Herkesin bir acısı, bir hatası, bir yolu, bir yanlışı, bir hatırası, bir sevdiği, bir yarası, bir hayal kırıklığı, bir pişmanlığı var. Bir de Sezen’i…
Kimileri sever, kimileri romantik bulur, kimileri nefret eder. Ama herkesin bir Sezen’i vardır. Bazıları için Sezen Aksu’dur, bazıları için Minik Serçe bazıları için “Deli Kadın” bazıları için ‘hadsiz’ bazıları için sadece Sezen… Yani biraz içten, yani aileden. Tanıdık, bildik, aşina…
Herkesin bir Sezen’i, herkes için bir Sezen vardır… Benim Sezen’im zaman nedir bilmediğim vakitlerden. Hani herkesle arkadaş olduğumuzu düşündüğümüz, oyunların sürdüğü zamanlardan. Erol Evgin ve Tarık Akan biricik aşklarımdı ya Sezen’le Nüket Duru’ya da boş değildim. O vakit şarkılar beni o kadar incitmezdi. Yine de cırtlak sesimle elime tarak alıp Sezen şarkıları söylerdim. Dudaklarım onun gibi olsa sesim de onunki kadar güzel olacaktı ve “Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı” yı en az onun kadar güzel söyleyebilecektim. “Büyürsem belki” dedim olmadı ? Ömrüm ikinci baharını yaşarken muhtemelen sekiz dokuz yaşındaydım. Anlayacağınız Firuze’ye az ağlamadım. Sonra “Sen Ağlama dayanamam” dedi de bir nebze sustum. Favori bu topraklardaki tüm kadın ozanların ablası olarak gördüğüm Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı Haydi Gel Benimle Ol’du. Git çıktığında herkes Değer mi hiç ile oynarken ben nedense Ünzile’yi düşünüyordum. Hani “bir gül gibi al ve narin bir su gibi saydam ve sakin” olan.
Doğruya doğru Şinanay’ı pek sevmemiştim. Son Bakış’ın Erdal Eren için yazıldığını öğrenene kadar. O son bakış Aysel Gürel’in aklında nasıl güzel kalmıştı öyle ve Sezen o kurşun gibi sözleri nasıl da güzel söylüyordu. Ağlamıyor isyan ediyordu. Derken Gülümse geldi. Tüm şehir bana küsmemişti ama tüm şehir Gülümse dinliyordu ve benim de bir kedim bile yoktu. Tam o vakitlerde benim de sevdalanma vaktim gelmişti lakin ne kavgam bitiyordu ne sevdam. Yani her şeyi yakıp aşk için ölecek durumda değildim ve sessizce, kimsesizce vazgeçiverdim. Deli Kız’ın Türküsü çıktığında sadece aşkları değil insanları da sokak ortasında vurup, kaybediyorlardı. Kimse masum değildi. Eller, diller ve bütün dünya günahkardı; başkaldıranlar hariç…
Cumartesi Anneleri Galatasaray’ı mesken tuttuğunda Ahmet Kaya’dan sonra ben anaların inadını “Ölsem de ahım tarihi karalar” sözleriyle anlatanlardan biri olarak gene gönlümün efendisi oluvermişti.
Keder coğrafyasıyız malum. Her ne kadar toptan tüfekten anlamak istemesek te coğrafya zorunlu tutuyor. İçine girmek istemiyor lakin dışında da kalamıyorsun. Sezen nerede, ne kadar, nasıl sağlam durdu, ne yaptı, ne etti? Bunları irdeleyip şeceresini çıkarmak benim işim değil. Bildiğim Sezen’den çok daha fazla politik iddiası olan pek çok insanın aradan geçen bunca yılda yalpaladığı, yolunu değiştirdiği, tükendiği ya da vazgeçtiği… Demem o ki “Kimse kimseyi çözemez/ O kadar derine inemez/ Ya karşılaşırsa kendiyle / O kazıyı göze alamaz”
Sezen hayatımızın politik bir figürü değildi. Bildiğim kadarıyla böyle hiçbir iddiası da olmadı. Buna rağmen Hrant için yaptığı “Güvercin” ile Ceylan Önkol için Tarkan’la birlikte söyledikleri “Ceylanım kör oldum ben” ile hasır altına sürülmek istenen cinayetleri ölümsüzleştirdi…
Şarkılarıyla dertleştiğimiz, bazen omzuna yaslandığımız bir ozan Sezen. Şarkılarında kendimizi bulduğumuz, bazen hırslandığımız, bazen kikirdediğimiz, bazen ağladığımız. Bazen merhem, bazen neşter olan sözleriyle 47 yıldır var. 47 yıldır yazıyor, söylüyor. Bu ülkenin en iyi kadın ozanlarından biri. Yani kelimelerin efendisi.
