sebeple basit tesadüfi örnekleme (simple random sample) ile Türkiye minimum hatayla temsil edilmek isteniyorsa dev örneklem elzem. “Aslında sahada görüşmek istediğiniz herkes araştırmaya katılımcı olabilse Türkiye’yi temsil etmek için 1.500 örneklem de yeter.” diyor Uğur Ünal. Ama yazının başında anlattığım “seçilmeme özgürlüğü” sebebiyle örneklem sayısını daha da yüksek tutmak gerekiyor.
Özetle sevgili Reportare okuru, yüksek sayıda ve tesadüfi örneklem planı iyidir, emeğinin karşılığını alan, sahada ya da telefonun başında canla başla çalışan anketör iyidir, para pul derdi olmadan araştırmasını namusuyla tamamlayan araştırma şirketi iyidir. Türkiye’de demografik kırılımlar toplamdan ne pay alıyorsa örneklem planının da “kendiliğinden” öyle olması iyidir. Bunlar iyidir hoştur ama maliyeti çok yüksektir.
O sebeple pek çok ince hesaptan sonra sahaya çıkılır, görüşülecek kişilerin özelliklerine göre elde hedefler bulunur. Bu hedeflere, ekipte yüzlerce kişi, veri toplama sürecine ayırdığınız haftalarca zaman ve elbette bu çalışmayı finanse edecek hatırı sayılır bütçe yoksa “reddedilmeden” ve yüz yüze yöntemi ile ulaşmak çok güçtür.
Onun için bir haftada 5000+ kişi ile yüz yüze görüşüldü denilen araştırmaları kim finanse etmiş sorgulayın. Bir yığın müşterisi, saygın bir ismi vardır, sahaya aynı anda yüz anketörü çıkarmıştır, o zaman olur ama kıymeti kendinden menkul firmaların boş gevezeliklerine kulak asmayın.
Araştırma pahalı bir iştir. Çünkü nitelikli kadro, teknoloji yatırımı ve deneyim ister. Türkiye’de bu kadar çok siyasi araştırmayı finanse edecek büyüklükte ve disiplinde araştırma veren grubu yok. Medya kuruluşlarının bütçesi saha giderlerini bile karşılamıyor. Partilerin sayısı, araştırmaya ayıracak bütçeleri belli.
Evreninin özelliklerini taşıyan örneklem dağılımını temin etmek güçleştikçe araştırma maliyeti yükselir. Bunun için hibrit veri toplama yöntemlerini kullanmaktan çekinmemek lazım. Eğer ekibin yeterli yetkinliği ve teknolojik altyapısı varsa telefon, online ve yüz yüze yöntemlerinin orkestrasyonunu yapılabilir. Ekranlarda bu işlerden anlamadığı halde sadece yöntem tercihi yüzünden araştırma projesini değersizleştirenlere de rastlıyoruz, böyle acıklı beyanatlar verenlerle vakit kaybetmeyin.
Örneklemin doğru biçimde coğrafya, yaş, cinsiyet, siyasi eğilim dağılımı ile verinin hem sahada hem de ön-analiz süreçlerinde kontrolü için sadece sözeli değil matematiği ve istatistiği de kuvvetli ekiplerle çalışılması lazım. Siyasi araştırma sunanın ekibi, deneyimi, denetleyicisi var mı sorgulayın.
Maalesef nitelikli ekip, sektörün bir başka kanayan yarası. Araştırma alanında global şirketler fabrikasyon üretimle fiyatları aşağıya çekip, butik yerli firmaları öldürdüğünden ve özellikle büyük araştırma veren, projelerinin pazarlığını masa sandalye de satın alan ekiplerine yaptırmaya başladığından beri sektör, çalışanlar için eğlenceli, yaratıcı ve güvenceli bir yer olmaktan çıktı. Araştırma sektörü ya uzun saatler boyunca çalışma ya da düşük ücret, kimi zaman her ikisinin bir arada olduğu bir yere dönüştü. Bu da sektöre taze kan pompalanmasını engelliyor haliyle. Dijital devrim sayesinde veri toplama ve tablolama çok hızlandı. Bu durum kalibresi yüksek veri analisti, hikâye anlatıcısı, sorunu tespit eden hatta çözümünü de önerebilen araştırma uzmanı ihtiyacını daha da belirginleştirdi.
