Unutamadığım iki güzel “ses” geldi geçti bu dünyadan, sessiz sedasız…
Biri Elazığlı Diş Hekimi İshak Tanoğlu’nun sesiydi; bir ilahiyi söylerken duymuştum ilk kez:
Ya Rab bize rahmeyle,
Biz miskin biçareye
Baran gibi yağdırsan
İnayetin hakire…
Türkiye’deki Süryaniler hakkında gerçekleştirilen ilk filmlerden(ii) biri olan Işık Sesini Arıyor belgeselini çekerken karşılaşmıştım, ilahiyi söyleyen İshak Tanoğlu’yla. Süryani literatüründe “Turabdin” (Tanrı Hizmetkarları Dağı) olarak anılan Mardin ve civarında yaşayan birkaç kişilik bir Süryani grubu, Nusaybin’deki Mor Yakup ile Nusaybin’in Gündükşükro Köyü’ndeki(iii) Mor Abrohom kiliselerine bir ziyaret düzenlemişti. Biz de geziye katılmış, bu küçücük grubun coşkusuna tanıklık etmiş, belgesel film için onları belgelemiştik. Tanoğlu iki çocuğuyla birlikte kameramızın karşısına geçip, bu ilahiyi “ses”lemişti. Kulağımızın aşina olduğu bir makamla söyledikleri ilahi, Türkiye’de ve Kuzey Mezopotamya’da Süryani halkının cılızlaşan sesini Türkçeyle fısıldıyordu.
İshak Tanoğlu vefat haberini aldım. Yeşilköy’deki Mor Afrem Kilisesinin ilk ayinini yönetmek üzere Şam’dan Türkiye’ye gelen, Süryani Patriği Mor İğnatiyos II. Efrem’in elini öptükten birkaç dakika sonra vefat etmiş… Belki fark etmişsinizdir; 8 Ekim günü 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir kilise törenle açıldı. Törene katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye’deki değişik din ve cemaatlerin temsilcileri koronun “Abun dbaşmayo” (Ey göklerdeki babamız) duasından sonra kurdeleyi kesti. 15 Ekim’de kilise ikinci kere, bu kez işlevine uygun biçimde ibadetle açıldı. Elâzığ Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakıf Başkanı İshak Tanoğlu da Süryanileri dünyevi olarak temsil eden en üst yetkili olan Patrik’in yöneteceği bu ayine katılmak için İstanbul’a gelmiş. Patriğin elini öpmüş, sonra kalbi dayanamamış… Bir gün sonra yapılacak olan töreni göremeden, orada okunacak dua ve ilahileri duyamadan…
İshak Tanoğlu İncil-i Şemmas’tı. İbadet sırasında Süryani kiliselerinin en kutsal bölümü olan kduşkudşin’e (mihrap) çıkma, İncil ve fankitho’lara “ses” verme konusunda icazet almış bir Süryani’ydi. Harput ve Elâzığ kiliselerinden sorumluydu. Bütün çetin koşullara karşın halkının ve kültürünün cesur bir temsilcisiydi. Irkçı ya da dinsel baskılara, tehditlere barışçıl biçimde karşı koyuyordu. Elazığ’ı asla terk etmemişti, terk etmek de istemiyordu. Elazığ-Harput’ta bir kayanın içine oyulmuş olan ve MS II. Yüzyıla tarihlenen Meryem Ana Kilisesi yıl içinde ibadete kapalı tutuluyordu. Tanoğlu, kilisenin sadece 15 Ağustos’ta, Meryem Ana adına düzenlenen “Salkım Bayramı”nda açılmasını ve “Kıddes” yapılmasını tercih ediyordu. Muhtemelen yaşamındaki en güzel sesleri de Meryem Ana Günü’nde duyuyordu.
Onu Elâzığ’ın merkezinde sadece Süryaniler değil neredeyse herkes tanıyordu. Elazığlıların tercih ettiği, işinde mahir bir diş hekimiydi. Onun Hıristiyan olması aklıselim Müslümanlar için lafı edilecek bir konu değildi. Anadolu insanının cömertliğinin temsilcisiydi. Gönül adamıydı. Davudi sesi sadece kilisedeki dua ya da ilahilere değil, gündelik konuşmalara da hayat verirdi. Elâzığ civarında konuşulan bütün dillere hakimdi. Geçen yıl Harput Film Festivali nedeniyle Elazığ’a gitmiş, eşimle muayenehanesinde ziyaret etmiştik. 20 yıl sonra tekrar karşılaştığım bu koca yürekli ve koca “ses”li adam sanki her gün görüşüyormuşuz gibi yakın davranmıştı. 20 yıl önce genç bir delikanlı olarak çektiğim oğlu da diş hekimi olmuştu. Aynı muayenehaneyi kullanıyorlardı. Kızı ise İskenderun’a gelin gitmişti. Muayenehaneye hastanın biri giriyor biri çıkıyor, hepsiyle hoş bir muhabbet yürüyordu. Tok olduğumuz halde bize zorla pilav üstü döner ısmarlamış, üstüne de tatlı yedirmişti.