Kaldırımlara da zabıt tutturdu, yol arkadaşına da küstü, hem yandı, hem söndü… Gemiler de yaktı, karşıdan kendisine de baktı. Kendine çelişen, kendiyle yüzleşen, kendine gülen ve bunu şarkılarıyla ifade edebilmek muazzam bir yetenek. Şarkılarını dinleyip aşkın tarifi yapışımız çoktur. Ve aşkın bir tarifinin ve sadece bir tarihinin olmadığının da ispatıdır. Yıllarca “Aşk için ölmeli deyip” sonunda “belki de aşk lazım değildir” sonucuna başka kim ulaşabilir. Git dedikten sonra gitme diye haykıran da kendisidir, “Yeter ki onursuz olmasın aşk” diye saydırdıktan sonra “dillerim kopaydı” deyip kendine kızan da. Ve çoğumuza “oldu mu şimdi Sezencim?” dedirten de. Bir kar küresi gibi saydam bir insan mı bilmem ama şarkılarındaki duruluk, kim ne der kaygısızlığı şahane…
Onun seviş, terk ediş hallerini, anlatış biçimine hayranım. Kahpe kadere, kedere, yalnızlığa, yanlışlığa, ayrılığa, kavuşmaya, ihanete, bağışlamaya, özleme, inada, isyana yani insana dair ne varsa yüzlerce duyguyu anlatma ustalığına bayılıyorum.
Kendimi bildim bileli Sezen seviyorum. İki gözümdür, yarası saklımdır, minik serçemdir, bir kez olsun akıllanmayanımdır, eline hiç diken batmayanı dövendir. Yani kaçın kurasıdır. Bu yüzden bu gönül çoktan ondan razıdır, hakkımı helal ettiğimdir, bir acı kahve içmek istediğimdir, şanına kesinlikle inandığımdır, ele avuca sığmayan delimdir, canımdır…
Demem o ki hepimizin içinde biraz Sezen var. O yüzden son sözlerinde dediği gibi hepimiz biraz Sezen’iniz.
Biliyorum bu dansöz dünya kimseye kalmayacak, o yüzden umudun dayanması gerek. Çünkü hayat ölüme hep meydan okur. Ne kadar kırılsak da, ne kadar düşsek ve ölsek te…
Son söz diye Sezen’in Berkin Elvan için yazdığı sözleri bırakıyorum:
“Bizi duyduğuna inanarak söylüyorum, sen de senden önce giden abilerine söyle; iyi ve namuslu insanlar var bu dünyada, hem de çok! Ve kazanacaklar sonunda; bilmiyorum nasıl, ne zaman ama illa ki…”
Kargo: Buraya Sezen Aksu ve Tarkan’ın Ceylan Önkol için birlikte söylediği Ceylanım şarkısını bırakıyorum. “Gözlerime astılar seni/ Ceylanım kör oldum ben diyor” Dağlar Hala gündüz gerdanlık gece mezarlık…
Buraya Joseph Roth’un İsyan kitabını bırakıyorum. Can Yayınlarından çıkan roman bir savaş gazisinin başından geçenleri anlatıyor. Yıllar evvel yazılan roman dünyanın aslında pek de değişmediğini şu sözlerle anlatıyor “Dünya nasıl da böyle hızla değişebilmişti. Ah, hiç de değişmemişti! Hep böyleydi dünya! Sadece şansımız yaver giderse kurtuluruz hapse tıkılmaktan. Ama infial uyandırmak, keyfince çoğalan yasaların çalılıklarına takılıp düşmek bizim kaderimizde var. Otorite sahipleri örümcekler gibi kurulur, yönetmeliklerin incecik örülmüş ağlarında pusuya yatarlar, kucaklarına düşmemiz sadece an meselesidir”