Bizim sektörün dertleriyle kafanızı şişirmek istemem ama bilmenizi isterim ki sektörün dertleri misliyle siyasi araştırmalar alanına yansıyor.
Ben yirmi yedi yıldır bu sektördeyim ve iki dönem kendi meslek birliğim Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin (TÜAD) yönetim kurulunda görev aldım. Zaman zaman televizyon kanallarında küçücük sektörde adını ilk kez duyduğum araştırma şirketlerinin temsilcilerine rastlıyorum. Her ne hikmetse çoğu, az evvel paylaştığım mesleki sorunları aşmış, üstüne siyaset bilimci kesilmiş, topladığı veriyle ilgisi olsun olmasın her türlü konuda ahkam kesebilen, üstün niteliklere sahip kişiler. Hayran olmamak elde değil.
Örneklemi 2.000 olan araştırmada, bir partinin oy seviyesinin %1,25 olduğu söyleniyorsa, o partiye oy vereceğini söyleyen 25 kişi var demektir. Araştırmacı bu 25 kişinin profili veya başka partilerle etkileşimi üzerine konuşurken kendisini izleyenlere sözünün istatistiki değeri olmadığını söylemiyorsa bence programı izlemeyi bırakın. Kendi uzmanlık alanında bile bu özeni göstermeyen araştırmacı, uzman olmadığı alanlarda neler der kim bilir?
Unutmayın, siyasi araştırmalar yapan firmaların ezici çoğunluğu sektörün tek mesleki birliği TÜAD’a üye değil. Dolayısıyla derneğin kalite kontrol ve denetim süreçlerinden muaflar.
Herkesin gözü kulağı seçim araştırmalarında ama lütfen temel mesleki donanım ve ahlaki ilkelerden uzak, bilimselliği, güvenilirliği şüpheli araştırma sonuçlarını PR malzemesi olarak kullanmaya teşne, “bir masa bir kasa” şirketlerden uzak durun, raporu kimin yazdığına, kimin, nasıl sunduğuna dikkat edin.
İdeolojik angajmanı olmayan seçmenin oy tercihleri değişir ama yaşam biçimi, değerleri ve medya tüketim alışkanlıkları hızla değişmez. Yani sosyolojik veriler olmadan yapılan araştırma değil, sayımdır, geçici ve uçucudur. Oy verme davranışının arkasında her seçmenin yaşam hikayesi yatar, bu yüzden bunu anlamaya çalışan projelere kıymet verin, zaman ayırın.
Bölümün başındaki soruya dönersek eğer, araştırma okur yazarı olduğunuz, her bilgiyi, veriyi sorgusuz sualsiz kabullenmediğiniz sürece elbette siyasi araştırmalar puslu havalarda yol gösterici olur. Genel olarak kamuya açık paylaşılan araştırma sonuçlarına bakarak “Evet bu zorlu ekonomik koşullar altında, AKP tedricen kan kaybediyor, kararsızlarda hafif de olsa düşme başladı, kararsızların ilk adresi İYİ Parti, HDP oylarını koruyor, yeni partilerde sıralamalar değişiyor ama görünen o ki beklenen patlama burada henüz olmadı” diyebiliriz. Bu bilgi araştırma okur yazarı seçmen için yeterli olabilir. Peki bundan siyasi mücadele hattındaki bir parti nasıl bir sonuç çıkarabilir, nasıl strateji belirleyebilir? Strateji için sayım değil, ilgili partinin iletişim problemlerini çözebilecek, yol haritası çizecek nitelikte, ona özel, birebir denetleyebildiği araştırma gerekir.
Düzen ne kadar bozulursa bozulsun mesleki ahlaktan, yapıcı şüphecilikten, gerçeği ve doğru olanı kovalamaktan vazgeçmemeli. Memleketin hali malum, bayram seyran boğazında diziliyor insanın ya, yine de umudun peşini bırakmamak, bayrama katık etmek lazım. Hepinize huzurlu ve mutlu bayramlar dilerim…
(1) Uğur Ünal https://www.ugurunal.com.tr/arastirma/turkiyede-kamuoyu-arastirmalarinin-durumu-ve-konumu/
Kapak Görseli: Arnaud Jaegers/ Unsplash