Midyat’ta, Işık Sesini Arıyor belgeselinin çekimlerinde sıradan bir müzik kasetinde Süryanice bir duaya rastlamıştım. Bu duayı filmde kullanmak istedim. Dua, tıpkı resmi açılış törenine katılanların dinlediği gibi, Süryani liturjisinde en önemli dua olan Abun dbaşmayo idi… Yeşilköy’de açılan kilisenin adı gibi, Patriğin adı gibi, kullanmak istediğim bu duayı okuyan kilise korosunun da adı, III. Yüzyılın başında Nusaybinde yaşayan Süryani azizlerinden Mor Afrem’den geliyordu. Mar(iv) Afrem Süryani Ortodoks Kilisesinin Korosu okuyordu duayı. Lakin bu kilise İsveç’teydi ve İsveç’teki cemaatle hiçbir temas şansım yoktu. Hazırladığım belgesel Kanal D’de ve CNN-Türk’te yayınlanacaktı. Telif sorunu yaşamak istemiyordum. İstanbul’daki tanıdığım Süryanilerden yardım istedim. Bir-iki gün sonra telefonum çaldı; İshak’ın sesiydi karşıdan gelen. İsteğim ona kadar ulaşmış; o da İsveç’teki Metropolit’e. Koronun yöneticisinden duayı belgeselde kullanabilmem için gereken izni almıştı. Filmim o güzel koronun sesinden Abun dbaşmayo ile başlar… Vakitsiz çaldığı zaman ölümü haber veren bir noqusho’nun (çan) sesiyle biter…
Unutulmayı Anadilinde Anlatmak
Unutamadığım bir başka “ses” ise Tevfik Esenç’in sesidir…
Belgesel sinemacı dostum İsmet Arasan, 1987 yılında çektiği Son Sesler filminde (V)Ubıhça’yı konuşabilen son kişi olan Tevfik Esenç üzerinden (V)Ubıhçanın son seslerini geleceğe taşımaya çalışmıştı. Kendisiyle birlikte bu dil ölmesin diye çabalayan Esenç, dilbilimci George Dumezil’e bildiği bütün “ses”leri vermiş; birlikte (V)Ubıhça bir sözlük hazırlamışlardı. Belgeselin ses kuşağına hayat veren Müşfik Kenter’in o güzel sesi ise hüzünlendirir insanı:
“Ansızın hatırlayacağım, son sözlerini tekrarlayacağım… Unutulmasın diye, son sesleri… Çok ölüm gördüm. Uzun bir ömrüm oldu takatim kalmadı. Yüreğim fazla dayanmaz, biliyorum. İçime atsam, olmuyor. Dilime vuruyor. Anadilimde anlatmak istiyorum, unutmayı ve unutulmayı…”
Son Sesler’in çekiminden yaklaşık beş yıl sonra, 1992 yılının Ekim ayında (V)Ubıhçayı konuşabilen son kişi olan Tevfik Esenç’in “sesi” bir daha geri gelmemek üzere sustu… Cumhuriyet’in arka sayfasında, sol sütunda küçük bir haber çıktı:
“Son Ses Öldü”
(V)Ubıhça “ölü dil” statüsünde artık… Elazığ’ın son Süryanilerinden biri olan Tanoğlu’nun gür sesi de duyulmayacak.
Ölen sadece iki kişi, kaybolan iki “ses” değil. Türkiye kültürel çoğulluğunu, farklı seslerini bir bir yitiriyor. Sessiz sedasız, kültürler yok oluyor, kalanlar ise “aynı”laşıyor.
İki güzel “ses”, sessiz sedasız gelip geçti bu dünyadan.
İkisinin de “ses”leri kulağımda… 22 yıl önce kaydettiğim ilahinin sonu içimi daha çok acıtıyor, bugün:
Cümle baki günlerde
Varalım biz gayrete
Davet eyle bizleri
Varalım saadete.
Yazımı bitirip tam yollayacağım sırada sosyal medya hesabıma inanılmayacak bir haber daha düştü. Midyat’ın Süryani köylerinden biri olan Anhel’de (Yemişli) yaşayan, 92 yaşındaki bir Süryani olan Gevriye Ego, doğal olmayan bir yolla, başından birkaç kurşunla vurularak öldürüldü.
92 yaşında bir insan…
Akşam saatlerinde karısıyla birlikte evine gireceği sırada…
Başından ve göğsünden vurularak…
Sessiz sedasız göçüp gittiler bu dünyadan.
NOTLAR:
(i) İlahinin filmdeki kısmına ulaşabileceğiniz link: https://youtu.be/G5xMednN1nc
(ii) Bilebildiğim kadarıyla Türkiye’de Süryani halkı ve kültürüyle ilgili en eski film, 1993 yılında TRT-EBU iş birliğiyle, Rıza Baloğlu’nun yönettiği Mardin’den Bir Ses “Göçün Buruk Yüzü”dür. Daha sonraki yıllarda, 2000’de Mustafa Ünlü Suryoyo; 2001’de de bu satırların yazarın olarak ben Işık Sesini Arıyor belgesel filmlerini gerçekleştirdik. Işık Sesini Arıyor… filmini izleyebileceğiniz link: https://youtu.be/3j0wB0PdEj4
(iii) Birkaç kez gittiğim bu köyün Türkçe adını bir türlü hatırlayamıyorum. Google’a tekrar sordum: Odabaşı…
(iv) “Mor” ve “Mar” sözcükleri “Saint”, “Aziz” anlamına gelmektedir. Batı Süryanileri “Mor”, Doğu Süryanileri ise “Mar” sözcüğünü kullanmaktadır.